Gebelikte Depresyon: Sıklık, Risk Faktörleri ve Tedavisi

Gebelikte Depresyon: Sıklık, Risk Faktörleri ve Tedavisi
Gebelikte Depresyon: Sıklık, Risk Faktörleri ve Tedavisi - Kıymet Yeşilçiçek Çalık ve Songül Aktaş’taş, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar Dergisi - Sayı 2011; 3(1):142-162

Tüm dünyada sık görülen önemli bir ruh sağlığı sorunu olan depresyon, insanın işlevselliğini, yaratıcılığını, mutluluğunu ve doyumunu engelleyerek yaşam kalitesini düşürmekte ve işgücü kayıplarına yol açmaktadır. Uluslararası çalışmalar depresyonun büyük çoğunluğunun gebelik, doğum, lohusalık gibi doğurganlık süreçlerini içine alan 18-44 yaş aralığındaki kadınlarda görüldüğünü belirtmektedir. Bu süreçlerden gebelik, kadınlar için doğal bir yaşam olayı olmanın yanısıra önemli biyolojik ve psikososyal değişimlerin yaşandığı kaygı ve stres oluşturabilecek birçok etkenle karşılaşma riskinin de yüksek olduğu bir dönemdir. Geçmiş yıllarda gebelik ‘‘psikiyatrik bozukluklar için koruyucu bir dönem’’ olarak görülürken, günümüzde bu görüş kabul görmemektedir. Çünkü kadınlar gebeliği neşe, doyum, olgunluk, kendini gerçekleştirme ve mutluluk kaynağı olarak algıladığı gibi; stres, endişe, kaygılı bekleyiş, üzerinde aşırı bir yüklenme gibi olumsuz ruhsal duygulanımların da yaşanabileceği bir dönem olarak da görebilmektedir. Gebelik, kadınların yaşamında yüksek etki gösteren stres dönemidir ve sıklıkla endişe ve depresyonla birleşmektedir. Gebelik depresyonu fetüsü ve annenin iyilik halini olumsuz etkilemesi ve postpartum depresyona zemin hazırlaması nedeniyle üzerinde önemle durulması ve erken tanı koyulup tedavi edilmesi gereken bir sorundur. Bu yazıda, gebelikte görülen depresyonun tanımlanmasını, anneye ve fetüsa getireceği riskleri, korunma, tedavisi kısaca gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.

[PAGE]

Depresyonun Tanımı ve Tanı Ölçütleri

Depresyon; derin üzüntülü bir duygudurum içinde düşünce, konuşma ve hareketlerde yavaşlama ve durgunluk, değersizlik, küçüklük, güçsüzlük, isteksizlik, karamsarlık, intihar gibi duygu ve düşünceleri ile fizyolojik işlevlerde yavaşlama gibi belirtileri içeren bir sendromdur. Bu sendrom, bilişsel ve duygusal alanlarla ilgili bir çok belirtiyi kapsamaktadır. Bu belirtiler hafif düzeyden başlayıp şiddetli düzeye kadar ilerleyebilmektedir. Depresyon, birincil bir duygudurum bozukluğu biçiminde ortaya çıkabileceği gibi, bir çok psikiyatrik ve tıbbi duruma ikincil olarak da görülebilmektedir. Depresyon aynı zamanda yaygınlık, kronikleşme, tekrarlama oranlarının yüksek olması, iş gücü kaybı ve intihar riskini de artırması nedeniyle önemli sağlık sorunu olarak kabul edilmektedir.

Belirti ve Bulgular

Gebelerdeki depresif belirti ve bulguların; gebeliğin fizyolojik değişiklikleri ve yakınmalarıyla benzer özellikte olması ve subsendromal özellik gösterebilmesi nedeniyle gebelik depresyonuna tanı koymak bazen güç olabilir. Bu nedenle ebe, hemşire ve hekim doğru tanı için gebeyi fiziksel ve psikolojik yönüyle iyi değerlendirebilmeli, depresyona yönelik belirtileri ve etkin tarama yöntemlerini bilmeli, bu yöntemleri uygulayabilmelidir. Gebeliğin birinci trimesterindeki başlıca depresif belirti ve bulgular; uyku ve iştah değişiklikleri, duygulanım ve anksiyete durumlarında dalgalanma, aşırı yorgunluk, libido kaybı, konsantrasyon güçlüğüdür. Benzer şekilde gebeliğin üçüncü trimesterinde anksiyete, aşırı yorgunluk, uyku ve iştah bozuklukları, doğumla ilgili kaygılar görülebilmektedir. Bu depresif belirtiler gebeliğin ikinci trimesterinde daha az görülmektedir.  Literatürde, depresif belirtilerin gebe kadınlarda en az postpartum dönemdeki veya gebe olmayan kadınlardaki kadar sık ve yoğun görüldüğü belirtilmektedir. Gebelikteki depresif belirtiler genel depresyon belirtilerinden farklı olmamakla birlikte; hamile depresif hastalarda diğer depresif hastalara göre bulantı, mide ağrısı, sık soluk alıpverme, baş ağrısı gibi somatik şikayetler anlamlı derecede fazla görülmektedir.

