Epilepside Görülen Pskiyatrik Bozukluklar

Epilepside Görülen Pskiyatrik Bozukluklar
Epilepsi Ve Affektif Bozukluklar, Kronik Şizofreni-Benzeri Psikozlar, Şizofreni Ve Epilepsi, Epilepsi Ve Psikozlar, Epilepsi Ve Nörozlar, Epilepsi Ve Suçluluk, Epilepsi Ve Cinsel Bozukluklar... Epilepsi hakkında merak edilenler...

Alıntı Kaynağı: ERCİYES TIP FAKÜLTESİ SİTESİ


Epileptik kişilerdeki psikiyatrik  bozuklukların  tam olarak tahmin edilmesi  zordur. Araştırmacılar epileptik hastalardaki maluliyetlerle ilgili olarak sıklıkla çelişkili sonuçlar elde etmişlerdir. Çünki bir psikiyatriste veya noroloğa başvuran yada  yatarak tedavi gören epileptikler, epileptik populasyonun çok az bir kısmını oluşturmaktadır. Bunlarda diğerlerine göre psikiyatrik ve sosyal problemler daha sık görülmektedir.İngiltere ve İskoçya'da yapılan  (1960) bir saha çalışmasında yaklaşık 1209 epileptik hastanın %17 sinde önemli oranda sosyal problemler olduğu, bunlarında %8 inin çalışabilecek yaşta olmalarına rağmen işsiz veya işlerinde verimsiz oldukları görülmüştür. Pond ve Bidwell (1960) 245 hasta üzerinde yaptıkları çalışmada, hastaların %10 nun mental defektler ve davranış bozuklukları nedeniyle istihdam edilemediklerini gösterdiler. Bu çalışmada erkeklerin %50 sinde nöbetler ve davranış bozuklukları nedeniyle işleriyle ilgili güçlükler olduğu tesbit edildi. Psikiyatrik belirtiler gösteren epileptiklerde iş güçlükleri daha belirgindi.Normal populasyonla karşılaştırıldıklarında epileptik hastalar evlilik , iş ve sosyal mevkileri bakımından diğerlerinden daha kötü durumdaydılar. Hastaların %29 unda belirgin mental problemler mevcuttu,bu oran TLE li hastalarda %50 ye kadar yükseliyordu. TLE li hastaların hospitazasyon oranı diğer populasyona göre 3 kat fazlaydı. Epileptiklerde en sık  görülen psikiyatrik bozukluklar nörotik bozukluklar olup, çevresel güçlüklere bir tepki olarak ortaya çıkmaktaydı. Daha az sıklıkta görülenler ise  entellektüel bozukluklar ve kişilik bozuklukları idi. Bunlar epileptik proçese ve bununla birlikte olan beyin hasarına atfedilmekteydi.Graham ve Rutters (1968) çocuklarla ilgili  yaptıkları çalışmada, beyin hasarı olan epileptiklerde psikiyatrik bozuklukların oranını %58, beyin hasarının gösterilemediği vakalarda ise %29 olarak bulmuşlardı. TLE olan çocuklarda psikiyatrik bozukluklar daha fazlaydı. Komplike olmayan epileptiklerde görülen psikiyatrik belirtiler, az çok epileptik olmayan çocuklardaki belirtilere benzemekteydi. Bu belirtiler nörotik bozukluklar ve antisosyal davranışlarla ilgiydi. Öğretmenlerine göre bu çocuklar diğerlerine göre daha hareketli kıpır kıpır ve döğüşmeye meyilliydiler. Fakat aynı belirtiler epileptik olmayan çocuklarda da rahatsız edildiklerinde  görülmekteydi.             


