Evlilik öğrenilen bir olgu mudur?
Ülkemizde yüksek tahsilli, ekonomik durumları iyi ve eğitimli kişiliklerde boşanma oranları daha yüksek… Boşanmayı azaltmak için acaba evlilik öğrenilebilir mi?
Evlilik iletişimin en sık yaşandığı, karşılıkla anlayış ve desteğin en yoğun olduğu bir alan. Farklı iki kişilik ve anlayışın bir araya gelerek kendilerini yeniden inşa ettikleri bir süreçtir evlilik. Dinleme ve anlama bu süreçte çok önemlidir. Elbette kişinin kendini tanıması, iyi ve kötü yönlerinin farkında olması da bir o kadar önemli. Abartılı beklentiler ise iletişim kazalarına en çok neden olan bir durumu gösteriyor. Giderek artan boşanmalara tanık olduğumuz gibi farklı dünyalarda olmasına rağmen ‘evliymiş gibi’ yapan kişilerde az değil etrafımızda. Kaliteli zaman paylaşımının olmayışı, gelişime açık olmamak, hedef birliğinin sağlanamayışı gibi konularda zihnimizi kurcalayan pek çok soru vardı… Bunların cevaplarını almak üzere Hürriyet Gazetesinden Uğur İlyas CANPOLAT, konu hakkında önemli çalışmaları olan, eğitimler veren Sakarya Üniversitesi (SAÜ) Öğretim Üyesi Halkla İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Hüdaverdi Adam’ın kapısını çaldı ve sorularını yöneltti.
- Aile hayatı denildiğinde ne anlamamız gerekir?
Aile hayatı denilince akla gelen ilk şey bir kadınla bir erkeğin hayatı kucaklamak veya hayatın yükünü beraberce taşımak için bir araya gelmesi oluyor. Bu çerçeveden baktığımızda kişiler yaşadıkları alanlarda oluşturdukları bireysel hayatlarını ‘Biz’e dönüştürüyorlar. Yalnız burada dikkat edilmesi ve unutulmaması gereken önemli nokta şu: İnsanlar evlendikleri zaman o güne kadar taşıdıkları ‘Ben ve ‘Sen’ alanlarından tamamıyla uzaklaşmış olmuyorlar. Sadece yeni bir üst kimlik kazanıyorlar. Bunu suya benzetebiliriz. Suyu oluşturan hidrojen oksijen molekülleri kendi kimliklerinden vazgeçmeden ‘SU’ üst kimliği çatısı altında birleşebiliyorlar.
- Aile yaşamını geleneksel ve şehir hayatı açısından tasnif etmek mümkün müdür?
Aile yaşamı köyde eskisi kadar çok yaygın olmasa da dede, nine, hala, teyze, amca, dayı gibi tüm aile yakınlarının birlikte yaşadıkları geniş bir aile yapısını taşır iken bu durum şehirde, anne-baba ve çocuklardan oluşan çekirdek yapı halinde temsil edilmektedir.
- Sosyal hayatın her alanında olduğu gibi ailede de iletişim önemli midir?
Tabiî ki son derecede önemlidir. Aile içinde bireyler bilgi, duygu, düşünce ve davranışlarını birbirlerine ancak sağlıklı iletişim vasıtası ile aktarmaktadırlar.
- Doğru iletişimin prensipleri nelerdir diye sorsam neler söylersiniz?
Aslında iletişim insanların içinde başlar. İnsanlar karşıya mesajlarını aktarırken ‘Ne’ söylediğinin bilincinde olmalı ve bundan kaynaklanan sorumluğu da yüklenmeye hazır bulunmalıdır. Ayrıca bir mesaj iletirken muhatabının ‘Kim’ olduğunu fark etmeli ‘Kime’ mesaj iletmekte olduğunu sorgulamalıdır. Tabi bu arada ‘Niçin’ ve ‘Neden’ sorularını kendine sormalı iç sesinin cevabını dikkate almalıdır. Doğru iletişimin olmaz ise olmaz ilkelerinden biri ‘Etkin Dinleme’nin bilinmesi yani söylenen söz ile birlikte sözün arka planının dikkatlerden kaçırılmamasıdır.
-Buna bir örnek verebilir misiniz?