[PAGE]

 

Gebelik Depresyonunda Başlıca Risk Faktörleri

Genetik Faktörler

Genetik faktörle ilgili bilgiler tam açıklığa kavuşmamıştır. Bununla birlikte gebelik-lohusalık depresyonunun yaklaşık %40-50’sinin genetik faktörle ilişkisinin olduğu ileri sürülmektedir. Literatürde genetik faktörle çevresel faktörlerin iç içe olduğu ve araştırılırken bu iki faktörün birlikte ele alınması gerektiği belirtilmektedir.

Psikolojik Faktörler

Gebenin şimdi depresyon veya anksiyete yaşaması, geçmişinde depresyon hikayesinin olması, gebeliğine yönelik zıt duygular, geçmişinde psikiyatrik hastalıkların varlığı gibi nedenler gebelik depresyonunu etkileyen psikolojik faktörlerdendir. Psikolojik ve sosyal faktörler gebelik depresyonunu en çok etkileyen unsurlardır.

Çevresel Faktörler

Stres, fiziksel, duygusal ve mental travma, viral enfeksiyonlar, kronik hastalıklar,
oral kontraseptif kullanma, bazı sedatif ilaçlar gebelik depresyonuna zemin hazırlayan
çevresel faktörlerdendir. Çevresel faktörler gebelik depresyonun oluşmasında tek faktör olmayıp, genetik eğilimle birlikte depresyon riskini arttırmaktadır.

Sosyal Faktörler

Partner yokluğu, evlilik sorunları, yalnız yaşama, boşanma, ekonomik düzeyin düşüklüğü, sosyal destek azlığı veya yokluğu, sosyal izolasyon, aile içi şiddet yaşama, geçmişinde: fiziksel, duygusal ve cinsel şiddet öyküsünün bulunması, yaşamdaki majör olaylar, sigara tüketimi, alkol ve yabancı madde kullanımı gebelik depresyonuna etki eden sosyal faktörlerdendir.

Biyolojik Faktörler

Biyolojik faktörlerle maternal depresyonun (gebelik / lohusalık) ilişkisinin belirlemek zordur. Biyolojik faktörler hormonlara etki ederek maternal depresyona zemin hazırlarlar. Malnütrisyon veya yetersiz-dengesiz gıda alımı nedeniyle gebedeki beslenme bozukluğu, nörotransmitter ve hormonal fonksiyonları bozarak maternal depresyonun patofizyolojisinin oluşmasına zemin hazırlamaktadır.

Hormonal Faktörler

Gebelikte; östrojen, progesteron, prolaktin, trodi stimüle eden hormon (TSH), triodothrionine / thyoxine hormon düzeylerinde ciddi değişiklikler görülür. Gebelikte östrojen ve progesteron düzeyindeki artışla maternal depresyon arasında ilişki bulunmadığı ancak yükselmiş TSH hormonu ile gebelik depresyonu arasında güçlü bir ilişkinin olduğu belirtilmektedir.

Gebenin şimdiki veya geçmişteki gebelik öyküsü (düşük ya da küretaj), ve gebelikte yaşadığı duygusal ve fiziksel sorunlar gebelik depresyonu için risk faktörleridir. Gözüyeşil ve arkadaşları gebelik haftası 36 ve üzeri olan 136 gebede, gebelik sorunları puan ortalaması, düşük ve küretaj sayıları ile gebelik depresyonu puan ortalaması arasında pozitif yönde bir ilişki belirlemişlerdir. Aynı çalışmada eşiyle evlilik uyumu iyi olmayan gebelerin depresyon puan ortalaması uyumu iyi olan gebelere göre anlamlı düzeyde yüksek çıkmıştır.

