Dr. Murat Dokur: İlişki emek istemez, iki sağlıklı birey yeter!
Dr. Murat Dokur: İlişki emek istemez, iki sağlıklı birey yeter!
Bu ay çift ve aile terapisi alanında Türkiye’nin önde gelen uzmanlarından Dr. Murat Dokur’la ilişkilerde klişeler ve kalıp yargılar üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. İlişkilerin bireysel ve toplumsal izdüşümlerini felsefe, psikoloji, fizik ekseninde irdeleyip, ilişki paternlerimize, ayrılık meselesine, ilişki ve ilişkisizlik hallerimize değindik.
Evlilik kutsal bir müessese midir?
Ebeveynlerimizin ilişkilerini yaşayış biçimleri bize nasıl etkiler?
İlişki emek ister mi?
Ataerkil bir toplum düzeninde kadınlar “ilişkisiz” olma durumuyla nasıl başa çıkarlar?
Çift terapistinin işlevi nedir?
Bu ay çift ve aile terapisi alanında Türkiye’nin önde gelen uzmanlarından Dr. Murat Dokur’la ilişkilerde klişeler ve kalıp yargılar üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. İlişkilerin bireysel ve toplumsal izdüşümlerini felsefe, psikoloji, fizik ekseninde irdeleyip, ilişki paternlerimize, ayrılık meselesine, ilişki ve ilişkisizlik hallerimize değindik.
Avrupa standartlarında verilen çift ve aile terapisi eğitimlerinin Türkiye’deki öncülerinden Dokur’un özellikle felsefe ve dilbilimden beslenen tarzının onu psikoterapi alanında epey özel kıldığını düşünüyorum. Dokur, eğitimlerinde öğrencilerine terapistin çantasında iki araç olması gerektiğini anlatır. Bunlardan biri vicdan, diğeri ise isyandır. Ona göre terapist ahlaklı olabilir ancak “ahlakçı olması etik değildir”.
Kimsenin ahlak bekçiliğini yapmadan, keskin gözlem ve zekâsı, nevi şahsına münhasır duruşuyla çok danışana şifa veren, çok sayıda terapist yetiştiren hocam Murat Dokur ile sizi baş başa bırakıyorum.
‘İLİŞKİYİ MASUM KILMAK BİR YERE KADAR ELİMİZDEDİR’
İlk olarak evliliğin kutsal bir müessese olarak görülme algısı üzerine konuşalım isterim. Bu algının temelinde yatan motivasyon nedir sizce?
Varoluşta yapısallık adına, düzen ve değişim denkleminde yaşarız. (Morfogenesis/morfostasis). Kutsallık kelimesi ise düzen adına dokunulmazlık, değiştirilemezlik ve korunabilirlik tanımları ile belirlenmiş bir ifadedir. Bu noktada, kişilerin düzenle ifade edilen, güven, tekinlilik, denge, devamlılık, yaşamın ve türün sürdürülebilirliğinde taraf olma ağırlığı vardır. Bu nedenle de ortak bir kabulle böyle bir algı ve bu algıya dayalı konservatif bir söylem hakim oluyor.
Bu konservatif söylem yani “kutsallık” algısı ayrılıkları da zorlaştırıyor olsa gerek.
Konservatif oluş bireyselde olduğu kadar birliktelikte de söz konusudur. Her iki kişinin de ilişkiyi korumaya yönelik taraflarının ittifakı, düzeni de arkalarına aldıklarında, ayrılmak isteyen tarafa karşı daha güçlü bir yan oluşturacaktır. Birliktelik aslında, fizik yasaları dahilinde yapısal belirlenmişlik çerçevesinde bir arada tutan, rastgelelik ve düzensizliğe karşıt olan güçlerle dağılmaya yol açan güçlerin mücadelesidir (entropi/negentropi). Merkezi güç, uzaysal güce karşı/karşıt, daha güçlü olmaya çaba gösterir (konservatizm).
Eğitimlerinizde sık sık dile getirdiğiniz “kişiler masumdur, ilişkiler değil” ifadeniz var. İlişkiyi oluşturan kişiler niçin ilişkiyi masum kılamıyor?
Masumiyet tanımı aktüel gerçekliğe uygunluk ve memetik belirlenmişlikle karakterize olsa da öznel ve yanlı bir ifadedir. Çoklu gerçekliklerin ve çok sistemli belirlenmişliğin, bizim tasavvur ve tasarruflarımıza uymadığında, bir anlamda masum olmayış vurgusunda olabiliyoruz. Materyalist felsefe zemininde ve yapısal belirlenmişçilikle değerlendirildiğinde, sistem – birey ilişkisinde karşılıklı belirlenme söz konusu olsa da asıl güçlü olan sistemdir sadece. Bu yüzden, ilişkiyi masum kılmak bir yere kadar elimizdedir.
