Evlilikte Boşanma Bir Çözüm mü?
Dr. Mustafa Koç* - DİYANET DERGİSİ
“İnsanların birbirlerinden sıkılmalarının sebebi, fiziksel olarak birlikte olmalarından değil;
zihinsel ve ruhsal olarak birbirlerinden uzak olmalarından kaynaklanır.”
(Richard Bach)
“Emek verilmeyen bir evlilik, tıpkı bakımı yapılmamış bir bahçenin yabani otların istilasına
uğraması gibi her geçen gün güzelliğini kaybeder ve sonunda kurur.”
(Nevzat Tarhan)
Temelde hukuksal bir içeriği olan boşanma; ölüm nedeni dışında kanunda yazılı şartların gerçekleşmesi veya tarafların bizzat şarta bağlı ve ya şartsız anlaşarak evliliği sona erdirmesidir. Sosyal bir problem olarak boşanma, bazı toplumlarda çok zor iken bazı toplumlarda veya ülkelerde de çok kolaydır.
Evlilik problemlerinin bir sonucu olarak, eşler arasındaki sorunların boşanmayla sonuçlanmasının çok çeşitli nedenleri vardır. Ancak boşanmaya, genellikle evlilik birliğinin sarsılmasına neden olan ‘şiddetli geçimsizlik’ gerekçe gösterilir. Şiddetli geçimsizlik, eskiden çok sık görülen bir boşanma nedeni değildi.
Modern yaşamın bir sonucu olarak bugün, şiddetli geçimsizliğin en başta gelen boşanma nedeni olması, eşlerdeki aile bilincinin zayıflamasından ve eşlerin karşı karşıya kaldıkları problemlerle başa çıkmalarında, yakın çevrelerinden gereken sosyal desteği bulamamalarından kaynaklanmaktadır.
Geleneksel aile yapılarında, aile içindeki tecrübeli olan büyükler, yeni evlenen çiftlere bir anlamda aile danışmanlığı yaparak onları yönlendirebiliyorlardı. Dolayısıyla daha tecrübesiz olan eşler arasındaki problemlere, büyümeden dinamik bir şekilde çözüm üretilebiliyordu. Zamanla modern yaşamın getirdiği rekabetçi ortam ve ekonomik kaygılar gibi nedenler, aileleri bağımsız yaşamaya zorladı. Dolayısıyla çekirdek ailelerdeki bugün ortaya çıkan problemlerin çözümünde, aile büyüklerinin ve/veya akrabaların sosyal desteği ve yardımı artık görülemez oldu.
Evlilikler, bir yönüyle genel olarak hayatı birlikte geçirmek ve paylaşmak üzere oluşturulan kesintisiz dinamik sosyal organizasyonlardır. Her ne kadar hayat boyu bir birliktelik planlansa da, çeşitli nedenlerle kesintisiz birliktelik sağlanamayıp bazı evlilikler ayrılmayla sonuçlanabilmektedir. Nitekim ABD’de her iki evlilikten biri ne yazık ki boşanmayla sonuçlanmaktadır. Türkiye’de ise, boşanma oranları her geçen gün hızla artmaktadır.
Konuyla ilgili olarak boşanma istatistikleri dikkate alındığında başlıca boşanma nedenlerinin şunlar olduğu görülür:
(a) -Yukarıda ifade edilen- şiddetli geçimsizlik,
(b) Eşin işsiz kalması vb. gibi ekonomik nedenler,
(c) Eşlerin din, mezhep veya sosyo-kültürel yapı farklılıkları,
(d) Eşlerden birinin ihaneti, yani aldatması,
(e) Küçük düşürücü davranış, dayak atma vb. nedenlerine bağlı olarak ortaya çıkan aile içi şiddet,
(f) Aile büyükleriyle aynı evde yaşamak,
(g)Eşler arasındaki cinsel problemler,
(h) Alkol, kumar ve şans oyunlarına olan düşkünlük,
(i) Eşin evi terk etmesi ya da başka biriyle yaşamaya başlaması,
(j) Eşlerden birinin psikolojik sorunlarının olması,
(k) İşkolik bir eşe sahip olmak,
(l) Eşlerin kişilik yapılarının birbiriyle uyuşmaması,
(m) Aşırı kıskançlık ve
(n) Eşlerin birbirlerine yeteri kadar zaman ayırmamalarıdır.
