Prof. Dr. Erol Göka

Prof. Dr. Erol Göka

İslam'da ölenin ardından matem var mıdır?

İslam'da ölenin ardından matem var mıdır?

En basit toplumsal yapılanmadan en karmaşık olanına, tüm toplumların tarihinde ölümle ilgili konular, kültürün temel ve kurucu bir öğesi olarak karşımıza çıkıyor. Buna bağlı olarak, her kültürde ölü kültü ve cenaze törenleri günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası oluyor. Her kültür, daha ölüm sürecinin yaklaşmaya başlamasından itibaren, ölümün gerçekleşmesi, cenazenin ne yapılacağı, geride kalanların nasıl davranacağı hususunda kendine göre bir davranış repertuarına sahip. Böyle durumlarda neler yapılacağını herkes biliyor, kendimizi fark ettiğimizden beri ölüm ve matem ritüelleri kafamıza kazınıyor. Bunlar arasında cenaze törenleri çok özel bir yere sahip. Ölümün gerçekleştiğinden emin olunan ama ölenlere bir türlü ulaşılamayan kaza, denizde boğulma gibi durumlarda bile mevtanın yakınlarının bir biçimde mutlaka ölenin bedenini bulma istekleri, doğal afetler sırasında canlı kalma ihtimalinin hiç olmadığı hallerde dahi ölü bedenini görmeden kişinin öldüğüne inanmama halleri, her toplumda görülen davranışlar. Ölenin yakınları ne yapıp edip bir biçimde onun cansız bedenini görmek ve cenaze törenini yapmak istiyorlar.

Ölüm ve yas sürecinde kültürümüzde, ki hemen tüm kültürlerde böyledir, dikkat çeken husus, tüm bu uygulamaların din olgusuyla iç içe geçmesidir. Dinsellik ve dinsel motifler, ölüm ve yas sürecinin her aşamasını ve her noktasını belirler. Öyle ki yaşamı boyunca dini yaşantıyla uzaktan yakından ilgisi olmayanlar bile, bir yakınlarını kaybettiklerinde, bir cenazeye gittiklerinde kendilerini dinin içinde buluverir, dinsel atmosferin egemen olduğu yas sürecinde ilgilerini dinsel uygulama ve söylemlere yoğunlaştırırlar. Ölüm ve yas sürecinde dinsel metinler, uygulamalar ve mekânlar yoğun biçimde kullanılırken, din görevlileri de tüm süreçte şu veya bu şekilde yer alırlar.

Yas yaşantısındaki güçlüklerle başa çıkmada dinsel uygulama ve söylemler tartışmasız bir işlev üstleniyor. Herkes, ölüm sonrası dinsel uygulamalardan tek bir tanesinin bile eksik kalmaması için inanılmaz bir titizlik gösteriyor. Bu nedenle ölüm ve yas gibi yaşamın güçlükleriyle, karşılaşılan sorun ve sıkıntılarla dinsel inançlarını kullanarak baş etmeye çalışmaya “dinsel başa çıkma süreci” adı veriliyor.

Matem sürecinde karşılaşılan sorunun insanın kişisel denetiminin dışında kalması ve isteğinin dışında cereyan etmesi, çok geniş çaplı ve şiddetli olması hallerinde de dinsel açıklama ve başa çıkma yollarına daha çokça başvurulduğu biliniyor. Böyle zamanlarda dinsel inançların yararlı olduğu araştırmalarla da ortaya konuyor.

Ölümle başa çıkmada, acılarımızı hayata anlam kazandırma yönünde dönüştürebilmenin payı büyük. Bunda başarılı olma düzeyimiz, elbette bizim değer dünyamız, dünya görüşümüz ve anlam haritalarımızla doğru orantılı. Dini inançlar; dayanışma, iyimserlik, umutlandırma gibi işlevlerinin yanı sıra, ölüm-ötesi hayat konularında olumlu görüş bildirme, sabretmeyi önerme ve Yaratıcı’ya güvenme gibi olumlu ruhsal potansiyeller içeriyor. Bireyin anlam sistemlerini korumada ve olumsuz bir durum karşısında “Allah kimseye baş edemeyeceği yük yüklemez”, “Bu olayı benim başıma vermesinden Allah’ın bir muradı olmalı” gibi düşünceler kaybın kabul edilmesini kolaylaştırıyor.

Dini inanış ve tutumlar, ölüm ve yas sürecinde birçok olumlu ruhsal potansiyeller içermekle birlikte, özellikle yas sürecinin sağlıklı biçimde seyretmesine engel olabilecek bazı marjinal yaklaşımlar da var. İslam dünyasında ve ülkemizde bu tür yaklaşımların en bilineni, yas tutmanın günah olduğuna ilişkindir ve hadislere dayandırılmaktadır.

