Jale Kerimol Johnson İle Bağımlılık Üzerine Söyleşi
Jale Kerimol Johnson, yaşamının çok erken yıllarında tatmış olduğu acı tecrübelerden ders alıp adeta küllerinden yeniden doğmuş müthiş bir kişilik. Bağımlılık konusunda ABD Rotgers Üniversitesi’nde eğitim alıp; kendini bütünüyle bu çok kapsamlı, çok karmaşık, çok sinsi olan hastalığın tedavisine ve eğitimine adamış şahane bir insan. Kendi hikayesiyle birlikte aldığı güçlü akademik eğitimi birleştirip, ihtiyaç duyan hastalara yardım eli uzatan; bunun yanın sıra Türkiye’nin ilk ve tek nitelikli Bağımlılık Eğitimini veren kişi.
PSK. ÖZLEM KANDEMİR – Özgün Duruş Gazetesi
Bağımlı denilince genelde bali-tiner çeken ya da damardan eroini enjekte eden tiplemeler gelir aklımıza. Gerçekte nedir bağımlılık, bağımlı nasıl biridir?
Bağımlılık genetik olarak yatkınlığın bulunduğu ve beynin zevk merkezi ile hipokampüs denilen hormon pompasının bir hastalığıdır aslında. Burada salgılanan kimyasal maddelerle alakalıdır ve bu kimyasallar tamamen beynimizin ürettiği maddelerdir. Genetik tarafı çok ağır basmaktadır ve en son çalışmalar şunu göstermektedir ki dünya nüfusunun yaklaşık % 95 – 97 si bağımlı olmaya müsait bir yapıdadır.
Hepimiz bağımlı olabiliriz yani!
Tabii ki hepimiz bağımlı olabiliriz! Ama siz bağımlılığı sadece kimyasal maddeler, tiner, bali ya da eroin gibi bir çerçeveden algılıyorsanız o zaman bu rakamlar size gerçekçi gelmeyebilir. Ama bağımlılığı kumar, sanal ortam, yemek, cinsellik, spor, kimyasal maddeler, insan bağımlılığı olarak daha genel bir perspektife yayarsanız o zaman ne kadar gerçekçi rakamlar olduğunu anlayabilirsiniz. Sonuçta bağımlılık beynin zevk merkezinin disfonksiyonelliği ile alakalı bir hastalıktır.
O zaman hepimiz kucağımızda patlamaya hazır bir bomba taşıyoruz.
Evet hepimiz böyle bir bomba ile yaşıyoruz. Herkes bağımlı olabilir, herkes bir bağımlı adayıdır aslında. Hastalığın ne zaman aktif olacağı ve olmayacağı ise kişiden kişiye değişebilir.
Peki bu bombanın patlamaması için ne yapmak gerekir? Özellikle ergenleri korumak için neler yapılabilir?
Şu var ki ergenleri korumak için ergenlik döneminde çok da fazla bir şey yapamazsınız. Bağımlılığın aktif hale gelmemesi için ergenlikten önce, 0 yaşından itibaren birey yetiştirmeye dikkat edip, onların kendi kişiliklerini ortaya koyabilen bireyler olarak varlıklarını ifade etmelerine olanak tanımalıyız. Bizler hala bu mantığı kavrayabilmiş değiliz. Çocuklarımızın ya arkadaşı olmaya çalışıyoruz ya da diktatörü. Dengeyi bir türlü tutturamıyoruz. Tabi bu tarım toplumundan sanayi topluma geçmeye çalışmakla da alakalı bir şey. Biz hala ortada bir yerlerde sıkışıp kalmış durumdayız. Bireysel tercihleri gelişmemiş bireyler olarak yetiştirilen kişiler, ileride kendi özgüvenlerini kazanabilmek ve kimliklerini ortaya koyabilmek adına dışarıdan farklı ve zararlı destekleyiciler kullanmak ihtiyacı hissedebilirler. Bu da genelde ergenliğin tam ortasına denk düşer. Ya da yaşam içerisinde yetişkinlik döneminde de farklı travmalar sonrasında ortaya çıkabilir. Yurtdışında medeni memleketlerde çocuklar ilkokuldan itibaren bağımlılık hastalığı ile ilgili oryantasyonlardan geçiriliyorlar ve bu hastalığın nasıl bir canavar olduğunu tanıyorlar. Oysa bizim toplumuzda bunu yapmak bir kenara bu düşünülmüyor bile.
Yani en başta çocuk yetiştirme tutumlarımızın gözden geçirilmesi lazım. Birey olamayan, insan bağımlısı olarak yetişen kişiler daha sonra hayatın ilerleyen aşamalarında başka bağımlılıklara bulaşmaya daha açık hale geliyorlar.