Öte yandan yukarıdaki sebepler nedeniyle evlilik sorunları yaşayan bir çiftin, anne-baba olarak da çocuklarıyla aile içi sağlıklı ilişkiler kurabilmeleri oldukça zordur. Böyle bir durumdaki anne ya da baba, ayrı ayrı çocuklarıyla sağlıklı ilişkiler kursalar bile, birlikte çocuklarına karşı tutarlı ve dengeli tutum ve davranışlar sergilemekte güçlük çekerler. Dolayısıyla bir evliliği, çözüm üretilemeyen sorunlarla devam ettirmenin psikolojik açıdan çocuk üzerinde yaratacağı olumsuz etkiler, bazen boşanmanın kendisinin yaratacağı etkilerden daha fazla yıkıcı olabilir.
Eşler, tüm çabalara rağmen birlikte yaşama noktasında fikir birliğine varamayıp boşanma kararı aldıklarında söz konusu bu süreç, her iki taraf için de sancılı bir dönem olarak ortaya çıkar. Özellikle de evlilik süresince aileye yeni bir birey/çocuk katıldıysa, boşanma daha da sıkıntılı bir sürece girer. Durum böyle olunca sadece boşanma süreci değil, süreç sonrası da problemlidir. Konuyla ilgili yapılan çalışmalarda, yeni boşanan çiftlerin daha çok travma sonrası stres bozukluğu, sosyal uyum zorluğu ve yalnızlık gibi psikolojik rahatsızlıklar yaşadıkları gözlemlenmiştir. Bu nedenle eşler, evliliğin sürmesi için gösterdikleri tüm çabalara rağmen boşanma kararı alma aşamasına gelmişlerse, bu aşamada da mantıklı hareket etmelidirler. Her şeye rağmen boşanma kararı, eşlerin yaşamlarındaki kırılma noktalarından birisi olduğu için bir anlık heyecan ve/veya öfkeyle evliliği sonlandırma seçeneği hemen düşünülmemelidir.
Şüphesiz ki, boşanmaların en ağır bedelini çocuklar öder. Konuya ilişkin yapılan araştırmalarda, boşanmış ailelerin sayısının artması ile çocukların suç işleme oranlarının yükselmesi arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Öte yandan boşanmanın sebebi ve şekli, çocukların boşanmadan psikolojik olarak ne kadar etkileneceğini de belirler. Örneğin, konuyu daha somutlaştırmak için aile içi iletişim bozukluğu nedeniyle biten bir evlilik ile eşlerden birinin ihaneti sonucu biten bir evlilik karşılaştırılabilir. Birinci örnekte, eşler daha uzlaşmacı ve çocukla ilgili sorunların üstesinden gelme konusunda birleşerek daha akılcı davranabilirler. İkinci örnekte ise, eşler birbirlerine karşı daha öfkeli ve düşmanca tutumlar sergilerler. Durum böyle olunca, isteseler de uzlaşmacı olamayabilirler. Dolayısıyla ikinci tip boşanmalarda ise, çocuklar doğal olarak daha fazla zarar görürler.
Öte yandan eşleri boşanma kararı almaya iten sebepler ne olursa olsun, boşanma kararlarını kesin olarak vermeden önce, kendi kendilerine oto-kontrol yaparak mutlaka şu kişisel önermeler üzerinde düşünmeleri gerekir:
(a) Bugün için yaşadığım sorunlarımın ve mutsuzluğumun temel sebebi evliliğimdir; başka sorunları evliliğime yüklemiyorum,
(b)Evliliğimi kurtarmak için elimden gelen her şeyi yaptım,
(c) Bu kararı uzun sürede ve hiç kimsenin etkisi altında kalmadan verdim,
(d) Eşim de, ben de ilişkimize yeterince zaman tanıdık,
(e) Çocuğumuz ve ben, boşanma olayından mutlaka etkileneceğiz,
(f) Boşandıktan sonra ortaya çıkabilecek yeni sorunlarla başa çıkabilecek psikolojik güce sahibim,
(g) Yalnızca eşimden boşanıyorum, çocuğumdan değil (özellikle babalar için),
(h) Eşimin de benim de çocuğumuza ihtiyacımız olduğu gibi çocuğumuzun hem bana hem de eşime ihtiyacı var; dolayısıyla o yalnız birimize ait değildir.”