“İslam dininde yasın yeri” başlıklı bir tartışma, şüphesiz bizim konumuz değildir. Ancak yas yaşayan insanlara yardım etmekle görevli kimseler olarak sağlıklı bir yas süreci seyrinde kültürümüzdeki olumlu ve olumsuz potansiyelleri bilmemiz gerekir. Bu nedenle özellikle yas süreci üzerine çalışan psikoterapistlere ve ruh sağlığı çalışanlarına yardımcı olmak amacıyla bize de bu konuda bir söz düşmektedir. Biz İslam dininde kısa süreli, kısıtlanmış tepki dışında yas tutmanın yasak olduğunu söyleyenlerin Hz. Peygamber’in hadislerini yanlış yorumladıklarını düşünüyoruz.

İslam Peygamberi’nin “Ölü için yüksek sesle ağlamak, siyah elbise giymek, siyah perdeler ve rozetler, işaretler asmak caiz değildir” dediği, matemlerini gerekçe gösterip elbisesini yırtan ve bağırıp çağıran insanları kınadığı, ölü için yüksek sesle ağlamanın ölüye sıkıntı vereceğini bildirdiği birçoklarınca doğrulanmış bir bilgidir. Kimileri Hz. Muhammed’in bu tutumlarından, İslam dininde yas tutmanın yasak olduğu sonucuna varıyorlar, insanların yakınlarını kaybetmelerinin ardından üç günden fazla kederlenmemeleri gerektiğini dinin emriymiş gibi sunuyorlar. Kaybedilen kimse eş ise, bu sürenin “en fazla dört ay on gün” olabileceğini söylüyorlar.

Yas tutma hakkında İslam dininin ne söylediği konusunda, çoğu zaman oldukça sert ve uzlaşmaz bir üslupla dile getirilen bu görüşler, yas sürecinin psikolojisiyle ve nasıl ele alınması gerektiğiyle ilgili bilgimizle büyük ölçüde çelişmesi bir yana, dini gerçeklerle de uyum içinde olmasa gerek. Henüz yakınını kaybetmiş ve matem sürecine girmiş olan, kederden içi yanan birine dinen yas tutmanın yasak olduğu söylense veya matem yaşayan insan bu görüşleri bir yerlerden okusa nasıl bir ruh haline gireceğini tahmin etmek zor değil. Kanaatimizce, kimsenin din adına matem yaşayan insanlara böyle eza cefa etmeye hakkı bulunmuyor. Yakınını kaybetmiş bir insanın her şeyden önce sevgi ve şefkate, inceliğe ve zarafete, duyarlılığa ve nezakete ihtiyacı vardır. Tüm bu özellikleri içeren, kucaklayıcı ve anlayıcı bir bakış dinden gelmeyecekse nereden gelecektir?

Çok şükür ki İslam dininde yas tutmaya ilişkin yaygın kanaat, İslam âlimlerinin üzerinde ittifak ettikleri, halkın da haklı bulup inandığı görüş, yası yasaklayıcı, acımasız yorumdan çok ama çok farklı.

Hz. Muhammed’in sevgili eşi Hz. Hatice’nin ve O’nun üzerinde çok emeği olan amcası Ebu Talib’in vefat ettikleri yıla, İslam Peygamberi ve ailesi çok etkilendiği için “hüzün yılı” dendiğini tüm tarihçiler kaydeder.

Hz. Muhammed’in, hem yakın arkadaşlarının hem çocuklarının vefatında gözyaşı döktüğü bilinir. Kızı Rukiyye’nin ölümünde yanında ağlayan Hz. Fatıma’nın gözyaşlarını kendi eliyle sildiği de kayıtlara geçmiştir. Hz. Peygamber’in oğlu İbrahim’in ölümü üzerine gözleri yaşardığında, “Sen de mi ağlıyorsun?” diyen kimseye “Bu gördüğün hal şefkat eseridir… Göz yaşarır, kalp kederlenir. Biz ancak Rabbimizin razı olacağı sözleri söyleriz. Ey İbrahim biz senin firakınla kederliyiz” dediği bilinir. Yine Hz. Peygamber’in, kızı Zeynep’in ölüm halindeki oğlu kendisine getirilince gözleri dolmuş, gözyaşlarını “Bu kalbin rikkatidir. Allah onu sevdiği kullarının kalbine koymuştur. O ancak yumuşak kalpli olanlara merhamet eder” diye açıklamıştır.