Bu bulgular, evlilik ilişkisindeki sorunların gebelik depresyonu için bir risk etmeni olabileceğini telkin etmektedir. Gebelikteki fizyolojik değişiklikler gebelik depresyonuna neden olabilmektedir. Bu değişikliklerden biri olan kilo artışı, gebede memnuniyetsizlik yaratmasına bağlı olarak hem gebelik süresince hem de postpartum dönemde depresif belirtileri arttırabilmektedir.[33] Aktaş ve arkadaşları,[21] gebelerin ‘‘hamilelik sırasında kilo alma korkusunun” depresyon puan ortalamasını istatistiksel açıdan anlamlı olmasa da arttırdığını saptamışlardır. Gebelikteki depresyon ile gebenin yaşadığı anksiyete arasında pozitif yönde güçlü bir ilişki bulunmaktadır. Bödecs ve arkadaşları çalışmalarında depresyon yaşayan gebelerin, tamamına yakınında anksiyete bulguları da saptamışlardır.[14] Benzer şekilde Karaçam ve Ançel gebelik depresyonu ile anksiyete arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki bulmuşlardır.[18] Gebelerdeki doğum korkusu da ayrıca önemli bir depresyon nedeni olabilmektedir.[34]

Sosyal destek gebeyi duygusal ve bilişsel olarak rahatlatmakta, sosyal imkanlardan
daha fazla yararlanmalarına, stres etkeni ve kaygı ile daha fazla baş etmelerine yardımcı olmakta ve annelik rolüne geçişi kolaylaştırmaktadır. Sosyal destek eş, aile ve arkadaşlar tarafından sağlanan destektir. Gebenin sosyal destek sistemleri ile gebelik depresyonu arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır.Altınay, gebelikte eş desteğinin olmamasının ya da yakın çevre ile iletişim zayıflığının depresyon gelişimine etkisi olduğunu saptamıştır.

Aktaş ve arkadaşları, gebenin sosyal destek sistemleri ile depresyonu arasında negatif yönde güçlü bir ilişki olduğunu belirlemişlerdir.[21] Sosyal desteğin eksikliği ya da yokluğu hem gebelik hem de postpartum depresyon gelişimi için önemli risk faktörleridir. Sosyal destek düzeyinin, gebelik ve postpartum depresyonla ilişkisinin araştırıldığı Kanada’da yapılan bir çalışmada, gebelikte düşük düzeyde sosyal destek sistemine sahip olanlarda hem gebelik hem de postpartum depresyon riskinin anlamlı derecede arttığı gözlenmiştir.

[PAGE]

 

Beslenme ve Gebelik Depresyonu

Gebelik depresyonuna yatkınlığı artırdığı düşünülen bir diğer olası faktör gebelikteki beslenme düzenidir. Beslenme, nörotransmitter geçişi için temel elementi sağlayarak hipotalamus-pitüiter-adrenal (HPA) eksenindeki işlevlerin düzenli çalışmasını sağlar.[13] Gebelikte B6 ve B12 vitamini, çinko, magnezyum gibi vitamin ve elementler yeterince alınması halinde serotonin hormonu üzerinde olumlu etki yaratarak depresyonu önlenmesine yardımcı olur.[36] Gebelik depresyonunu etkileyebileceği düşünülen bir diğer element ise omega-3’tür. Kanıta dayalı çalışmalar, vücutta omega-3 yağ asiti düzeyinin

düşüklüğünün gebelik boyunca ve doğumdan sonraki süreçte ortaya çıkan depresif belirtilerle ilişkili olduğunu göstermiştir.[37] Omega-3 yağ asidinin serotonin işlevleri üzerindeki etkisinden dolayı antidepresan etki gösterebileceği belirtilmektedir. Perinatal depresyonların tedavisi ve önlenmesine yönelik omega-3 yağ asidi kullanımı üzerine yapılan klinik çalışmalarda, omega-3 yağ asidi kullananlarda kullanmayan gruba göre (plasebo grup) anlamlı düzeyde daha az depresif belirti görülmüştür.[37] Cho ve arkadaşlarının [38] gebelikte folik asit alımının gebelik depresyonunu azaltıcı etkisinin incelendiği 1276 gebe üzerindeki çalışmalarında; folik asit alımının gebelik depresyonunu azaltıcı etkisinin olmadığı saptanmıştır. Araştırmacılar, beslenmenin gebelik depresyonuyla ilişkisinden söz edebilmek için beslenmenin çok boyutlu değerlendirilmesinin gerektiği ve bu konuda daha çok çalışmaya ihtiyaç duyulduğunu belirtmektedir.