Mesela çocuğunuz eve geldi, elindekileri fırlatıp ortaya attı ve bundan sonra artık okula gitmeyeceğini söyledi, etkin dinleme becerisi gelişmemiş bir anne- baba ‘sadece çocuğun okula gitmek istemediğine’ takılıp kalıyorsa çocukları ile anlamsız bir tartışmaya girmiş olurlar. Halbuki bunun arka planını dikkate alı ve ‘hayırdır bu gün okulda bir şey mi oldu?’
sorusunu sorsa çocuk ‘evet bugün öğretmen bana kızdı’ ya da ‘arkadaşım bana vurdu’ diyecek. Çocuğun okula gitmek istemesinin gerçek sebebi ortaya çıkacaktır. Bir diğer önemli ilke sağlıklı iletişimde ‘Sen’ dili yerine ‘Ben’ dilinin kullanılmasıdır.
-‘Ben’ ve ‘Sen’ dili ile neyi kastediyorsunuz?
‘Sen’ dili ile kast edilen sen ile başlayan, yargılayıcı, itham edici ve suçlayıcı dildir ki muhatapta savunma reflekslerini harekete geçirir. Ve sonuçta çatışma kaçınılmazdır. ‘ben’ dilinin üç basamağı vardır. Birinci basamakta dikkatler kişiye değil davranışa yöneliktir. İkincisi bu davranışın bende ne tür bir etki oluşturduğunu ifade etmektir. Üçüncü basamakta ise ne tür bir duygu hali oluşturduğunu ortaya koymaktır.
-Bunu bir örnekle açabilir miyiz?
Örneğin çocuğunuz evde televizyonun sesini çok açtığı için siz okuduklarınızı anlayamıyor ve bir türlü okuduklarınıza odaklanamıyorsunuz. Bunu ‘televizyonun sesini çok fazla açıyorsun. Senin yüzünden okuduklarımı anlayamıyorum. Kes şunu artık’ derseniz çocuğu eleştiriyorsunuz demektir. O da savunmaya geçecek ve çatışma kaçınılmaz olacaktır. Halbuki ben dilinde eleştirilen kişilik değil davranış olacaktır. Bunu da ‘Televizyonun sesi çok yüksek açılınca okuduklarıma odaklanamıyorum. Bu da benim canımı sıkıyor’ dediğimizde çocuk kişiliği eleştirilmediği için çatışmacı bir dil kullanmayacaktır.
- İletişimin öğrenilmiş yanı, modellenme tarafı ne kadardır?
Her şeyden önce iletişim bir beceri işidir. Her beceri gibi bu da öğrenilebilir. Bu öğrenmenin (bilinçsiz yetersiz), (bilinçli yetersiz), (bilinçli yeterli),(bilinçsiz yeterli) olmak üzere dört basamağı vardır.
- Aile hayatında en çok eşler dinlenilmemekten yakınıyorlar? Haklılar mı?
Doğru ve kesinlikle haklılar, günlük hayatın hay-huyları içinde koşuşturan insanlar eve yorgun dönüyorlar. Eve gelince de televizyonun karşısına geçiyorlar. Haberdi, filmdi, belgeseldi derken kendilerini yatağa zor atıyorlar ve hatta çoğu zaman televizyonun karşısında uyuya kalıyorlar.
- Peki bu tek taraflı mıdır?
Bu maalesef tek taraflı değil ama daha çok erkeklerde görülen bir durum. Genelde hanımlar erkeklerin ağzından kerpetenle laf aldıklarından şikayetçi olurlarken erkeklerde hanımların çok konuştuklarından dert yanarlar..
- Doğru iletişimin nişanlılık döneminde başladığına inanır mısınız?
Kadın erkek arasındaki iletişim bir birlerine ilgi duymaya başladıkları zaman başlar. Kişiler bu dönemde maalesef birbirlerine maskeli davranmaya başlarlar. Kendi gerçekliklerini gizlerler. Kendileri gibi davranma yerine karşıdaki nasıl memnun olacaksa öyle davranırlar. Böylece aralarında doğru, gerçek, sağlıklı iletişim yerine, hayal ve aldatma üzerine kurulu bir iletişim gerçekleştirirler.
- Birbirini yeteri kadar tanımayan iki kişi nasıl doğru iletişim kurabilir ki?