Boşanma, bir yandan bir sonlanma iken, diğer yandan bir başlangıçtır. Fakat boşanma eşlerin hayatında, nedeni ne olursa olsun bir hata olarak görülebilir. Sonuçta pişmanlık da bir hatanın sonucudur. Bunun yanı sıra boşanmak, her zaman kurtuluş olmadığı gibi, mutsuz bir evliliği sürdürmek de çözüm olmaz. O nedenle şayet eşler, tüm çabalara rağmen boşanma kararlarını kesin olarak verdilerse, bu aşamada özellikle çocuklar için ‘boşanma sürecinin sağlıklı yönetimi’ oldukça önem arz eder. Dolayısıyla çocuğun boşanma sürecinden olabildiğince az etkilenmesini sağlayabilmek için şu noktalara dikkat edilmelidir:
(a) Eşler birbirilerinden boşanabilir. Fakat annelikten ve babalıktan boşanamazlar. Çocuğun bu gerçeği anlaması için anne-babanın ona hayatı boyunca yanında olacaklarını hissettirmesi gerekir.
(b) Eşler, boşanmanın ne olduğu ve boşanmadan sonra kendilerinin ve çocuğun yaşamında ne gibi değişiklikler olacağı konusunda çocuğu bilgilendirmeli ve bilinçlendirmelidir. Yaşanması zorunlu bazı değişiklikler varsa, bunlara aşamalı geçişler yapmalıdırlar.
(c) Eşler, boşanma sürecinde kendi aile yakınlarını da toplayarak hep birlikte bir toplantı yapmalı ve çocukla ilgili alınan kararlardan herkesin haberi olmalıdır. Böylece herkes çocuk için işbirliğinin kaçınılmaz olduğunu bilmelidir.
(d) Çocuktan ayrı yaşayacak olan eş, kademeli olarak evden ayrı kalmaya başlamalıdır; bu süreç haftada bir günden 5-6 güne kadar çıkarıldığında çocuk ayrılığa daha kolay adapte olur. Boşanmadan sonra, çocuklar her iki eşle de sürekli ve düzenli olarak görüşmeye devam etmelidir.
(e) Eşler, boşanmanın çocukları için olduğu kadar kendileri için de zor olduğunu unutmamalı ve boşanmayı bir son değil, farklı bir başlangıç olarak kabul etmelidirler. Öfke, yalnızlık duygusu, depresyon ve kaygı gibi psikolojik sorunlar ortaya çıkabilir, bunlar doğaldır. Bu süreçte gerekirse profesyonel yardımı almaktan çekinmemeleri gerekir.
(f) Eşler, çocukları kesinlikle birbirlerine karşı kullanmamalıdırlar. Çocuklar hiçbir şekilde taraf ve tanık tutulmamalıdır. Yeni düzenlemelerle ilgili kararlar alırken çocukların onayı alınmalı ama çocuklar karar verme sorumluluğu altında ezilmemelidirler
(g) Çocuk, boşanmış bir anne-babanın çocuğu olmayı çevresine karşı bir silah gibi kullanmamalıdır. Her konuda gereksiz tavizler vererek çocuğun boşanmadan alacağı yaralar yalnızca artırılır, azaltılmaz. Örneğin; her gün çikolata yemesine izin vererek çocuğun boşanma olayından daha az etkilenmesi sağlanamaz, sadece çikolataya daha çok alışması sağlanmış olur.
(h) Çocukla ilgili her konuda eşler birbirleriyle çelişen davranışlarda bulunmamaya gayret göstermeli, ortak bir yol izlenmelidir. Örneğin; babanın evinde izin verilen bir şeye, annenin evinde yasak konulmamalıdır.