EPİLEPSİ VE KOGNİTİF FONKSİYONLAR

Epileptik hastalarda erken dönemlerde görülen, kasvetli görünümün onların geri zekalı olmalarıyla ilgili olduğu sanılıyordu. Vislie ve Henriksen (1958) yaptıkları çalışmalarda yatırılarak tedavi edilen epileptiklerde entellektüel yıkılmanın yaygın olduğunu gördüler. Ayaktan takip edilenlerde ise zeka düzeyi sıklıkla normaldi.Beyin hasarının olmadığı epileptiklerde zeka düzeyleride normal bulunmuştu (Graham ve Rutter1968). Böyle olmakla birlikte epileptiklerin bir kısmında belirgin entellektüel bozulma ve ilerleyici  entellektüel yıkım vardır. Buna neden olabicek durumlar; herediter yatkınlık,psikososyal yetersizlikler,beyin hasarı , epileptik proçesin kendisi ve antikonvulsan ilaçların etkileridir. Lennox(1960) ve Pond (1961)zekayı etkileyebilecek faktörlerin başında genetik yatkınlık ve beyin hasarının  olduğunu ileri sürmüşlerdir.  Psikososyal etkiler: Çocukluk döneminde çevreyle ilgili olumsuzluklar  kuşkusuz etkili olurlar.Çocuğun algılaması, toplum içindeki yerini anlaması ve denge kurmağa çalışması normal fonksiyonlarını yerine getirmesinde bazı güçlüklerle karşılaşmasına neden olur.Bu çocukların eğitimleri bölünür,oyun zamanları kısıtlanır. Bu ise emosyonel bozukluklara, girişimciliğin  azalmasına ve eğitimle ilgili başka problemlerin oluşmasına neden olur.
Beyin hasarının etkileri: Beyin hasarına bağlı olarak ortaya çıkan epileptik nöbetlerin kognitif yetilerin bozulmasına neden olduğu çoğunluk tarafından kabul edilmektedir. fiiddetli mental retardasyon sıklıkla cerebral lezyonlarla birliktedir.    IQ düşüklüğü grand mal nöbeti olanlarda  petit mal nöbeti olanlara göre daha belirgindir. Grand mal nöbet ile psikomotor nöbetler bir arada olduğunda zeka düzeyi daha da düşük olmaktadır(Vislie ve Henriksen 1958)

Ounsted ve ark. (1966) yaptıkları çalışmada  hastalarda gözlenen mental retardasyonun  sınırlı olduğunu, sebebleri arasında doğum travmaları, enf. hastalıkları ve erken yaşlarda geçirilen status epileptikus nöbetlerinin  sorumlu olduğunu gözlemlediler. Stores (1978) TLE ve generalize nöbetleri olan çocuklarla nöbeti olmayan çocukları karşılaştırdı. Yaş ve IQ karşılaştırıldığında  TLE li çocuklarda IQ da önemli bir etkilenme olduğu görülmekteydi, sol temporal lobun tutulmuş olduğu vakalarda  etkilenme daha da önemliydi. Nöbetin tipine bakılmaksızın  cinsiyete göre ayrım yapıldığında erkeklerde okuma becerilerinde gerileme vardı, kızlarda böyle bir durum gözlenmiyordu. Oğlanların daha dikkatsiz,daha hareketli oldukları dagözden kaçmamıştı.Yetişkinler arasında yapılan bir çalışmada,TLE ile generalize nöbetleri olanların zeka testleri karşılaştırıldığında TLE lilerde kognitif yetilerdeki bozulmanın daha fazla olduğu gözlenmişti.Quadfasel ve Pruyser (1955) TLE li hastalarda konuşma ve hafıza ile ilgili yetilerde (özellikle bilgilerin toplanması ve hatırlama ) bozulmanın daha fazla olduğu gözlemişlerdi.Guerrant ve ark.(1962)  TLE de hafıza bozuklukları, konuşmanın yavaşlaması,dikkat ve konsantrasyonun bozulması gibi beyin hasarının göstergesi olan bozuklukların gözlendiği hastalarda da benzer sonuçlar elde etmişlerdi.Lezyonun  yerleşim yerine göre bir değerlendirme yapıldığında  dominant hemisferden kaynaklanan TLE li hastalarda verbal işlevlerdeki bozulma daha belirgindi.(Milner 1958,1962, Dennerll 1964, Freido ve Mirsky 1969)Nöbetlerin ve anormal elektriksel aktivitenin etkileri: Nöbetlerin sıklığının artması dikkat ve konsantrasyonun azalmasına, eğitimin yarıda kalmasına neden olmakta  ve eğitimle ilgili handikapların oluşumuna yol açmaktadır. Nöbete bağlı fizyopatolojik değişikliklerin zekayı etkilemeside muhtemeldir. Grand mal nöbetler, özellikle nöbetler uzadığında veya status oluştuğunda serebral anoksiye yol açarak beyin hasarının daha da artmasına neden olmaktadır. Taylor ve Falconer's (1968) erken yaşlarda başlayan TLE si olan çocuklarda zeka seviyesinin düşük olduğunu gösterdiler. Epileptik aktivitenin artması ve elektriksel bozulmanın normal beyin dokularını da etkilemesi sonucu serebral fonksiyonların bozulmasında artış söz konusudur. Nöbetler haricinde , interiktal dönemdeki subklinik elektriksel aktivite de beyin hasarının artmasından sorumludur. Pond ve Chaudhry(1961) epileptik nöbetlerin kontrol edilmesindeki başarının kognitif yıkımın önlenmesinde etkili olduğunu ileri sürdüler, hatta seyrekte olsa bazen kognitif bozulmanın nöbetler bir an önce kontrol altına alındığında geriye döndüğünü bildirdiler.