Kişiler o süreçte ne kadar şeffaf ve gerçekçi davranırlarsa o kadar tanırlar ama maalesef kişiler o süreçte şeffaf davranmadıkları için birbirlerini tam olarak tanımadan evlenmiş olurlar.
- Sizin evlilik öncesi eğitim ile ilgili çalışmalarınızda var. Nedir bunlar?
Evet bizim Sakarya da kaymakamlık ve belediyelerin organize ettikleri, ‘Ana-baba okul’u, ‘evlilik okulu’,’mutluluk okulu’ gibi çalışmalarımız var. Bunlar toplam olarak 45 saatten oluşan 15 haftaya yaydığımız çalışmalar. Evlilik okulumuza devam edenler, evlenme çağındaki gençlerle eşlerinden ayrılan kişilerdir. Orada birbirlerini tanıyarak evlenen gençlerimizde oluyor.
- Evlilik öğrenilen bir olgu mudur?
Evet, evlilik öğrenilen bir olgudur. Kişiler bir evliliği yürütebilme olgunluğunda değiller ise ciddi bedeller öderler. Bunun için mutlu evlilikler sadece sevgi ve aşk üzerine kurulamaz. Sabırlı, tahammüllü, kararlı ve anlayışlı insanlar mutlu bir evliliği gerçekleştirebilirler.
- Hem doğru iletişimde hem de sağlıklı evlilik yaşamında iyi niyetin yeri nedir?
İyi niyet çok önemlidir ancak tek başına yeterli değildir. Bunun için öncelikle ‘İdeal Zihin Penceresi’ oluşturulmalıdır. Mutlu olmak üzerine kurulu bir evlilikte sürekli olarak bireyler yaptıkları, yapacakları; söyledikleri ve söyleyecekleri her şeyi yapmadan ve söylemeden ideal zihin penceresine götürmeli ve ‘yaptığım ve yapacağım’, ‘söylediğim ve söyleyeceğim şey mutluluğuma katkı sağlar mı ya da ne kadar katkı sağlar sorusunu sormalıdırlar. Böylece yapacakları ve söyleyecekleri bilinçli olarak söyler ve yaparlar. Sonucuna da katlanırlar.
- Alınganlık konusunda ne düşünürsünüz? Çoğu defa çelme değil midir?
Alınganlıklarımızın temelinde algılamalarımız vardır. Algılarımızın altında da yorumlarımız vardır. Bunu en güzel ifade eden “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen ise hayattan lezzet alır’’ şeklinde bir söz vardır. Bir leşin yanından geçerler iken, havarileri burunlarını kapatarak geçerken Hz. İsa ne güzel dişleri var diyerek geçer. Bundan da anladığımız üzere eşyayı tanımlarken kullandığımız ‘güzel-çirkin’, ‘iyi-kötü’ gibi kavramlarımız izafi, nispi, rölatif, göreceli ve değişken kavramlardır. Mesela bir kayınvalide gelininin evinde ‘kızım şu sehpayı buraya değil de şuraya koy’ dese gelin bunu kayınvalidesinin ‘işine burnunu sokması’ olarak yorumlayıp mutsuz olurken; aynı şeyi annesinin yapması durumunda ‘anneciğim beni ne kadar çok düşünüyor’ diye yorumlayıp mutlu olabiliyor.
- Evlilik hayatında bencillik hangi bedelleri ödetir eşlere?
Bir yere kadar bencillik iyidir. Kişi mülkiyeti onunla kavrar. Eşyasını onunla koruyup-kollar. Evlilikte ben ve sen kavramları ailede eşlerin özel alanlarına saygıyı ifade eder. Örneğin bana gelen mektubu benden önce açıp okursa bu özel hayata karışmak anlamına gelir. O zamanda benim benlik alanım daralmış olur. Halbuki ailede ‘BİZ’ alanının mümkün olduğunca genişletilmesi esastır.
- Bencilliği öncelemiş ailelerde yetişen çocukların bencil, şımarık ve benmerkezci olma ihtimali ne kadardır?