[PAGE]

 

Gebelikte Depresyonun Etkileri ve Sonuçları

Ruhsal hastalıkların annenin duygudurumunu etkileyerek, gebelikle ilgili olumsuz sonuçlar doğurabileceği ve tedavi almayanlarda maternal morbidite ve mortalite hızını (intihar girişimleri dahil olmak üzere) arttırdığı bilinmektedir. Depresyondaki gebe kadında gebeliğin seyri esnasında nörendokrin eksende ve uterusa olan kan akımındaki değişiklikler sonucunda hem gebenin hem fetüsün sağlığı olumsuz etkilenmektedir. Depresyona bağlı olarak gebelerde norepinefrin ve kortizol düzeyleri yükselmekte, bu süreçte yükselmiş norepinefrin ve kortizol uterusa olan kan akımını azaltarak hem

gebe, hem fetüs üzerinde çok ciddi obstetrik ve neonatal sonuçlar doğurmaktadır. Anne ya da bebeğe bu sürecin olumsuz etkilerinin bazıları Şekil.1.’de gösterilmiştir. Kısaca ele alınırsa bunlar: gebeliğin hipertansif hastalıkları (preeklampsi-eklampsi), spontan abortus, antenatal kanama, artmış uterin arter direnci, düşük apgar skoru, neonatal yoğun bakım gerektiren bebek doğurma, neonatal büyüme geriliği, spontan erken doğum, fetal ölüm, düşük doğum ağırlıklı bebek doğurma, gestasyon yaşına göre küçük bebek doğurma,

perinatal ve doğum komplikasyonları, preterm eylem ve yüksek kortizol düzeyine sahip bebek doğurmadır. Ayrıca gebelik (antenatal) depresyonu lohusalık depresyonunun (pospartum depresyon) gelişimi için de önemli bir risk faktörüdür.

Tedavisi ve Önlenmesi

Gebelikte depresyonunu önlemede atılacak ilk adım riskli grubun belirlenmesidir.
Bu risk grubunun erken dönemde (mümkünse hamilelik öncesinde) belirlenmesi ve erken tedavisi anne ve bebek üzerindeki olası riskleri de azaltacaktır. Gebelikte depresyon tespiti uygun tarama yöntemleri kullanılarak yapılmalıdır. Bu tanısal tarama için en yaygın kullanılan ölçekler Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) ve Edinburgh Postnatal Depresyon Ölçeğidir.

Gebelikte saptanan depresyon için tedavi seçenekleri ise psikoterapi, ilaçla tedavi ve farmakoloji dışı (non-farmakolojik) diğer uygulamalardır. Hafif düzeydeki depresyonda ilk seçenek olarak psikoterapi ve farmakoloji dışı tedavilerin uygulanması önerilirken, orta ve şiddetli depresyonda farmakolojik tedavilerin (antidepresanların) kullanımı öne çıkmaktadır.

[PAGE]

 

Psikoterapi

Gebelik ve postpartum depresyon tedavisinde kullanılan psikoterapi yöntemleri depresyonda kullanılan yöntemlerle benzerlik göstermektedir. Bu alanda öne çıkan psikoterapötik yöntemler kişilerarası ilişkiler terapisi ve bilişsel – davranışçı terapidir

Kişilerarası İlişkiler Terapisi (KİT)

KİT sınırlı, süreli ve yaşam olaylarına odaklanan özellikle depresyon tedavisinde
etkinliği gösterilmiş bir psikoterapi yöntemidir. KİT, güncel kişilerarası ilişki sorunları ile ruhsal durumun bağlantılı olduğu varsayımı üzerine temellendirilmiştir. Bu terapi de amaç, gebenin depresif belirtilerinin azaltılması ve güncel kişilerarası ilişkilerini çözümleyebilmesi için gerekli sosyal becerileri kazanmasıdır. Üç aşamadan oluşan terapinin ilk aşamasında gebede depresyon belirtileri değerlendirilir ve depresif belirtilerle bağlantılı olan ilişki sorunu belirlenir. İkinci aşamada komplike yas, sosyal rollerde değişiklikler, kişilerarası ilişkilerde rol çatışması ve kişilerarası ilişkilerde yetersizlikler alanlarından birisine odaklanır. Son aşamada ise, KİT tedavisinin kazandırdıkları gözden geçirilerek gebenin güçlü yanları desteklenir.

