Kızım için
Çaresizlik bir hayat dersidir.
Bir kelime, bazen, anı uzama sonsuzlukla kilitler.
Yalan söylememenin neden önemli olduğunu anlatamamanın verdiği yenilgi duygusu çok ağır...
Geçen gece duyduğum tek bir kelimeyle, bir an için, bu yenilgiyi aldım.
An sonsuzluk gibiydi. Issız ve çaresiz...
Kızım bir masum yalan söyledi...
Körpe ruhunu o pırıltılı dünyalara bir an önce atıp o sahte cemaate; modern zaman tarikatına üye olabilme pahasına yalana sığındı.
14 yaşındaki çocuklara, birkaç milyon daha kazanmak için kapılarını açıp içki servisi yapan meşhur “müessese”lere veryansın etmek, burada adlarını teşhir etmek çok anlamlı gelmiyor.
Çocuğunuzu emanet etiğiniz anne babaların evladınızı bir gece vakti “eğlensinler” diye akranlarıyla sokağa bırakmalarına isyan etmek de beyhude bir çaba...
Asıl körlüğünüze, sağırlığınıza kızıyorsunuz.
Modern kültür denen şeyin ne olduğunu anlamamız gerek. Kendisini ebeveyn olarak tarif eden insanların durup, bir an önce, evlatlarına ve nasıl bir dünyada yaşadıklarına bakmaları gerek.
Yaşadığım bu travmayı paylaştığım bir anne bana şunu rica etti, “Ne olur İstanbul’un en pahalı okullarında okuyan 13-14 yaşındaki çocukların babalarının ne yaptığını da yaz...” dedi.
“Ne yapıyorlar?” diye şaşkın şaşkın sordum. Aldığım yanıt, beni bile şoke etti...
“Bu sonradan görme adamlar -ben bir kadınla beraber olabilmek için 20 yaşına kadar bekledim, oğlum bu kadar beklemesin; ‘tecrübe’ sahibi olsun diye-ev tutup; 13-14 yaşındaki oğullarına bir hayat kadını kiralıyorlar... O çocuklar da, bir süre sonra akranları kızlardan tek bir şey bekliyor: Seks... Son moda bu İstanbul sosyetesinde... “
Facebook’u açtı sonra bir başka arkadaşım. 13-14 yaşındaki çocukların sitelerinde “paylaştıkları” fotoğrafları, yazdıkları yorumları gösterdi.
Aynı yapmacık yüz ifadeleri; kendini “şuh bir kadın gibi” göstermeye çalışan gencecik kızlar... Onlarla sarmaş dolaş, “donuk ve mutsuz bakışlı” oğlanlar...
Fotoğrafların çekildiği mekanlara bakıyorum, büyük alışveriş mekanlarındaki “marka” restoranlar, bazı bildik barlar, müstakil havuzlu evler, tekneler...
Refaha terk edilmiş; yalnızlıklarını paylaşan; orada bir mutluluk inşa etmeye çabalayan, amaçsız, tatminsiz bir gençlik...
“Nerede hata yaptım? Ne yapmalıyım? Ne yapmalıyız?” sorularıyla meşgul ortalarda dolanıyorum.
Hayatımızın anlamına; neden ve nasıl sorularıyla yanıt ararken maneviyattan başka sığınacak liman bulamıyorum.
Karşılıksız sevgiyi, anlamı, değeri ve çabayı; ne pahasına olursa olsun sahip olup tüketmeye takas ettiğimiz bu günlerde bazen bir ışığa ihtiyaç duyuyoruz.
Ölüm böylesi bir ışık.
Çok değerli dostum Kemal Sayar bir süre önce babasını kaybetmişti.
Tüm bu karmaşa ve çaresizlik içinde gene onun yazılarında ruhuma şifa aradım.
Kişisel internet sitesine (www.kemalsayar.com) babasının vefatı nedeniyle koyduğu yazıdaki anlamlı hüzün ve muazzam derinlik adeta ruhumu yıkadı.
Babasına duyduğu sevginin gücü ve duruluğu; değerler sisteminin yükseldiği sağlam din ve ahlak zemini; tüm bu zihinsel evreni tarif ederken seçtiği kelimelerin gücü beni adeta yeniden inşa etti; insanlığımı hatırlattı.
İki yetim ve iki baba olarak, “sevginin zaferleri ve acıları”nı kelimelerde paylaşmanın ne olduğunu hissettim.
Yüreğin türlü hallerinde; ortak kelimelerde hemdem olmanın sırrını paylaştım.
“Ölüm var. Çünkü hayat var” diyor Kemal Sayar.
O sesini uzaklara yazarken ben biçare çığlığımı nerelerde arasam bilemiyorum.
Evlatlarımızın masum kalplerinde mi acaba?
Akşam Gazetesi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.