Prof. Dr. Yankı YAZGAN

Prof. Dr. Yankı YAZGAN

Ezilmek alışkanlık yaratabilir mi?

Ezilmek alışkanlık yaratabilir mi?

Gülşen İşeri ile Eylül 2009’da yaptığımız yayımlanmamış bir söyleşiden alıntılarla bu haftaki yazıyı oluşturdum. Söyleşinin vesilesi o sıralar yayımlanmış olan ‘Akıl Çizgileri’ kitabımdı.

Toplumda statü  sahibi olanlar bazı insani şeyleri unutuyor, değil mi? Mesela iyilik kavramı?

Statü sahibi olan insanların birçoğu kendilerinin hemen her konuda başkalarında bulunmayan hakların doğal ve ebedi sahibi olduğunu düşünüyor. Varsayıyor. Bu haklar realitenin bir parçası olarak hayatına girmiş olan birçok kişi ise, bu haklarından rahatsızlık duyuyor. Statü sahiplerinden böyle olanlar statülerini kısa sürede yitirebiliyor. Güçsüz sayıldıklarından ötürü. Kim tarafından? Haklarını çiğnemekten rahatsız olduğu insanlar, haklarının çiğnenmesine alışmış oldukları için. Ezilmek alışkanlık yaratır mı? Ezilmeyi bağımlı kılıcı yöntemlerle birleştirirseniz, ezmeden altta tutarsanız, bu mümkün. Biraz paradoksal gelebilir.

İyilik, kötülük kavramlarını yazılarınızda sıkça kullanıyorsunuz.

Biraz felsefi kaçıyor belki, ama iyi olmak, doğruculuk, bir başkasını bilerek incitmekten kaçınma gibi değerlere hayatımızda yer verdiğimiz ölçüde daha mutlu olabiliriz… Aklıma geliveren bir örneği aktarayım. Kitap çalma alışkanlığı, genç olduğumuz yıllarda çok yaygındı… Beni ne engelledi? Çalma alışkanlığı olan bir arkadaş grubunun içinde yer aldıysam da;  iyiliğimden değil, yapmaya korktuğum için uzak durdum. Bir gün, “artık ben de yapacağım” diye cesaretlenip, harekete geçtiğimde, önce bir kitabı parayla alıp, şüphe çekmeme gibi bir ‘plan’ yaptım. Satın almak istediğim kitabı (Freud and His Followers adlı bir kitap, 1979 yılındayız), fiyatı nedir diye sormak için o gün kasada oturan kitabevi sahibine götürdüğümde (Osmanbey’deki Avrupai Sander Kitabevi), kitabı çevirip şöyle bir baktı. “Bunun kenarı yırtılıp, yıpranmış, sen de buraya sık geliyorsun, bu da hediyem olsun, para istemez” dedi… Ben ilk ‘eylem günü’mde bu iyilik eylemi karşısında dağıldım. O güne kadar o kitabevinden çalınmış bütün kitapları arkadaşlarımın evinden toplayıp getirecektim mümkün olsa. O dönem, şimdiki korsan kitap alışkanlığı olmadığı için, gençlerin parasının az olması, kitap okumanın yüce bir amaç sayılması ile birleşince, bu durum aleni hırsızlıkları da meşrulaştırıyordu. Ancak, davranışın somut sonucunu görme fırsatının (kitabevi sahibinin gönlü bol davranışını gördüğümde olduğu gibi) doğması, amaçlarımızı ya da eylemlerimizi sorgulamamızı sağlar. Karşımızdakinin iyi biri olduğunu görmek, bizde de iyi olma, karşımızdakine karşılık verme hissini uyandırır. Dünya bu biçimde dönüyor belki de.

Bu kavram biraz da vicdan sorgulatması yapıyor değil mi?

Vicdan, mistik ya da dinsel bir kavram sayılmakla birlikte, aynı zamanda iç dünyamızın dışarısıyla dengede olmasını sağlayan bir psikolojik aygıtımız. Vicdanlı olmaktan vazgeçmemek, yaşamanın bir gereği. Bu ihtiyacı anlamanın yolu, öyle olmadığımız zamanları düşünmekten  geçer… 

Günümüzde sadaka kültürü ön planda. Bu da bir anlamıyla vicdan rahatlatma mı?

Vicdanın sesini dinlemekle, vicdanını rahatlatmak arasında fark var. Örneğin, iftar çadırı  kurmak, vicdanı rahatlatıcı olabilir. Bunu şehir meydanına iftar çadırı kurarak yapmak ise, gösteriş kültürünün bir parçası… 90’larda çıkmış gösteriş kültürünün, hayatlarında dine ağırlık veren insanların dünyasındaki yansıması. Sadaka, insan olmanın verdiği temel hakları değil, sadaka verenin vicdani rahatlığını gözeten yanıyla, tek taraflı bir ‘iyilik’ durumu yaratıyor. Bu çerçevede, vicdan ve iyilik gibi ‘ahlaki’ sayılacak kavramlar karşılıklılık, denklik ile birleşmediğinde yetersiz kalır; hatta ezici, altta bırakıcı bir etki de yaratmaktadır, diyebilirim. Karşılıklı, birbirini gözeten, karşılık beklemeyen, ama karşılığını kendiliğinden oluşturan... Daha önemlisi, bireyler olarak, sadaka değil, hakkımız neyse onu istiyoruz, diyebilmek...

Ama topluma büyük bir iyilik yapılıyor yardım edenlerin dilinde…

İyilik yapma, sahtekârlığa en uygun kılıfı da sağlayabilir. Benim de uzman kadrosundan katıldığım bir televizyon şovunda otizm hastaları için bağış toplanmaktaydı… Şöhretler, büyük işadamları aklınıza gelen herkes arıyor, ismi anons ediliyor, bilmem şu kadar bağış yaptı vs… Ama aylar sonunda, bir de bakıyorsunuz ki, büyük bağışçıların çoğu, yaklaşık üçte ikisi vaatlerini tutmamış. Her şeyin sahtesi var; kopyacılığın makbul sayıldığı bir kültürde, bağış yapmış gibi gözüküp, sonra yan çizmek sürpriz sayılmaz.

birgun.net

Bu yazı toplam 10520 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Yankı YAZGAN Arşivi