Hz. Muhammed’in kızı Rukiyye’nin cenazesinde ağlayan kadınlara müdahale etmek isteyen Hz. Ömer’e söylediği şu sözler İslam’ın mateme bakışını olanca netliğiyle ortaya koymaktadır: “Bırak ey Ömer! Cenazede şeytan anmasını size yasaklarım. Eğer ağlamak gözden ve kalpten gelirse, o, Allah’ın rahmetinin eseridir. Eğer dilden ve elden gelirse, dil bağırır, el de yaka paça yırtarsa, bu da şeytandandır.” İslam Peygamberi’nin“Müminin ölümüne gökler ağlar” hadisi de birçok acılı kalbe şifa olmuştur.

Bu gerçekler göz önünde bulundurulduğunda, cenazeye katılmanın, ölenler için dua etmenin ve hasta ziyaretinin dinimizde ne kadar önemli olduğu gibi olgular da bu bilgiye katıldığında, İslam dininin kayıp acısı yaşayan insanlara karşı şefkatsiz ve kayıtsız kalacağı ya da sertlikle mukabele edeceği düşünülemez. Dinin varlık nedeni, insana bakışı, psikolojik gerçekliği en derinden kavrayışı hep birlikte düşünüldüğünde Hz. Peygamber’in söz ve uyarılarının, dini inanışı zorlayacak, ona ters düşecek, Yaratıcı’ya isyana yol açan matem tepkilerine yönelik olduğu kolayca anlaşılacaktır. Yasaklanmış olan, İslam öncesi döneme ait ve İslam’ın temel önermelerine açıkça ters matem gelenekleridir yoksa insanın psikolojik yapısının doğal işleyişinin sonucu olan matem süreci değil. Karşı çıkılan matem değil, matemin dine uygun olmayan şekilleridir ki, bir dinin kendi önermiş olduğu ritüellerin hayata geçirilmesini talep etmesi de anlaşılır bir durumdur.

İslam’da matem konusunu değerlendiren âlimlerin görüşleri de İslam dininde yasın, matemin, hüznün kendisine değil; bunun “Yaratıcı’ya isyan” olarak yorumlanabilecek şekilde ritüelleşmiş boyutuna karşı olunduğu doğrultusundadır. Siyah giymenin, aylarca gülmemenin, düğün dernek yapmamanın hoş görülmediği ama matemin kendisinin, hüzünlenmenin, isyan etmeden ağlamanın engellenmediği, hatta bunların insanı olgunlaştırıcı tecrübeler olarak kabul edildiği belirtilir. Matem sürecine verilen bu dini önem nedeniyle yedi, kırk, elli iki mevlitlerine de karşı çıkılmamış, bunların örfi uygulamalar olarak veya “bidat-i hasene” kapsamında ele alınabileceği vurgulanmıştır.

İslam öncesi yas törenlerinde yapılan saç yolma, elbiseleri yırtma, günlerce feryat figan ağlayıp ağıtlar yakma gibi âdetler düşünüldüğünde ve İslam dininin bunları düzeltmeye çalıştığı göz önünde bulundurulduğunda her şey daha kolay anlaşılır hale gelir. İslam dini, yas törenlerinin Yaratıcı’ya isyan haline gelme riskine karşı birçok uyarıda bulunurken, insan psikolojisinin kayıp karşısında yaşadığı acıya karşı da anlayış içersinde olunmasını önermektedir.

Bütün bunları söylüyoruz çünkü sağlıklı bir din anlayışının matem yaşayan insanlar için en önemli şifa kaynağı olacağına, birçok bilim insanı gibi biz de inanıyoruz. Din adına lafzın harfi anlamına çakılıp kalan, insanı derinlemesine anlamaktan uzak, anlayıcı değil yasaklayıcı, sığ bakışların, dinin şifa verici niteliğine engel olduğunu görüp üzülüyoruz. Adeta yaşamdan, gündelik dilden kopmuş, sözüm ona “dini” bir jargonla ve kaba, sert, sığ bir din anlayışıyla yas yaşayan insanlara yaklaşanların, psikolojik bakışın gerektirdiği olgunluk içinde davranabilecekleri konusunda endişemiz olduğunu çekinmeden belirtmek zorundayız.

*Yazarın yakınlarda Timaş Yayınları arasından çıkacak “Ölme: Ölümün ve Geride Kalanların Psikolojisi” kitabından alınmıştır.

Haber10.com

Bu yazı toplam 8904 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Erol Göka Arşivi