Prof. Dr. Yankı YAZGAN

Prof. Dr. Yankı YAZGAN

Madencinin kart borcu ve simitçinin ayfonu

Madencinin kart borcu ve simitçinin ayfonu

Maden işçilerinin gelirlerini kat kat aşan kredi kartı borçlarını ödemek için fazladan ve tehlike sınırlarını bozacak şekilde çalışmaları sebebiyle iş kazalarının arttığını söyleyen bakan bir noktaya kadar doğruyu söylüyor olabilir. Sürecin bir noktasındaki olguya dayanarak bütün sürece ilişkin açıklama yapmak siyasetçilerin üslubunda bildik bir özellik. Ancak duruma daha fazla  katkı yapan iki ek sorun var: kredi kartları limitlerini ödemeleri bölerek kişilerin ödeme güçlerinin ötesine taşımak; ürünlerin ucuz görünmesini sağlayarak erişilebilirlik algısını yaratırken insanların baştan çıkmasına olanak vermek.

Peki, insanlar baştan çıkıp çıkmamayı kendileri kontrol edemezler mi? Arzularının esiri olmamayı başaramayacak kadar acizler mi? Binlerce yıldır dinler başta olmak üzere bir çok kurumun baştan çıkarılmaya karşı bulduğu formüllerin genellikle yasaklayıcılık yolunu tutması pek rasgele bir tercih değil.

‘Baştan çıkma’ (‘ayranı yok içmeye…’ denecek durumlarda) bir an meselesi gibi gözükse bile, o anlarda sadece arzu ya da tutku uyandıran nesne etkili değildir. Durumu değerlendirmeyi ve özdenetimi sağlayan ve öğrenme süreçlerinde milyonlarca an boyunca inşa edilmiş olan beyin önbölgesi bu durumu dengeleyici olabilir. Düşünme, taşınma, muhakeme etme, doğruyu yanlışı ayırd etme, doğruyu ve iyiyi yapma yetilerinin gelişmesini sağlayacak beyinsel altyapının ve bunun ürünü olan zihinsel yetilerin körelmesi için uğraşanların sorumluluklarını ne unutturabilir?

‘Simitçinin bile ayfon’u var’ diye başlayan konuşmalarda kimin ayfon sahibi olmaya hakkı olduğu tartışılırken, statü sembolü kullanımının günümüzdeki asıl amaçları gözden kaçmasın. Geçtiğimiz yüzyıllarda üretim ilişkilerindeki değişime paralel olarak statünün alınıp satılabilir bir simge-meta olması, bugün bu simge-metaların pahalıca ama kafaya koydunuz mu alınabilir güç yettirilebilir olmasının öncülü sayılabilir. Herkesin zenginmiş gibi yapmasına olanak veren ayfon’lar (o da olmazsa ‘doğan görünümlü şahin’ler) güçlünün haklı olduğu bir dünyada güçsüz hissedenlerin kalkanı olabiliyor. Statü yükseldikçe korunması için daha fazla gayret gerektirdiğinden, statü sembollerini elde etmek bir hayat amacı haline de geliyor. Bu durumun sosyal, ekonomik sebeplerini bilenler anlayanlar açıklamakta. Hangi bireysel ihtiyaç bu etkenlere zemin teşkil ediyor peki? Altta kalmak, güçsüzlük çok korkutucu. Bu korkuyu gizlemek için her şeyi yapmak mümkün.

***

Bıçkın Bitirim Faruk

Okul yıllarından tanıyıp bugüne kadarki hayatlarını 40 yıl içinde izleyebildiğim çocukların yaşadıklarından oluşturduğum yazıların nereye varacağını soran okurlar çok. Macit’in derdi ne, Ömer dikkat eksikliği mi?

O zamanki davranış profillerinin (geçmişlerini tanılamaya girişmeden) bugünkü durumlarındaki rolünü anlamaya dönük bu öyküler henüz tam değil, ama çocukların bugün yaşadıklarının bugünde kalmayacağını anlamak için her büyümüş çocuk gibi geçmişi hatırlamak gerek. Uzunlamasına takip dediğim bu kurgusal araştırma devam edecek. Ama önce yine 40 yıl geriye gideceğim.

