AŞK ANALİZİ ve KENDİNE YOLCULUK
“Hayatımda aşk olsun istemiştim sadece, hayatımda ‘aşk’ olsun” dedi genç kadın. Terapi odasına geldiğinde solgun bir gül gibiydi, bitkin ve özsuyu çekilmiş gibi. “Sizi buraya getiren nedir?” diye sorar sormaz anlatmaya, çağlayan gibi akmaya başladı. Haftalar süren yolculuğumuz boyunca anlattı: “Oysa sakin kafayla düşünebildiğim zamanlarda ne kadar aptalca bulurdum bunu: Birine, bir şeye öylece kapılmayı ve o kişi, insanın hayatından çekilip alınınca kendini anlamsız, hiç kimsesiz, hiç bir şeysiz hissetmeyi… Anlam bu kadar kolay mı bulunup kaybedilir? Muhabbet objesini hayatımızdan çıkardığımızda geriye “hiç” mi kalıyor ki insan kendini hiçliğe düşmüş gibi hissediyor?”
Gözleri boşluğa kilitli devam etti: “Kaç gündür işte böyleyim, durmadan dipsiz bir kuyuya düşüyorum sanki. Kesif, ağır bir hüzün var içimde, kalbim acıyor. İnsan sevmeden yaşayabilir mi? Sevmediğim zamanları hatırlamaya çalışıyorum: Birini böyle tutkuyla sevmediğim zamanları… Yüzyıl önceydi sanki ya da bir önceki hayatıma (!) aitti o zamanlar. O kadar uzak yani, o kadar uzakta… Peki, birini bu kadar “sev(e)mediğim” dönemlerde beni yaşatan neydi? Sabahları niye kalkardım yataktan, günümü ne aydınlatırdı? O zamanlar yaşamımı anlamlı kılan neydi? Bir zamanlar aşksız da yaşamak mümkün olduysa eğer, bunu şimdi de yapabilir miyim? Aşktan öncesini hatırlamakta zorlanıyorum, eski hayatıma sanki bir sis perdesinin ardından bakıyorum şimdi.”
“Mesele bir maşuktan “kurtulmak” ya da onu unutmak meselesi değil. Sev(e)meden yaşamayı becerebilir miyim? Ölmek istemeyecek kadar hayatta kalabilir miyim? Hüznümde boğulmaktan korkuyorum. Onsuz, o sonsuz kuyuya düştükçe düşmekten, düştükçe çıkmak istememekten korkuyorum.”
“ Kendimle yeniden barışır mıyım? Tanrımı yeniden sevebilir miyim? O beni sever mi?”
“Bu da geçer (mi) yâ hû? Gönülden “bu da geçer” diyebilmek her derde deva olmaz mıydı?”
“Bu duygu beni hem kendimle kavga ettiriyor, hem kendimle tanıştırıyor, barıştırıyor. Bu uzun ve karanlık gecede ben, ruhumun arka odalarına kilitlediğim, yüz çevirdiğim, tanışmak istemediğim Lucifer’le yüzleştim. Şimdi O’nunla baş başayım ve Onunla ne yapacağımı düşünüyorum. Beni teslim almak istedi, direndim: arzularımla, zaaflarımla tanıştım. Ruhum kasırgada savrulan yelkenli gibi… Bu yelkenlinin dümenini ona teslim etmeyeceğimi, ona pabuç bırakmayacağımı çok iyi biliyorum. Ama kazanamayacağını bilse de içimdeki Lucy de mücadeleden vazgeçeceğe benzemiyor. Ha, en fazla ne yapar? Biliyorum beni ara sıra (hayır aslında sık sık) rahatsız edecek, cenderelere koyacak… Ara sıra eteğimden tutup çekiştirecek, kuyulara atmak, dibe çekmek isteyecek, yapabilirse günümü öyle karartacak…
Ama ona boyun eğmeye niyetim yok. İçimde bir Lucifer varsa bir de Meryem var. Ve Tanrı da sanıyorum ki J Meryem’den yana… Arafta kalmak istemiyorum. Bir seçim yapıp bu kuyudan çıkmalıyım, yavaş yavaş da olsa…”
Onunla yolculuğumuz sürüyor, bazen berrak bakabiliyor, bazen ise tekrar karanlıkta kalıyor. Ama terapi de böyle bir şey zaten, insanın kendinden kendine yaptığı bir yolculuk, aşk da bu yolculukta çok önemli bir taşıyıcı, kıymetini bilene ve işleyebilene…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.