Bir çok çalışmada nöbetlerin entellektüel aktivite üzerine kısa süreli etkileri olduğu gösterilmiştir. Jus ve Jus (1962) nöbetlerin 4-15 sn öncesine ait olaylarla ilgili , değişik derecelerde retrograd amnezinin olduğunu bildirmişti.Tizard veMargerison(1969) generalize senkronize diken dalga aktivitesi gösteren yetişkinlerde, belirgin nöbetler görülmese de kognitif fonksiyonlarda verimliliğin düşük olduğunu, becerilerinde yavaşlama ve hataların olduğunu, response sürelerinin azalmış olduğunu gösterdiler.

Antikonvulsanların etkileri: Antikonvulsan ilaçlar yüksek dozlarda konsantrasyonu etkileyebilir ve entellektüel konularda uyuşukluğa neden olabilirler. Antikonvulsanlara bağlı folik asit eksikliği de mental fonksiyonları olumsuz yönde etkileyebilir. Trimble ve ark(1980) serum folat düzeyleri düşük olanlarda IQ değerlerinin önemli decede düşük olduğunu gösterdiler. Bu sonucu destekleyen başka çalışmalarda vardır.

Uzun süreli antikonvulsan ilaç kullanımının kognitif fonksiyonlar üzerine etkinin olduğuna kesin gözüyle bakılmaktadır.Reynolds veTravers (1974, 1984) Fenobarbital ve fenitoin alan hastalarda ilaçın serumdaki seviyeri arttığında mental semptomlar (psikomotor yavaşlama ve entellektüel bozulma) ortaya çıkmaktaydı. (Guey ve ark.1967) ethosüksimidin entellektüel yetilerde olumsuz etkileri olduğunu, özellikle adölesanlarda entellektüel yavaşlama,perseverasyonlar ve hafıza bozukluklarının olduğunu gözlemlediler.Tchioloff ve Gaillard (1970)fenobarbital ve fenitoin alan hastalarda ila cın dozu ile entellektüel bozulma arasında önemli bir korelasyon olduğunu gösterdiler. Her iki ilaç birlikte verildiğinde oluşan kumülatif etkiye bağlı bozulma ile ilaçlar tek tek verildiğinde oluşan bozulma doz ile ilişkili değildi. Thomson veTrimble (1982,1983)  yaptıkları bir çalışmada ilaçların dozu veya ilaç sayısı azaltıldığında motor çabukluk, hafıza ve konsantrasyonda olumlu yönde gelişmeler olduğunu  gözlediler. Özellikle karbamazepinde yapılan değişikliklerin etkileri daha çabuk görülmekteydi ve  belirgin olarak iyi yönde gelişmeler görülmüştü. Bazen antikonvulsan ilaçlarla ilgili olarak idiosenkratik reaksiyonlarda görülebilmektedir. Fenobarbital bu tür etkileri en sık gözlenen ilaçtır, sıklıkla kognitif fonksiyonlarla olumsuz etkiler gözlenir. Hurt ve ark. (1968) fenobarbitalin terapotik dozlarda bile dikkati sürdürme kapasitesini önemli derecede etkilediğini gösterdiler. Aynı şekilde Rosan (1968) fenitoinin terapotik dozlarda entellektüel performansı azalttığını gösterdi. Hastaların ilaçları kesildiğinde okulda veya işyerlerinde performans artışı yanında IQ seviyelerinde de belirgin iyileşme olduğu görüldü. Stores (1981) çocuklarda fenobarbital veya fenitoinle davranış ve öğrenmeyle ilgili problemlerin oluştuğunu gösterdi.Bunlara karşılık antikonvulsanların verilmesiyle nöbetler kontrol altına alındığında bazen entellektüel fonksiyonlarda dramatik düzelmeler olabilir. Smith veark. (1968) ethosüksimid alan hastalarda - ki bunların eğitimle ilgili problemleri EEG lerinde epileptiform bozukluklar vardı- psikometrik testlerde belirgin bir iyileşme olduğunu gösterdiler.
      