Orta 2’de dönemin en seçme ‘fırlama’larından oluşan bu sınıfta ne işim var sorusunun cevabını bulmuştum: Uslandırıcı. Sınıftaki gürültü ve kaosu tasvir etmekte zorlanıyorum, ama öylesini bir daha pek görmedim desem yalan olmaz. 13-14 yaşındaki erkeklerin yoğun mevcudiyeti havadaki ter kokusundan anlaşılabilirdi. O yıllarda nadir sayılmayan bir durum olan ‘iki senelik’ öğrenciler sınıfın dörtte birini oluşturuyordu. Bir başka dörtte birinde de ders başarılarına, ilgilerine baktığınızda müstakbel iki senelikler, kalan yarısında da benim gibi derse düşkün, etliye sütlüye karışmaz cinsten olanlar vardı.

İki senelikler, sınavla girilen bu okulda bir sebeple pilleri bitip derslerden kopmuş, akıllı ama başarısız bir çocuk grubuydu. Içlerinde hayta ve haylaz olarak tanımlanmış olanlar yanısıra ürkek, aklı başka türlü çalıştığı için öğrenemeyen, şekingenler de vardı. Grubun bir tür lideri olan Faruk haylaz hatta serseri tanımına daha çok uyan, kravatın altında gömleğinin üstten 3 düğmesi açık gezen, itip kakmaya yatkın, sesinin ayarı olmayan bir çocuktu. Hem yaşının büyüklüğü, hem de hızlı gelişmesinin işareti sakallar ona ciddi bir ‘baba’ görüntüsü veriyordu. Cinsel konularda kendini uzman görüyor, bu uzmanlığı kabul edenler gözünde elden ele gezen açık saçık kitapçıkların ilk okumasını yapmakla görevli sayılıyordu. Zaten ilgisini giderek daha az çeken derslere pek zaman bırakmayan yaşamına bitirimlik hakimdi.

Öğretmenliğe yeni başlamış bir ‘Yurttaşlıkçı’ olan Nurten hanım sınıftaki ilk dersine sesi titreyerek başladığında içimden ‘eyvah’ demiştim. Nurten hanım tanışma amaçlı ısınma sorularına ön sıralardan başladı: Büyüyünce ne olmak istersin? Pilot, asker, doktor, mühendis diye gidiyorduk. Fazla bir pürüz çıkmadan arka sağ köşeye ulaştık derken, Faruk ayağa kalktı: ‘hocam, ben büyüyünce baba olmak istiyorum.’ Nasıl diyemeden devam etti: ‘ annesi siz olur musunuz?’

Faruk bir sonraki evci çıkışından okula geri dönmedi. ‘Kovulmuş’ diye duyduk. Şimdi dönüp baktığımda bu ‘suç’un kovulma sebebi olup olmayacağını düşünüyorum. Bir okuldan kovulmak için ne yapmak gerekir, ne olursa, ne yapılırsa bir çocuğun eğitim hayatını sürdürmesini pratik olarak imkansızlaştırma ‘hak’kı elde edilir, diye sorguluyorum.

Faruk’a epey bir zaman sonra havaalanında rastladım. Küçük kentin havaalanındaki büfelerden birisini işletiyordu. Sakız almak için tezgaha yanaştığımdan ben onu tanımadım, o da beni tanımadı. Vergi levhasında adını gördüğümde, gelen giden müşterilerle sertçe konuşan, sesinin ayarı olmayan bu adamın Faruk olduğunu anladım. Dükkandan çıktıktan sonra geri dönüp kendimi tanıtmaya hal hatır sormaya karar verdim. Liseye devam etmemiş, babasının yanında okul kantinciliği işinde çalışmış, askerlik, evlilikler, çocuklarla ve iki torunla geçmiş bir hayat yaşamıştı. Suça karışmış mıydı? Uyuşturucu kullanmış mıydı? Kaza yapmış, sağlığını ihmal  etmiş miydi? Çocuklarıyla ilişkisi nasıldı? Ömer’in oğlundan şikayetlendiği gibi o da çocuklarından yana dertli miydi? Okumuş, adam olmuş olan var mıydı? Bir sahici araştırma olsaydı soracağım bu soruları soramadan ayrıldık.

Birgün 

Bu yazı toplam 7787 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Prof. Dr. Yankı YAZGAN Arşivi