Bilişsel-Davranışçı Terapi

BDT, bireylerin günlük yaşamlarında üstesinden gelemedikleri güçlükler ve yaşam problemleri ile karşılaştıklarında onlara yardım etmek için öğrenme kuramlarını uygulayan, problem odaklı, ‘burada ve şimdi’ ile ilgilenen vedavranışçı psikolojik danışma kuramından temel alınarak geliştirilmiş bir psikoterapi yöntemidir.[46] BDT gebeyi bilgilendirmeyi, uyumu artırmayı, gerginliklerle ve gebelik sorunlarıyla baş etmeyi öğretmeyi amaçlar. Genel olarak bu terapilerin amaçladığı hedefler gebenin hoşnutluk durumunun artması, sosyal becerilerinin geliştirilmesi ve istenmeyen davranışının azaltılmasıdır. BDT teknikleri tek başına ya da diğer tedavilerle birlikte kullanılabilmekte ve kullanılan teknikler uygulama becerisini gerektirmektedir. Terapi sırasında yapılan etkinlikler, klinik ortam dışında da gerçekleştirebilir (asansöre binerken, alışverişe giderken). Bu hastalara uygulanabilen BDT stratejileri üç grup altında incelenebilir.

Bunlar:

1.Anksiyeteyi azaltan terapi stratejileri: Gevşeme eğitimi, biofeedback, sistematik duyarsızlaştırma, alıştırma, vestibular duyarsızlaştırma, tepki önleme, göz hareketleri duyarsızlaştırma ve yeniden işlemleme.

2. Bilişsel yeniden yapılandırma stratejileri: Duygu ve düşünceleri izleme, kanıt sorgulama, alternatifleri sınama, felaketsizleştirme, yeniden düzenleme çerçeveleme, düşünceleri durdurma.

3.Yeni davranışlar öğrenme stratejileri: Modelleme, biçimlendirme, markayla ödüllendirme, rol oynama, sosyal beceri eğitimi, itici uyarıcılara koşullama terapisi (aversif terapi), olasılıklı anlaşma.

Günümüzde gebelik depresyonunda en sık kullanılan ilaç grupları seçici serotonin gerialım inhibitörleri (SSRI), serotonin ve norepinefrin geri alım inhibitörleri (SNRI) ve trisiklik antidepresanlardır.[5,49] Trisiklik grubu antidepresan ilaçlar yan etkileri nedeniyle artık pek tercih edilmemektedir. Bütün psikotrop ilaçlar plasentaya ve amniyotik sıvısına geçmektedirler.

[PAGE]

 

Gebelik sırasında antidepresan ilaç tedavisi verilmesinin; teratojenite, neonatal adaptasyon bozukluğu ve çocuğun gelişimi üzerinde olumsuz etki oluşturma riskleri vardır. Bu durum hem anneyi, hem de hekimi kaygılandırabilir. Gebe kadınlara ilaca başlamadan önce tedavinin olabilecek riskleri ile ilgili detaylı bilgi verilmelidir. Gebelikte kullanılan antidepresan ilaçların spontan abortus risk oranını %3.9 artırdığı öne sürülmüştür. SSRI grubu ilaçların (fluoksetin, paroksetin, sertralin) konjenital malformasyonlara neden olduğuna yönelik bazı savlar ortaya konmuşsa da, son çalışmalar bu ilaçların büyük konjenital malformasyon oluşma riskini artırmadığı kanıtlanmıştır.Alwan ve arkadaşlarının [51] yaptıkları bir çalışmada SSRI kullanımı ile

konjenital kardiyovasküler malformasyon arasında ilişki bulunamamıştır. Aynı çalışmada gebeliğin ilk trimesterindeki SSRI (özellikle paroksetin) kullanımı ile fetal anensefali ve omfalosel gelişimi arasında anlamlı bir ilişki olduğu bildirilmiştir.

Diğer taraftan Louick ve arkadaşlarının [52] Slone Epidemiyolojik Doğum Defektleri merkezindeki çalışmalarında ise; SSRI kullanımının fetüsta kalp defektleri, omfalosel ve kraniostosis riskini artırmadığı sonucuna varmışlardır.