EPİLEPTİK DEMANS
  
Epileptik vakaların küçük bir kısmında hafıza, konsantrasyon, karar verme vebu gibi yetilerde progresif bir bozulma söz konusudur.Bu durum şiddetli kişilik bozulması ile birliktedir. Bunlarda bazen öfke patlamaları, irritabilite, impulsif davranışlar görülebilir. Demansiyel belirtiler epilepsisi şiddetli olanlarda ve uzun sürenlerde daha belirgindir. Demans gelişen epileptiklerde diffüz serebral atrofi görülebilir. TLE nin demansiyel değişikliklere en yatkın olan epilepsi türü olduğu gözlenmiştir. Epileptik hastalarda gözlenen demansın etiyolojisinde hastadan hastaya değişen faktörler söz konusudur.İlerleyici serebral patolojilerde( tümör veya dejeneratif değişiklikler) ve önemli oranda beyin hasarına bağlı epilepsisi olanlarda  normal populasyona göre demans gelişmesi daha erken olarak ortaya çıkmaktadır.Epileptik hastalarda tedavide kullanılan antiepileptiklere bağlı olarak  demansiyel belirtiler görülebilir.  Kullanılan antiepileptiğe bağlı olarak beklenmeyen toksik belirtiler, anormal metabolik cevablar ortaya çıkabilir, yine bu ilaçlar serum folat düzeylerini etkileyebilirler. Bu yüzden bütün epileptik vakalarda  ilaç seçimine özen gösterilmeli, serum folat düzeylerine bakılmalıdır.

EPİLEPSİ VE KİŞİLİK

Epileptiklerdeki kişilik değişiklikleri Guerrant ve  ark. (1962) tarafından tanımlanmıştır. Halkın epileptiklere yönelik ön yargıları arasında  bunlarda hastalık nedeniyle önemli kişilik değişiklikleri olduğu düşüncesi de vardır.Epileptiklerdeki kişilik problemleri değişik formlarda ortaya çıkabilir. Beyin hasarı, psikososyal yetersizlikler ve başka birçok faktörle ilişkisi olabilir. Halk arasında epileptikler güvenilmez,kurnaz ve yıkıcı bilinirdi. Yaltaklanarak kendilerini sevdirmeğe çalışan bu kişilerde itaatkarlıklarının altında gücenmişlik ve kuvvetli paranoid duygular bastırılmıştır. Bunlarda bazen tehlikeli agresif davranışlarla seyreden ani affekt değişiklikleri olabilir. Bunlar genelde egosentrik, irritabl, ısrarla isteyen, idare edilebilmeleri için nezaket ve incelik isteyen kişilerdir.Duygusal ve dindar kişilik özellikleri de yaygındır. Ağır, hantal, perseverasyonları olan kişiler olup düşünceleri stereotipik ve katıdır(değiştirilemez). Hem emosyonel hemde düşünceleri yönünden vizköz (yapışıcı) özellik gösterirler. Tanımlanan  bu kişilik özelliklerinin çoğu TLE lilerde görülen kişilik traitleridir.Kişilik bozuklukları etiyolojisi bilinen epileptiklerde etiyolojisi bilinmiyenlere göre daha sık görülür. Alstrom (1950), Gudmundsson (1966) grand mal epilepsisi olanlarda  petit mal epilepsisi olanlara göre kişilik bozukluklarının daha fazla olduklarını ,en sık olarakta TLE de kişilik bo zukluklarının olduğunu bildirmişlerdir.  Pond (1952)  petit mal epilepsisi olanlardaki kişilik özelliklerini pasif ve iyi tavırlı olarak tanımlamıştı. Bunlarda daha çok nörotik semptomlar görülüyordu. Buna karşılık beyin hasarı olan epileptiklerde ise sıklıkla agresif davranışlar,önceden kestirilemeyen eksplosive davranışlar görülüyordu. Bunlar da grand mal ve fokal epileptik nöbetlerin tedavisi için kliniğe başvuran hastalardı. Nuffield (1961)232 epileptik çocukta yaptığı çalışmada petit mal nöbeti olan çocuklarda nörotik semptomların TLE lerde ise daha fazla ağresif davranışların olduğunu gözlemledi.