Çoklu gerçeklik derken neyi kastediyorsunuz?
Üç majör gerçeklik tanımında duruma bakıyoruz. Kozmik gerçeklik, öznel gerçeklik ve ilişki gerçekliği. Mikrodan makro sisteme kadar birçok aşamalı sistem vardır. Bu üçlü tanım, her aşama ve kesitte söz konusu olur. Hem iç dinamiklerimiz ve psikodinamiklerimizle hem de dış gerçekliğin sistemik ve dinamik özelliklerinin geçişi ile değerlendirildiğinde çok kavşaklı, çok eksenli ve çok ara yüzlü bir üç boyutluluk (transaksiyonel matriks) karşımıza çıkar. Bizim gerçeklik modelimiz devreye girdiğinde, terapötik sistem içinde ara yüzler daha da artar ve bu durumda bizim kaçınılmaz olarak çoklu ve değişebilir hipotezlerle, çoklu gerçeklik idrakinde çalışmamız söz konusudur.
Önceki ilişkilerimizden gelen izler, ebeveynlerimizin ilişki biçimleri ilişki paternlerimizi oluşturuyor. Yaşadığımız her ilişki, ilişki paternlerimizle belirleniyor aslında. Karşı tarafın paternleriyle kendi paternlerimizi uyumlamak ne kadar mümkün?
Bireysel inanı sistemi olarak adlandırabileceğimiz durum, bizim çok kuşaklı belirlenişimizle, genetik olduğu kadar, sosyal genetik olarak uğradığımız muamelelerle, çoklu travmatik bir süreç mağduru olma kaçınılmazlığımızla, erken çocukluk döneminden itibaren yaşadığımız olumlu ve olumsuz ara eylemsellik ve etkileşimsel yaşantılarla oluşuyor. Birleşik inanı sistemleri diyebileceğimiz ilişkiler, bizim tarafımızdan belirlendiği kadar, bizi belirleyen niteliktedir. Bir miktar dikkat, farkındalık ve çaba ile uyum adına, daha iyi ele alınması, baş edilmesi, sevk ve idaresi mümkün olan özelliklerdir bunlar.
Bu bağlamda ilişki emek ister mi?
İlişki emek istemez. İki sağlıklı birey yeter.
‘FARKLILAŞMA BİRLİĞİN VE DEVAMLILIĞIN ZORA GİRMESİNE SEBEP OLABİLİR’
Uzun süreli ilişki yaşayan kişiler farklı yönlere doğru (ideolojik, kültürel ya da sosyal anlamda) değişim yaşadıklarında ilişkinin selameti açısından bu durumla nasıl başa çıkabilirler?
Konu yetişkin gelişimi ve her bir birey evrilme özgürlüğü dahilinde değişir, gelişir ve farklılaşır zaman içinde. Bu farklılaşma, ilişkinin çatlaklarından başlayarak birliğin ve devamlılığın zora girmesine sebep olabilir. Bu durumda da bir danışmanla çalışılması salık verilebilir.
Terapistin bu durumda ilişkide nasıl bir işlevi oluyor?
Danışanların gerçeklikleriyle karşılaşmak, onlarla birlikte bu gerçekliğe yeniden giriş yapmak ve bu terapötik birlik içinde aksaklıklar, zorluk alanları, disfonksiyonlara sebep olan faktörler, altta yatan nedensel ve patolojik özellikler, kişilerin kendilerine bile ifade etmedikleri özelliklerin kestirilebilirliğinde, bir projeksiyon dahilinde, daha iyi fonksiyon edebilmelerini sağlayacak görece kalkınmış bir stabiliteye varılabilmesidir. Yani ayrışma, farklılaşma ve bireyselleşme problemlerinin halledilmesi, matem/yas ve travmaların çalışılabilmesi, erken dönemden itibaren söz konusu olan disfonksiyonel paternlerin düzeltilebilmesi, yeni deneyimler yoluyla iyileşme, değişme ve gelişmenin önünün açılabilmesi ve alternatif kalıpların harekete geçmesinin sağlanabilmesi vb. amaç edinilir.