Aynen öyle. Çocukları insan bağımlısı olarak yetiştiriyoruz daha sonra da bu kişiler kimyasal madde, kumar, internet, cinsel bağımlılık geliştirdiklerinde de onları ötekileştiriyoruz.
Bizim toplumumuz neden insan bağımlılığına bu kadar meyilli? Niçin çocuklarımızı da kendimiz gibi insan bağımlısı olarak yetiştirme ihtiyacı hissediyoruz?
Birey olmak çok da cazip görülen bir şey değil, çünkü tarım toplumlarında birey olarak yaşamak tukaka olarak görülen bir durum. Şehir hayatında ve sanayi toplumunda, tarım toplumumun mantığını devreye soktuğunuzda, biz için düşünen beni yaşayamayan arada sıkışmış kalmış insanlar ortaya çıkıyor. Bu da insan bağımlılığının özünü oluşturuyor. Ama biz birey yetiştirmekte de ipin ucunu kaçırabiliyoruz.
Yani ya ifrattayız ya tefritte…
Evet maalesef öyle ve bu çok hastalıklı bir düşünce yapısı. Ama biz bunu normal olarak kabul ediyoruz. Ya tamamen birilerine bağımlı olarak ya da birey olmak adına bencil, egoist, kendinden başka hiçbir şey düşünmeyen, egosu fazlaca şişirilmiş insanlar yetişiyoruz. Birey yetiştirirken de ipin ucunu kaçırıyoruz. Yani bir denge unsuru söz konusu değil. Davranış bilimlerini adam yerine koyan bir toplum da değiliz ayrıca. Çok acil bir ihtiyaç söz konusu olmadıkça, psikoloji bilimi sanki sanal ve gereksiz bir şeymiş gibi düşünülüyor. Bütün bunlar da bizi bağımlılığın göbeğine itiyor.
Bizler uyuşturucunun dışındaki bağımlıkları da küçümsüyoruz galiba?
Bağımlılık özünde tek bir hastalıktır. Bugün alkolü, yarın yemek yemeyi tercih etme ihtimali çok yüksektir. Sonuçta hastalık kendini besleyecek bir mekanizma bulup kendini hayatta tutmak için elinden geleni yapar. Beynin sistemi böyledir. Yaptığınız tespitse çok doğru, kimyasal madde bağımlılığı dışındaki bağımlılıkları görmezden geliyoruz. Bugün kumar bağımlılığı Türkiye’de çok önemli boyutlardadır ama kimse bunun farkında bile değil.
Bağımlılıkta, psikolojik bağımlılık biyolojik bağımlılık denilen iki kavramdan bahsedilir. Nedir bu ikisinin ayrımı?
Böyle bir ayrım yok, olmamalı aslında. Bir insanın psikolojisi de biyolojik temellidir. Duygularımız ya da psikolojimiz, beynimizdeki bir takım hormonların salgılanmasıyla alakalıdır. Şimdi tutup da inanın biyolojisini ve psikolojini birbirinden ayrıştırmanın bir anlamı yok. İkisi de aynı bedenin içinde, psikoloji de bizim biyoloji de bizim. Yalnız şöyle bir durum var ki; yoksunluk sendromu dediğimiz bağımlının bağımlı olduğu şeyi kullanmadığı ya da yaşamadığı takdirde “yoksunluk” olarak nitelendirdiğimiz o sıkışma döneminde bazen bedensel reaksiyonlar verilebilir, bazen de psikolojik reaksiyonlar verilebilir. Yoksunluk içerisinde psikolojiktir ya da biyolojiktir demenin mantığı söz konusudur.
Ülkemizde bağımlılık alanında çalışan uzman sayısı konusunda ciddi sıkıntılar var. Niçin bu alanda eleman yetiştirmek önemsenmiyor?
Çünkü bir şeyin ciddiyetini ve önemini kabullendiğinizde o konuda bir şeyler yapmak zorunda kalırsınız. Ötekileştirdiğiniz, toplum dışına ittiğiniz ve görmezden geldiğiniz bir popülasyon için bir şeyler yapmak, o farkındalığa sahip olmak bir şeyleri değiştirmeniz gerektiği anlamına gelir. Biz bağımlılığı toplum olarak bir hastalık olarak görmüyoruz ki bu konuda bilimsel çalışmalar yapalım!
Siz peki niye bu işe gönül verdiniz? Niçin bu işi yapıyorsunuz?