Bencilliğin öne çıktığı ailelerde paylaşımcılık oldukça azalmaktadır. Bu türden ailelerde çocuklar genelde oyuncaklarını paylaşamamakta annesiyle gittiği evde gördüğü eşyayı da kendisinin olduğu iddiasıyla sahiplenmektedir. Kendi malını harcarken olabildiğince tutumlu hatta cimri olurken, başkasına ait bir malı (mesela kamuya ait bir malı) harcar iken savurgan olabilmektedir. Sonuçta bu çocuklar ilerleyen yaşlarda genel olarak bencil, şımarık ve benmerkezci olabilmektedirler.
- İletişimi bozuk, bencil ve alınganlığın hüküm sürdüğü ailelerden oluşan bir toplumda nasıl bir sosyal hayat ortaya çıkar?
Bu tabloda mutlu insanların olması düşünülemez. O tür bir yapıda sık sık iletişim kazaları yaşanacak bazen insanlar yaralanırken bazen de ölmektedirler. Yani kendi köşelerine çekilerek sosyal hayattan kendini soyutlamaktadırlar. Bencil bir insan başkalarının kendi elindekilerden sahip olmalarına tahammül edemedikleri için, müthiş hasetlik ve kıskançlık yaşamaktadırlar. Başkalarının elde ettikleri şeyler onları müthiş şekilde öfkelendirdiği için, mutsuz olular.
- Boşanma oranlarının giderek artmasının sosyal sebepleri nelerdir?
Ülkemizde yüksek tahsilli, ekonomik durumları iyi ve eğitimli kişiliklerde boşanma oranları diğerlerine göre daha yüksektedirler. Bunun nedeni bu insanların daha rahat karar verebilmesi ve özgürlük düşüncesi olabilir. Çünkü eğitimsiz, ekonomik durumları kötü insanların başka çareleri olmadığı için bu evliliğe katlanmaları akla gelebilir.
- Giderek sorumluluktan kaçma eğilimi kazanan gençlerin mutlu evlilikler yaşaması ne kadar mümkündür?
Kişiler sorumluluktan kaçmaları ölçüsünde evlilikten de kaçarlar. Bu nedenle evlenmeden birliktelikler çok yaygın olmasa da gündemimize girmiş durumdadır.
- Paylaşılmayan şeyler artmaz denir. Kaliteli paylaşımların yaşanmadığı evliliklerde neler olur peki?
Kaliteli paylaşımların olmadığı evlerde güven bunalımı yaşanmaktadır. İnsanlar birbirine güvenmedikleri için bolca yalana başvurmakta; birbirlerine mesafe koymakta bu da kaliteli birlikteliği ortadan kaldırmaktadır.
- Yeni insan modelinde ne kadar çok tüketimde bulunursa kendini o kadar iyi ve mutlu hissediyor. Burada paradoksal bir durum yok mudur?
Maalesef ama gerçek bu... Bugün topluma dayatılan tüketim kültüründe çok çalışmak, çok kazanmak ve çok harcamak vardır. Bunun için kazancın ve tüketimin ahlaki, meşru ve etik olup olmadığı hiç önemsenmemekte ve sorgulanmamaktadır.
-Ailede önemli bir konuda sanırım sorun çözme yöntemleri… Bunu başarmada sihir nerededir?
İnsanlar yetişirlerken problem çözme öğretilmedi ise problemlerle yüzleşmekten korkmakta; bu nedenle de problem çözmekten kaçmakta birilerinin gelerek problemi çözmelerini beklemektedirler. Kişiler yetişme dönemlerinde örneğin televizyon kumandasını almakta problem yaşadılarsa anne ya da babanın bunu çözmesini isterler. Anne ya da baba gelip sen ablasın bırak kardeşin alsın, ya da sen küçüksün bırak ablan kullansın diyerek problemi çözdülerse ilerleyen yaşlarda da bunu beklemekte ve en küçük bir problemde hemen onlara başvurmaktadırlar. Problemlerin çözümünde kişiler haklı olduklarından yola çıkarak problemi kim haklı ya da kim güçlü bağlamında çözmeye çalışmaktadırlar. Burada sihirli sözcük sanıyorum haklı mıyım, mutlu muyum? diye sormalarıdır.. Mutlu olmayı haklı olmanın önüne geçiremez ve haklı olma yerine mutlu olmayı seçemez isek problemlerin altında kalacak ve maalesef evlilikte mutsuz insanların yanında yerimizi almış olacağız
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.