Pond  petit mal epilepsisi olan çoçukların genellikle nazik kibar ailelerden geldiklerini belirtmekteydi. Oysa beyin hasarı olan çocukların ailelerinde kararsızlık ve emosyonel bozuklukların daha sık olduğu görülmekteydi.  Ounsted (1955) generalize ve fokal epilepsilerde hiperkinezi olduğunu,petit mal epilepsisi olanlarda buna rastlanmadığını bildirmişti. Hiperkinetik çocukların IQ skorları da  düşüktü (70' in altında).Tamamına yakın bir kısmında beyin hasarının varlığı söz konusu idi. Store(1978) yaptığı çalışmada bu bulguları teyid eden sonuçlar elde etmişti. Davranış bozuklukları, hiperaktivite, dikkat eksikliği, sosyalizolasyonun erkek çocuklarda ve özellikle TLE lilerde daha fazla görüldüğünü de belirtmişti.

 Gibbs(1951) TLE li yetişkin epileptiklerde şiddetli kişilik bozuklukları olduğunu rapor etmişti.Benzer sonuçlar Hill (1953), Gibbs(1964), Lindsoy ve ark.(1979) tarafından da rapor edilmişti.Bunların çalışmalarında sol hemisfer orijinli TLE hastalarda kişilik  bozukluklarının daha sık olduğu da önemli bir bulguydu. TLE lilerde kişilik özelliği olarak immatürite , iyi kalplilik, sevecenlik, nazik    lik,  bazende saldırganlık  görülmüştür.(Falconer ve Taylor 1970, Serafetinites 1969, Taylor 1969, Sherwin 1980)
Herrington (1969) TLE li hastalarda antisosyal davranışlar, belirgin paranoid tutumlar,karamsarlık, anksiyete, depresyon ve histerik özelliklerin de olduğunu ropor etmiştir.

Pond ve Bidwells (1969) diğer nöbet tipleriyle karşılaştırıldığında TLE lilerde  psikiyatrik hastalık insidansının oldukça yüksek olduğunu belirtmişlerdir.

Guerrant ve ark.  TLE ve grand mal nöbeti olanları karşılaştırmışlar ve her iki grubtada psikiyatrik bozuklukların sıklıkla gözlendiğini rapor etmişlerdir.

Reynolds (1983) generalize nöbetlere göre  TLE nöbetlerinin kontrölünün daha zor olması ( özellikle beyin hasarı söz konusu olduğunda), atakların daha sık görülmesi, daha çok ilaç kullanılması gibi nedenler ve bunların psikososyal stresörlerle daha sık karşılaştığı da göz önüne alındığında bu hastalarda psikopatolojik durumların daha sık görülmesinin beklenen bir durum olduğunu savunmuştur.

Treffert (1963) psikiyatrik hastalar içinde agresif davranışlar gösterenlerde  belirgin epileptik nöbet olmaksızın, EEG lerinde temporal lobla ilgili değişikliklerin olduğunu göstermiştir. Dewhurst ve Beard (1970) TLE li hastaların din değiştirme ve mistik deneyimlere yönelme gibi psikotik özelliklere meyilli olduklarını gördüler. Waxman veGeschwind (1974 -1975) bir grub hastada hipergrafizm (çok yazı yazma) tesbit ettiler. Bu hastalarda sıklıkla dini ve felsefi konulara yönelme vardı. Bunlarda ayrıca emosyonel tepkilerde artış, hiposeksüalite ve vizkozite görülmekteydi.