(i) Çocuklar, anne-babalarının boşanmasından kendilerini suçlayabilirler. Bu yüzden, boşanma sebebinin çocukla hiçbir ilgisinin olmadığı, bunun anne ile babanın arasındaki anlaşmazlıktan kaynaklandığı açıkça çocuğa anlatılmalıdır.
(j) Çocuk, anne-babasının yerine kimseyi koymak istemez, buna saygı duymak gerekir. Boşanma sonrası eşlerden biri, yeni bir evlilik yapacaksa çocuğun bunu boşanmayı kabullenene kadar bilmemesinde fayda vardır.
Özetle, ailede yaşanan sorunların boşanmayla bitmemesi için bireylere ‘aile olma bilincinin kazandırılması’, sorunların neden kaynaklandığı, nasıl çözüleceği ve ailede kriz yönetimi gibi konularda eğitim verilmesi çok önemlidir. Çünkü eşleri boşanma aşamasına getiren tek bir nedenden söz etmek çoğu zaman mümkün değildir. Boşanma, aile içinde bir sürecin sonunda gelinen noktadır. Bu süreçte ilişkiyi olumsuz yönde etkileyen faktörler birikir ve bardağı taşıran son damla boşanmanın nedeni olarak ortaya çıkar. Eşler arası iletişimde ‘son’ damlanın ne olacağını önceden kestirmek oldukça zordur. Bu nedenle çiftlerin boşanma aşamasına gelmeden sorunlarını çözmeyi öğrenmesi ve boşanmaya neden olacak iletişim hatalarının farkına varması hayati önem arz eder. Zira konuya teolojik açıdan bakıldığında, İslam dinin temel iki kaynağı olan Kur’an ve sünnette de, mecbur kalınmadıkça boşanmanın onaylanmadığı görülür.
Sonuç olarak, boşanma öncesi ve sonrasıyla ilgili eşlere pratik kapsamda şu önerilerde bulunulabilir:
(a) Boşanmanın, kendi kendini başlatan bir süreç olduğu; evliliğin nedeni, şekli ve temellerinin de aslın da ileriki dönemlerde birer boşanma nedeni olabileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle boşanmayı, iyi bir evlilik tercihiyle daha önceden önlemek gerekir. Dolayısıyla eşlerin tercihlerini yaparken, bir noktaya takılmamaları, sadece bir noktayı yüceltmeden, her açıdan değerlendirme yapabilmeleri gerekir. Çünkü sadece aşk evliliği veya sadece mantık evliliği, ideal bir evlilik için yeterli olmaz. Aşk evliliğinde nasıl ki karşıdakinin bir yönü yüceltiliyorsa; unutmamak gerekir ki gölgede kalan kısımlar ve ayrıntılar çok daha önemli olabilir.
(b) Şayet ortada çocuk/lar varsa eşlerin, boşanmanın, aile içi problemleri kesin olarak bitireceği inancına sahip olmamaları gerekir. Boşanmaya karar vermeden önce, eşler birlikte hareket ederek çocukların boşanmadan olabildiğince az etkilenmesini sağlamak için tüm önlemleri almalıdırlar.
(c) Şayet boşanma öncesi tüm alternatifler kullanılarak evliliğin devamı başarılamayıp boşanma gerçekleştiyse, eşler, çocuğun yanında boşanma konusunu konuşmamalıdır. Özellikle de eşlerden birinin tarafını tutan veya kötüleyen sözler sarf edilmemelidir.
(d) Eşler, çocuklarını boşanma sürecine hazırlama konusunda profesyonel yardım almaktan çekinmemeli ve bunu utanılacak bir şey olarak görmemelidirler. Bunu olabildiğince erken, boşanma kararı almadan veya hemen sonrasında yapmalıdırlar.
(e) Boşanma olayı, asla çocukla ilişkilendirilmemelidir ve çocuğa bu anlama gelen sözler söylenmemelidir. Şayet buna dikkat edilmezse, çocukta “terk edilmişlik duygusu ve/veya suçluluk duygusu” gelişebilir. Böylece çocuk terk edildiğini, çünkü sevgiye değer olmadığını düşünebilir. Böyle bir yaklaşım da, çocuklarda çok derin ve onarılması zor psiko-patolojik yaralar açabilir.
* Bursa / Orhangazi Vaizi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.