Bazı kaynaklar bu ilaçların (fluoksetin ve sertralin ) vücut tarafından iyi tolere edildiği, kullanım güvenliğine yönelik yeni çıkan ilaçlara göre daha fazla veri tabanına sahip olduğu ve bu yüzden de gebelikte kullanımının diğer antidepresanlara göre daha güvenli olduğunu ileri sürmüşlerdir.[53]
Gebelikte antidepresan ilaç kullanımına bağlı ortaya çıkabilecek bir sorun neonatal adaptasyon bozukluğudur. Literatürde, gebeliğin son trimesterinde SSRI grubu antidepresan kullanan annelerin bebeklerinin %30’unda neonatal adaptasyon bozukluğu bulgularının görüldüğü belirtilmektedir. Bu bozukluğun bulguları yenidoğanda taşikardi, hipotermi, hipoglisemi, bulantı, huzursuzluk,
anormal kas tonüsü, yeme bozukluğu ve solunum sıkıntısıdır.

Gebeliğinde trisiklik grubu antidepresan kullanan annelerde gebelik döneminde ortostatik hipotansiyon ve kabızlık görülebileceği, bebeklerinde de doğumdan sonraki ilk 12 saat içinde sinirlilik, huzursuzluk, idrar retansiyonu, barsak tıkanması gibi kısa süreli ilacın geri çekilme belirtilerinin olabileceği belirtilmektedir.[53,54]

Gebelikte antidepresan ilaç kullanımının bebekler üzerindeki kısa dönemdeki etkilerini gösteren çalışmalar olduğu gibi, uzun dönem etkilerini de gösteren izleme dayalı çalışmalar mevcuttur. Nulman ve arkadaşları çalışmalarında gebelik döneminde antidepresan ilaca maruz kalma durumlarına göre
bebeklerin doğum sonrası 16 ila 86 ay arasındaki (okul öncesi) zeka düzeylerini (IQ), konuşma becerilerini ve davranış gelişimlerini belli aralıklarla incelemişlerdir. [55] Bu çalışmaya göre gebeliğin ilk trimesterinden doğuma kadar olan sürede antidepresan kullananan annelerin çocuklarının IQ puan ortalamaları; trisiklik grubu antidepresan kullananlarda 118(±17), fluoksetin kullananlarda 117(±17), gebeliği süresince hiçbir antidepresan kullanmayanlarda ise 115(±14) olarak bulunmuş, bu üç gruptaki çocukların gerek IQ, gerek konuşma becerileri ve gerekse davranış gelişimi yönünden istatistiksel yönden bir farklılık göstermediği saptanmıştır.[55]

Ortaya çıkarılamamış veya tedavi edilememiş depresyon hem gebe hem de fetüs için risktir. İleri düzeyde depresif belirtisi olan gebe kadınların %86’sının herhangi bir tedavi almadıkları belirtilmektedir.[25] Gebelerin depresyon tedavisini almamaları veya istememelerinin ana nedenleri; depresif bulgularla gebelik şikayetlerinin birbirine karışması ve depresyonun ayırt edilememesi, depresyonun subsendromal özellik göstermesi, gebenin toplum tarafından etiketlenme korkusu ve alınacak tıbbi yardımın bebeğine verebileceği zararlara yönelik kaygılardır.[25,34,42] İlaçla tedaviye karar vermek için gebenin çok boyutlu irdelenmesi gerekmektedir. Özellikle gebeliğin ilk trimesterindeki depresyonlarda ilaçla tedaviye karar vermek hem hekim hem de gebe için oldukça önemlidir.[44,52] Annenin geçmişinde depresyon öyküsü varsa, ağır bir depresyon geçirilmişse ve intihar düşünce, plan ve girişimi öyküsü  varsa gebelik durumuna bakılmaksızın hastanın kendi güvenliği için antidepresan ilaç kullanmaya başlanması önerilmektedir.[49] Gebelikte aynı tip ve az ayıda (mümkünse tek başına) antidepresan ilacın mümkün olan en düşük dozda
uygulanması tedavinin temelini teşkil eder.