Ben iyileşmekte olan bir bağımlıyım, yaklaşık 16 senedir iyileşmedeyim. Kendi hastalığımı kontrol altına aldıktan sonra gidip bu konuda ABD’de eğitimimi aldım, donanım kazandım ve ülkeme gelip bu işi yapmaya başladım. Bu durum çok matah bir şey de değil ayrıca, benim gibi binlerce insan var dünyada. Türkiye için yeni bir konsept bu ama dünyada gayet normal bir şey. Ben kendi hikayemle eğitimimi ve uzmanlığımı birleştirdim; hastalık hakkındaki kendi deneyimlerimi akademik bilgilerimle birleştirdiğimde daha güçlü bir silah edinmiş oldum. Kendi hikayemin bana etkili bir bakış açısı kazandırdığını söyleyebilirim. Şimdi de insanlara faydalı olma gayretiyle çabalıyorum.
Peki yurtdışında nasıl alınıyor bu işin eğitimi? Nasıl bağımlılık danışmanı olunur?
Yurtdışında ICRC-AODA denilen bir uluslararası lisans komisyonu söz konusudur. Bu komisyona ülkeler kendi bünyelerindeki lisans komisyonlarını bağlarlar. Biz bağımlılık danışmanları eğitimimiz içerisinde tıp fakültesinden, davranış bilimleri fakültesinden, gerekirse sosyoloji departmanlarından; bağımlılığın hangi alanlarında daha çok uzmanlaşmak istiyorsak bütün bu alanlardan derslerimizi alır, eğitimimizi tamamlar, ondan sonra eyaletin sınavlarına ve ayrıca uluslararası lisans sınavlarına girer, ehliyetlerimizi alırız. O ehliyet bize multidisiplinel yapı içerisinde danışanlarımıza bir davranış bilimci olarak yardım etme hakkı verir. İki senede bir ehliyetinizi yenilemeniz gerekiyor. Bu ehliyet yenileme işlemi de uzmanların dinozorlaşmamasını sağlar, kendinizi yenilemenizi şart koşar.
Yani bağımlılık alanında çalışacak uzmanlar için spesifik ve yoğun bir eğitimin olması şart.
Tabii ki, tıbbın ya da psikoloji eğitiminin üzerine, neredeyse iki senelik bir zaman dilimini kapsayan özel bir bağımlılık eğitiminin alınması şart. Bu özel bir uzmanlık dalı çünkü.
Bizim kültürümüz, insan bağımlılığının dışında, ne kadar ve ne şekilde itiyor insanları bağımlılığın göbeğine?
Bağımlılık konusunda cehaletin lüksünü yaşıyoruz. Bu da yetiyor da artıyor bile!
Öyleyse en başta bu cehaleti ortadan kaldırmak gerekli değil mi?
Elbette, hastalığı anlatarak başlamalıyız en başta. Karşısına geçtiğimiz grubun özelliklerine (yaş, eğitim vs) göre, bu konuda bilinçlendirme yapmalı ve bu hastalığın nasıl bir şey olduğunu anlatmalıyız. Bu hastalığın aktif hale nasıl geçebileceğini ve aktif hale geçtikten sonra ne gibi sonuçları olacağını anlattıktan sonra; gençlerin bile bile bu sonu tercih edeceklerini sanmıyorum. Dünya bu çizgide gidiyor şu anda. Özendirerek ya da korkutarak değil, gerçekte hastalığın ne olduğunu anlatarak bilinçlendirmek, yasaları da daha işler hale getirmek lazım.
Nasıl bir son bekler “tedavi olmayı/iyileşmeyi geçmeyi” tercih etmeyen bağımlılık hastalarını?
Bağımlılıklarına sıkı sıkı bağlı olan insanları bekleyen üç muhtemel son var: İlki hastane hastane dolanıp sürünmek, ikincisi cezaevine düşmek, üçüncüsü de mezar.
Yeterli tedavi merkezi var mı ülkemizde?
Hiçbir yorum yapmaya bile gerek duymuyorum bu konuda. 12 milyonluk şehirde 50 yatak kapasiteli bir AMATEM var ve oradaki uzmanlar, insan üstü bir çabayla hizmet veriyorlar. Biz de bir bağımlılık rehabilitasyon merkezi yok ki. Daha neyi konuşuyoruz biz?!
Kim kuracak bu rehabilitasyon merkezini, kim sokacak elini taşın altına?
Bizim bir projemiz var, 10 senedir bekliyor. Hiç mi parası olan, sponsorluk yapacak kimse yok? Sistemini kurmak benim işim ama kimse çıkıp adı bağımlılık olan bir projenin altında kendi ismi olsun istemiyor bu ülkede. O yüzden yel değirmenlerine karşı savaşmak gibi bir şey bu. Belki benim ömrüm vefa etmez ama bu iş bir gün birileri tarafından yapılacak, yapılmak zorunda kalınacak ama bu yakın bir tarihte olacak gibi görünmüyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.