Gücümüzün Farkında mıyız?
Çevremizde gelişen kötü olayların yanında illaki güzel hadiselerde yaşanıyor. Fakat biz bunların farkında olup mutlu olabiliyor muyuz? Hayat, aynı kalp grafiğimiz gibi inişli çıkışlı yoluna devam ederken, biz sadece iniş yönünü kullanarak kendimize eziyet ediyoruz. İnsanlığımızın gereği olarak bazen ağlıyor, üzülüyor ve kederleniyoruz. Bu hüzün çemberinin içinde devamlı kalacağımızı düşündüğümüz an, aslında kendimizi sınırlandırıyor ve daha da diplere inmeye başlıyoruz. Yaşamımız mevsimlere çok benziyor ve bize bazen kış, bazen bahar, bazen de yaz mevsimini tattırabiliyor. Biz ise bu mevsimlerin içerisinde bir fidan gibi olaylara karşı sadece şekil değiştiriyoruz.
Yaşımız kaç olursa olsun, bildiğimiz bir gerçek var ki “her leylin sonu nehar, her kışın sonu da bahardır”. Gece hiçbir zaman karanlığını sürdürmeyecek, kış ise hiçbir zaman sürekli olmayacaktır. Gecenin 6 ay sürdüğü Antartika’da bile 6 aylık gündüz süreci başlamaktadır. Nasıl ki orada yaşayan insanlar kendilerini buna adapte etmiş ve 6 ay sonra gündüzün geleceğini bilerek hayatlarını düzenli bir şekilde sürdürebiliyorlar ise biz de içinde bulunduğumuz sıkıntılarımıza kendimizi adapte edip huzurun geleceğini düşünerek bu sıkıntıların hayat düzenimizi bozmasına izin vermeyebiliriz. Ne yaparsak yapalım, hangi önlemleri alırsak alalım, hayat bize bazı sıkıntıları sunmakta ve biz bunun önüne geçememekteyiz. Normal olarak nitelendirdiğimiz her insan, tabiî ki sıkıntı karşısında gülüp geçmeyecektir. Kesinlikle bir bunalım ve üzüntü süreci atlatacaktır. Fakat muhatab olduğumuz bu olaylar karşısında bize düşen, irademizi iyi bir şekilde kullanarak az bir ruhsal zararla kurtulmaktır. Bunu başarmak çok kolay olmasa bile çok da zor değil. Ağaç kurumamışsa baharı duyarmış. Bizde içimizde barındırdığımız o fidanın kökleri ile çevremizdeki güzel olayları hissederek, bulunduğumuz sıkıntılı durumdan sıyrılmaya çalışmalıyız. Birçok kitap, dergi, internet sayfası ya da günlük yaşantıda tanık olduğumuz hadiselerde bizden daha kötü durumda olanları görmüşüzdür. Hayatta her zaman beterin beteri vardır ve içine düştüğümüz durum ne olursa olsun hiçbir zaman en kötüsü değildir. Bu bile bize bir teselli kaynağı olmalı ve kendimizi ruhsal çöküntülere sürüklememeliyiz.
İhmalden dolayı içine düştüğümüz kötü durumlardan ancak ihmallerimizi telafi ederek, hayatın bize sunduğu sürprizler karşısında ise irademizi sağlam kullanarak ve “bu benim başıma geldiyse çekmek zorundayım” ifadesini terk ederek kurtulabiliriz. Dünya tarihinde yapılmış bütün kaleler hep saldırıya uğramışlardır. Bu saldırı sonunda ne yapacağını bilmeyen ve hazırlıksız yakalanan kale kumandanları hep kaleyi kolayca teslim etmek zorunda kalmışlardır. Fakat herhangi bir saldırıya karşı gerekli önlemleri alan komutanlar ise hep düşmanlarını püskürtmüş ve kalelerinde bayraklarını dalgalandırmaya devam etmişlerdir. Ruhumuz, bizim dünyamızın kalesi ise bu kaleyi teslim etmek bu kadar kolay olmamalı. Başımıza kendi ihmalimizden dolayı gelen bir sıkıntı karşısında çökmek yerine o ihmali gidermenin yollarını aramalı, irademizi kullanarak bunun altından kalkmalıyız. Hiçbir insan yaratılışının gereği olarak çaresiz değildir. İnsanın aciz ve çaresiz kaldığı tek yer yaratıcının huzurudur. Bunun dışında dünyada başına gelebilecek her olayın altından kalkma gücü verilmiştir. Çevremizi ve bizim dışımızdaki diğer canlıları incelediğimiz zaman; başlarına gelen sıkıntılar karşısında ya kaçma reflekslerini ya da saldırma reflekslerini kullanmaktadırlar. Düşünme yetisine sahip olan insan ise üstün bir varlık olarak dünyaya gönderilmiştir. İnsan düşünce gücü ve olaylara çözüm üretme yeteneği ile kaçma ya da saldırma değil problemi çözmeye yönelik bir varlıktır. Düşüncenin sağlıklı olabilmesi için de karşılaştığımız sıkıntılar karşısında, “ben bittim, mahvoldum” psikolojisine girmemek, bunalım psikolojisinden çıkıp çözüm psikolojisine yönelmek gereklidir. Teşbihte hata olmaz kaydıyla, bu psikolojiye yönelmezsek insan dışı bir varlık ile aynı psikolojiyi taşımaya başlarız. Bunun sonucunda da çevremizden uzaklaşan veya etrafımıza zarar veren bir yapıya dönüşürüz.
İnsan anatomik olarak bütün maddi güçler, ruhsal olarak da bütün manevi güçlerle mücadele edecek şekilde dizayn edilmiştir. Önemli olan bu gücün bizde olduğunun her an farkında olmamızdır. Usta olmayan ve oyunculuk ölçütlerini taşımayan bir kişinin oynadığı tiyatro ya da sinema kimseye zevk vermez ve hiçbir akıllı yapımcıda böyle bir kişiyi sahneye sunmaz. Unutmamak gerekir ki; bu dünya sahnesine bu oyunu oynamak için gönderildiysek, bizi gönderen GÜÇ, bu oyuna uygun kriterlerimiz olmasaydı göndermezdi. Bazen dram, bazen romantizm, bazen gerilim, bazen de komedi oynarız. Ne oynarsak oynayalım, bu oyunların hepsini oynama kabiliyetimiz var ki sahneye sunulmuşuz…
Mahmut ÇAY
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi
Anatomi AD.