Epileptiklerdeki kişilik bozukluklarının etiyolojisi :

Psikososyal etkiler ; Epileptik çocuktaki davranış bozukluğu aile içindeki olumsuz faktörlerle oldukça ilişkilidir. Epileptik çocuk aile için her zaman anksiyete kaynağıdır, aşırı korunur, anne-baba arasında konflikt  oluşmasına yol açabilir. Epileptik çocuk diğer kardeşlerden farklı muamele görecek,diğer kardeşlerin onu koruması teşvik edilecek, birçok oyundan uzak tutulacak bunlara bağlı olarak izolasyon, bağımlılık gelişecek, hipokondriak düşünceler oluşacaktır. Adölesan dönemde seçilecek meslek ve cinsel kimlikle ilgili problemler ortaya çıkacaktır. Yetişkin dönemde iş ve çevreyle ilişkilerde frustruasyonlarla karşı karşıya kalınacaktır. Taylor ve Falconer (1968) nöbetin sıklığı ile sosyal uyum arasında  özellikle iş yerindeki kimselerle, aile dışındaki kişilerle ilişkilerde olumsuzluklar olduğunu gösterdiler.

Epileptik kişinin karşılaştığı en büyük problem, hasta olduğu için kendisine farklı davranıldığını anlamasıdır. Bu durum epileptik kişinin hayatı boyunca kendisini sıkıntılı, duyarlı, sefil ve yalnız hissetmesine neden olacaktır. Bunların meslek seçimlerinde de kısıtlılık söz konusudur  Beyin hasarının etkileri: Epileptiklerde görülen kişilik bozuklukları çoğu zaman beyin hasarı ile oluşanlara benzemektedir.Kişilik bozukluklarının sıklıkla  beyin hasarı olan hastalarda görülüyor olması epileptiklerde görülen psikiyatrik bozuklukların altında  yatan sebeblerin başında organik sebeblerin olduğunu göstermektedir. Ve anormal elektriki akativitenin etkisi:Epileptiklerde kişilik bozukluklarının oluşumunda  epileptik deşarjların neden olduğu serebral fonksiyon bozukluklarının da rölü olabilir. Anormal elektriki aktivitenin fizyopatolojik etkileri nöronal sistem içinde yaygın bir şekilde dağılır, bunlarda interiktal dönemde de subklinik değişiklikler devam etmektedir.

TLE li hastalarda belli davranış bozukluklarının altında yatan olası fizyopatolojik olaylar, özellikle limbik sistemle ilgili yapılardan kaynklanan diken dalga değişiklikleriyle ilgili görünmektedir( Waxman ve Geschwind 1975, Bear ve Feidio 1977, Bear 1979, Geschwind 1979).Benzer değişiklikler sensori-limbik sistemler arasındaki bağlantılarda aşırı uyarılmaya neden olur, bu ise hastanın davranış ve deneyimleri ne yansır.

(1969) TLE li hastalarda nöbetin sıklığı arttığında  kişilik bozukluklarında da artış olduğunu gözlemledi. Ervin ve ark. (1969) yaklaşık olarak yerleştirilmiş elektrotlar ile limbik sistemi uyararak nöbetler oluşurmuşlar ve bunlarda agresif davranışların ortaya çıktığını gömüşlerdir. Uygun tedavi ile nöbetlerin sıklığı azaltıldığında  yaygın olarak görülen kişilik bozukluklarında düzelme görülmektedir. Wilson (1970) epileptojenik beyin dokusu ortadan kaldırıldığında davranış bozukluğunda önemli düzelmeler olduğunu gözlemledi. fiiddetli ve patlayıcı öfke nöbetleri, inatçı negativitizm ortadan kalkmaktaydı. Temporal lobektominin kişilik üzerindeki etkileri belirgindir. TLE lilerin yarısından fazlasında  ameliyat sonrasında psikiyatrik durumlarında önemli iyileşmeler görüldü. Ayrıca nöbetlerin sıklığının kontrol altına alınmasının da olumlu yönde psikolojik etkileri vardır. Operasyon sonrasında irritabilite azalır,agresif kişilik özellikleri ve saldırgan davranışlarda belirgin azalma vardır(Hill 1957, James 1968, Taylor ve Falconer 1968,Jensen ve Larsen1979)