[PAGE]

 

Farmakoloji Dışı Yöntemler

Farmakolojik olmayan (nonfarmakolojik) yöntemlere yönelik sınırlı çalışmalar mevcuttur. Elektrokonvülsif Terapi (EKT), yoga, masaj, meditasyon, egzersiz,beslenme (özellikle omega-3),  gebelik depresyonunda uygulanan başlıca farmakolojik olmayan yöntemlerdir.[13,44] Chang ve arkadaşları, psikoterapinin, BDT ve müzik dinlemenin perinatal depresyonu iyileştirmede yarar sağladığını bildirmişlerdir.[54] Literatürde gebelere yapılan masajın [25] ve EKT uygulamasının[53] depresif belirtileri azalttığı ya da tamamen ortadan kaldırdığı belirtilmektedir. Manber ve arkadaşları major depresyon tanısı almış gebeler üzerine yaptıkları randomize çift kör çalışmalarında; tedavinin
birinci ayının sonunda akupunktur uygulamasının masaj uygulamasına göre gebelerde depresif belirtileri daha fazla azalttığını bulmuşlardır.

Sonuç

Gebelikte depresyon yaygın görülen, gebenin, fetüsün, yenidoğanın ve ailenin sağlığını olumsuz etkileyen ciddi bir psikiyatrik bozukluktur.[13,61,62] Bu psikiyatrik bozukluk gebelerde yaygın görülmesine rağmen, konu ile ilgili araştırmalar postpartum depresyon kadar geniş sayıda değildir. Oysa ki gebelik depresyonu geçiren kadının postpartum depresyon geçirme riski ortalama 6.5 kat daha fazladır.[3] Eğer gebelik döneminde bu depresyon tanınır ve etkili biçimde tedavi edilirse postpartum depresyonun önlenmesine yönelik önemli bir adım atılmış olacaktır. Ortaya çıkarılmamış veya tedavi edilmemiş gebelik ve postpartum depresyonunun bir diğer yaşamsal komplikasyonunun da intihar olduğu hep akılda tutulmalıdır.[46,51,61] Bu anlamda; bu kadar ciddi sonuçları olan gebelik depresyonunun belirlenmesi, önlenmesi, korunması ve tedavisinde ebe, hemşire ve hekim kilit rol oynamaktadır.[34,59] İngiltere gibi gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de bu ruhsal bozukluğun erken tanınıp önlenmesine yönelik olarak gebelerin uzman bir ekip tarafından periyodik aralıklarla izlendiği depresyon tarama programları başlatılmalıdır.


Kaynaklar

1. Sağduyu A, Ögel K, Özmen E, Boratav C. Birinci basamak sağlık hizmetlerinde
depresyon. Turk Psikiyatri Derg 2000; 11:3-16.
2. Stewart D. Depression during pregnancy . Can Fam Physician 2005; 51:1061-1063.
3. Muzik M, Marcus SM, Heringhausen JE, Flynn HA. When depression complicates
child bearing:guidelines for screening and treatment during antenatal and postpartum
obstetric care. Obstet Gynecol Clin North Am 2009; 36:771–788.
4. Vırıt 0, Akbaş E, Savaş HA, Sertbaş G, Kandemir H. Gebelikte depresyon ve kaygı
düzeylerinin sosyal destek ile ilişkisi. Noropsikiyatri Arşivi 2008; 45:9-13.
5. Marakoğlu K, Şahsıvar MŞ. Gebelikte depresyon. Turkiye Klinikleri J Med Sci 2008;
28:525-532.
6. Sevindik F. Elazığ ilinde gebelikte depresyon prevelansı ve etkileyen faktörler (Yüksek
lisans tezi). Elazığ, Fırat Üniversitesi, 2005.
7. Faisal-Cury A, Rossi Menezes P. Prevalence of anxiety and depression during
pregnancy in a private setting sample. Arch Womens Ment Health 2007; 10:25-32.
8. Diego MA, Field T, Hernandez-Reif M, Schanberg S, Kuhn C, Gonzalez-Quintero
V. Prenatal depression restricts fetal growth. Early Hum Dev 2009; 85:65-7.
9. Ocaktan ME, Çalışkan D, Öncü B, Özdemir O, Köse K. Park Sağlık Ocağı bölgesindeki
gebelerde doğum öncesi ve sonrası depresyonun değerlendirilmesi. 4. Uluslararası
Üreme Sağlığı ve Aile Planlaması Kongresi, 20-23 Nisan 2005, Ankara,Türkiye.
Kongre Özet Kitabı sayfa 277-278.
________________________________________
Derleme Kaynağı: medikalakademi.com.tr / Psikolog Derya Gündoğdu

Makalenin PDF Sürümü

Kaynak:Aktüel Psikoloji

Bu haber toplam 43045 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.