İlişkilerin de son kullanma tarihleri var. Ancak bu durum, kişiler için yüzleşmesi epey güç bir mesele haline gelebiliyor. Bazen de taraflardan biri bunu kabullenirken, diğeri kabullenemiyor. Bununla ilgili neler söylersiniz?
İlişkilerin devamlılığı olmakla birlikte, kendi içindeki çeşitliliğe göre, aktif ve iyi yaşanabilirliklerinin belirli süreleri olabilmektedir. Ancak bu süreler, kişiler için farklılık gösterdiğinden dolayı, birinin pozisyon alışı diğerine uymayabilir. Bu durum, ilişki hakkında mücadeleli bir yaşantıyı getirir. Bu ise ilişkiyi en kötü etkileyen durum olacaktır. Kabullenmek aslında, bir gerçeklik karşısında yenilgiyi ifade eder ve gerçekleşmesi zor olan bir durumdur.
‘EVLİLİK MAKRO EŞİTSİZLİĞİN MİKRO VERSİYONUDUR’
Evlenmeye ve çevrelerindeki erkeklerden sürekli destek almaya, onlara bağımlı olmaya itildikleri bir toplum düzeninde kadınlar yalnız/ilişkisiz olma ihtimaliyle nasıl başa çıkabilirler?
Evlilik makro eşitsizliğin mikro versiyonudur. Eşitsizlik, zorlu işleyişlerle birliktedir. Despotizm en kolay çocukları ve güçsüz kadınları etkiler. Yamuk bir kuşak geçişli belirlenmişlikle, kadınların alta düşmüşlük ve mağduriyeti ile talihsiz bir süreç vardır. Bu konuda bitmeyen bir mücadele ve pozitif ayrımcılıkla karakterize bir pozisyon alış kaçınılmaz olacaktır.
Bir ilişkideki cinsel isteksizliği, “aslında” ilişkiye olan isteksizlik olarak değerlendirebilir miyiz?
Değerlendirilebilir ancak tamamı değildir. Ancak hem içsel hem de ilişkisel ve dışsal birçok faktörün kombininde ortaya çıkan bir durumdur. Ancak çoklu hipotezle değerlendirilebilmesi mümkündür.
Dr. Murat Dokur kimdir?
1983’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden mezun olan Dokur 1985-1991 yıllarında aynı fakültede psikiyatri ihtisası yaptı. 1988-1989’da Mental Research Institute (MRI), Palo Alto, Kaliforniya’da Kısa Psikoterapi (Stratejik-İnteraksiyonel-Problem Çözücü) ve Aile-Çift Terapisi eğitim programlarını tamamladı. 1984-1994 yıllarında Überlingen Moreno Enstitüsü’ne bağlı olarak Psikodrama Grup Terapisi eğitimi aldı. 1989’da Peter Sifneos’un Kısa Dönemli Dinamik Psikoterapi, 1992-1994’te Dr. Cahit Ardalı tarafından yapılan Dinamik Süpervizyon Grubu ve Dinamik Psikoterapi Gruplarına katıldı. 1995’te ABD’de Daniel Stern’ün Yenidoğan Psikiyatrisi-Yetişkin Psikoterapisi ve Habib Davanloo’nun Kısa Dönemli Dinamik Psikoterapi çalışma gruplarında yer aldı.
1994-1999 yıllarında İstanbul Üniversitesi Psikoloji ve Pedagoji Bölümleri’nde ders veren Dokur Aile ve Evlilik Terapileri Derneği Kurucu Başkanıdır ve Başkanlığı halen devam etmektedir. Psikiyatrist/psikoterapist olarak klinik çalışmalarına devam eden Dokur aynı zamanda Arel Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktora öğrencilerine ders vermektedir.
Tuğçe Isıyel kimdir?
İstanbul Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü'nden mezun oldu. Londra'da Middlesex Üniversitesi'nde ve Türkiye'de psikanalizle ilgili çeşitli eğitimler aldı. EFTA-Avrupa Aile Terapisi Derneği (European Family Therapy Association) tarafından sertifikalanan Aile ve Çift Terapisi eğitiminin temel ve ileri düzeyini tamamladı. Esenyurt Üniversitesi Klinik Psikoloji alanında yüksek lisans yaptı. İstanbul'da yetişkin, çift ve aile alanında psikoterapist olarak çalışmaktadır. Aynı zamanda “Psikanalitik Edebiyat Okumaları” isimli bir atölye çalışması yürütüyor ve çeşitli dergilerde inceleme, deneme, eleştiri türünde yazılar yazıyor.
Kaynak:www.gazeteduvar.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.