Antikonvulsan ilaçların etkileri; nöbetler ilaçlarla kontrol altına alınınca emosyonel stabilite sağlanır, Bazen bunun tersi de olabilir, nöbetler azalırken davranış bozuklukları artabilir. Triemble ve Reynolds (1984) fenobarbital ve fenitoinin depresyona, primidonun kişilik bozukluğuna, fenitoinin histerik özelliklerin oluşumuna katkıda bulunduğuna ilişkin sonuçlar elde ettiler. Buna karşılık diazem ve karbamazepinin davranış üzerine olumlu etkileri vardır. Reynolds (1968) ve başka yazarlar antikonvulsan tedaviyle birlikte ortaya çıkabilecek folat metabolizmasıyla ilgili bozuklukların entellektüel gerilemeye, davranış ve mizaç bozukluklarına neden olabileceğini belirtmişlerdir.

EPİLEPSİ VE CİNSEL BOZUKLUKLAR 
                                              
TLE li hastalarda görülen cinsel bozukluklarla ilgili çeşitli yayınlar vardır. Bunlarda sıklıkla hiposeksüalite görülmektedir, daha az olarak cinsel ilgide sapmalar görülebilir.

Gastaut ve Collomb (1954) bir çalışmalarında TLE li hastaların 2/3 sinde cinsel ilgi, istek ve aktivitelerinde azalma olduğunu  gözlemlediler. Bunların cinsel meraklarında, fantazilerinde ve erotik rüyalarında belirgin bir azalma vardı. Hierons ve Sounders (1966) TLE li hastalarda impotans görüldüğünü , nöbetler kontrol altına alındığında bu durumlarında düzelme olduğunu gözlemlediler.
Taylor (1969) TLE lihastaların 2/3 sinde cinsel uyumun iyi olmadığını, en sık karşılaşılan probleminde cinsel isteğin azalması olduğunu belirtmiştir.Blumer (1970)  52  TLE li hastanın 29 unda hiposeksüalite olduğunu, bunların 1/3 inde temporal lobektomiden sonra düzelmes olduğunu bildirmiştir.

Shukla ve ark. (1979) yaptıkları kontrollü çalışmada TLE ile hiposeksüalite arasındaki birlikteliği  teyid eden sonuçlar elde ettiler. TLE li erkeklerin %41 inde ilgi eksikliği, ereksiyon kaybı, uykuda ejekülasyon ve cinsellikle ilgili rüya veya fantazilerde azalma vardı. Kadınlarında %38 inde orgazmın yaşanmadığı ve ilişki sırasında tamamen pasif oldukları tesbit edildi. Lindsay ve ark.(1979) cinsel gelişme dönemlerinde temporolimbik fonksiyonların epileptik proçes tarafından etkilenmesinin sıklıkla cinsel ilginin azalması ile sonuçlandığını,nöbetlerin puberteden önce kontrol altına alınması halinde cinsel gelişimin normal olarak seyrettiğini ileri sürdüler. Christiansen ve ark.(1975) epileptilerde androjenlerin, Toone ve ark.da (1983-1984) serbest testesteron seviyelerinin  önemli derecelerde azaldığını, buna karşılık LH, FSH, ve sex hormonlarını bağlayan globülinlerde artış olduğunu gözlemlediler.

