Kendinle Kalabiliyor Musun?
Zordur insanın kendisiyle kalabilmesi. Kendi derinliklerinde korkmadan, bunalmadan dolaşabilmesi… Kendi kendisiyle yüzleşebilmesi…
Günübirlik telaşların içinde kendisiyle karşılaşmadan yaşayan insan, telaşlar azaldığında kendisiyle karşılaşma korkusu nedeniyle televizyonun kuytularına ya da bilgisayarın maymun iştahlı çekiciliğine bırakıyor kendisini...
Oysa insanın unutmaması gereken tek gerçeklik, yalnız doğduğu ve yalnız öleceği gerçeğidir. Etrafımız ne kadar kalabalık olursa olsun, sahip olduklarımız sayısınca kaybedeceklerimiz olduğunu da unutmayalım. Ne kadar çok şeye bugün benim diyorsak, o kadar çok şey kaybedeceğiz ve bir o kadar da ağlayacağız sonrasında...
Her sahip olduğumuzu zannettiğimiz şey elimizden kaydıkça daha da yalnızlaşacağız. Ve eğer kendimizle kalabilmenin denemelerini kalabalıkken yapmamışsak acımızın katmerli olacağı kesin görünüyor.
Kendimizle kalabilmenin yollarını aramak ve bulmak zorundayız. Kendimizi eğlendirebilmek, oyuncaklarımız elimizden alındığında sudan çıkmış bir balık gibi kalmamak için mutlaka yeni yollar açmalıyız kendimize.
Bir insanı sevmek, beraber olmak güzel olabilir. Hep yanımızda kalmasını istemekte bir o kadar haklı da olabiliriz. Ama haklı olmak ve istemek istediklerimize ulaşabileceğimizin garantisi değil.Sevdiğimiz yanımızda olmadığında içimiz sıkılmaya başlıyorsa, kendimizle kalamıyorsak işimiz zor…
Oysa bir kitabın dünyasına girebilmişsek zamanın birinde bizim için yalnızlık uzak bir ihtimale dönüşüverir. Kitabımız yanımızdaysa yazarıyla konuşur ve biz istemedikçe de yalnız kalmayız.
Bir hobimiz varsa bir ilgimizi devam ettirebiliyorsak yalnızlık daha katlanılır ve daha olgunlaştırıcı olacaktır,boğucu değil…
Kâinatın dostluğunu fark edebilmişsek, en yalnız zamanımızda bile ayın bizi yalnız bırakmadığını, yıldızların eğlendirmek için parladığını görürüz. Kediler, kelebekler geçer yanımızdan yöremizden, eğer sırtımızı dönmemişsek fark ederiz. Fark edemezsek yalnızlığımıza methiyeler düzeriz.
Denizin kenarında dalgaları dinleyerek beş dakika kalamıyorsak, şarjımız bittiğinde elimiz ayağımıza dolanıyorsa, internete ulaşmamışsak, uydu bağlantısı yoksa, yüklediğimiz film silinmişse, sevdiğimiz adam/kadın kendi hayaliyle meşgulse, yalnızlığın en koyusu yüreğimize çöreklenmişse işte kendimiz kendimizi çağırmaktadır o an.
Ya da sahibimiz kendisine çağırmaktadır bizi. Gitme zamanıdır... Kendimize dönme zamanı… Sokrates’in bilginin nihayeti olarak tanımladığı “kendini tanı”nın sırrına erme zamanıdır.
Kendimizi okumak, duygularımızı anlamaya çalışmak, kendimizle karşılaşmak... İyi yaşamanın da, iyi ihtiyarlamanın da yolu kendini tanımaktan ve kendinle kalabilmekten geçiyor. Başka yol yok!
Kendini tanıma becerisini sağlayabilecek her ne kadar yol varsa önümüzde, yürümek lazım! Her şeye sonsuz değer vererek ama hiçbir şeyi vazgeçilemez yapmayarak yaşamanın yollarını bulmak zorundayız.
Bir meşguliyetimizin olması, bir hobimizin olması, çoğu zaman hayat kurtarıcı olacaktır. Bir başkası tarafından üzülen bir adam kendi hazinesine yöneldiğinde, kuşkusuz daha kısa sürede kendini tamir edecektir. Gidenin arkasına takılıp kalmayacaktır… Kendi dünyasına kısa sürede dönerek kendi varlığının derinliklerinde yeni keşiflerle büyütecektir kendisini.
Ama böyle bir çabası olmamışsa, kendiyle baş başa kalmamışsa, her kopuş derin ve kapanmaz acılar bırakarak ruhunu acıtacaktır. Her gün yeniden açılan yaralarla büyüyen acılar…
Hâsılı kendimize dönmek ve kendimizle eğlenebilmek, kendimizle kalabilmek yollarını aramak zorundayız. Eninde sonunda tek hazinemiz kendimiziz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.