Hastalarda nadir de olsa hiperseksüalite görülebilir. Taylor (1969),Shukla ve ark. (1979), Blumer (1970) hiperseksüalite görülen vakalarını yayınladılar. Hastaların biri hariç  hepsinde post iktal dönemde bu durum görülmüştü. Vakalardan ikisinde ameliyattan sonra, birinde nöbetler kontrol altına alındıktan sonra hiperseksüalite görülmüştü. Taylor'un serisindeki hastaların %15 inde mazohizm ve eksibizyonizm eğilimleri vardı. Kolarsky ve ark. (1967) serilerinde  yüksek oranlarda  sado-mazohizm, fetişizm ve eksihibizyonizm olduğunu bildirmişlerdir. Başka yazarlarında  birer vakalık fetişizm, transvestizmle ilgili yayınları vardır. TLE ile ilgili olarak seyrek ama ilginç vaka örnekleride yayınlanmıştır.Taylor (1969) bir kadında  koitusla ilgili telaşın veya heyecanın nöbetin sebebi olduğunu ileri sürmüştü.  Yine aynı çalışmasında iki erkek hastanın nöbeti başlatabilir düşüncesiyle duygusallık olmadan mekanik bir ilişkide bulunduklarını gözlemlemişti.   Hunter ve ark. (1963) TLE li bir kadın hastanın frijitidesi olduğunu, bu yüzden evliliğinin tehdit altında bulunduğunu gözlemlemişti.

EPİLEPSİ  VE  SUÇLULUK

İçinde bulunduğumuz yüzyılın ilk yarısında epilepsi ile suçluluk arasında yakın bir ilişki olduğu düşünülüyordu. Epileptiklerin hepsi suçlu olmasa bile, suçluların çoğunun epileptik olduğu şeklinde ön yargılar vardı. Cinayet, ırza geçme, hırsızlık, kundakçılık vb. suçları epileptiklerin işlediği düşünülüyordu. Alstrom (1950), Juul ve Jensen's (1964) yaptıkları çalışmalarla durumun hiçte böyle olmadığını göstermişlerdi. yaptıkları çalışmalarda epileptikleri normal populasyonla karşılaştırdıklarında suçluluk oranlarında önemli bir farklılık görülmemişti. Sadece psikiyatik komplikasyon gelişmiş olanlarda anlamlı olmayan bir artış söz konusu idi.Gudmundsson (1966) epileptik erkeklerin normal populasyona göre üç kat daha fazla suçişleme eğiliminde olduklarını ileri sürmüştü. Gunn ve Fenton (1969-1971) mahkumlar arasında yaptıkları çalışmalarda %7-8 oranında epileptik bulunduğunu ve bunun da normal populasyondaki epileptiklerden oldukça farklı olduğunu bildirdiler. Epileptik mahkumların işledikleri suçların başında hırsızlık görülüyordu.

Epilepsi ile cinayet işleme arasındaki ilişkiyi bulmaya yönelik çalışmalarda; raslantı sonucu cinayet işlemiş olanlarla, kendini savunmak için cinayet işleyenlerde %9 oranında EEG bozukluğu söz konusuydu. Ani olarak belirgin bir şekilde motive  olmadan suç işleyenlerde EEG bozukluğu %75 oranındaydı. Psikotik bir süreç içindeymişcesine suç işlemiş olanlarda ise%86 oranında  EEG bozukluğu vardı. Hill ve Pond (1952) epilepsi ve cinayet işleme arasında bazı önemli ilişkiler olduğu sonucuna varmışlardı.Fakat cinayetin veya zorbalıkla ilgili diğer suçların nöbet sırasında mı yoksa posiktal dönemdeki otomatizmler sırasında mı işlendiğinin ortaya konulmasına yönelik çalışmalarda suç ile nöbetin ilişkisini ortaya koyan verileri elde edememişlerdi.  Gunn veFenton (1971)  158 mahkumla yaptıkları çalışmada beş mahkumun cinayetten hemen sonra, dördünün cinayetten hemen önce nöbet geçirdiklerini dört mahkumda ise suçun otomatizmlerle ilgili olabileceğini tesbit ettiler. Bir mahkumda ise suçun muhtemelen nöbet sırasında veya hemen akabinde işlenmiş olabileceğini rapor etmişlerdi. İktal otomatizmler arasında da tehlikeli davranışların nadir de olsa gözlendiğini bildiren yayınlar vardır.

EPİLEPSİ VE NÖROZLAR

Epileptiklerde görülen psikiyatrik bozuklukların büyük bir çoğunluğunu nörozlar oluşturur. Pond ve Bidwell's (1960) epileptiklerin yarısının nörozlarla ilgili semptomlar sergilediğini ileri sürdüler. Epileptiklerde, nöbetlerin kontrol edilmesinde, emosyonel stabilitenin sağlanmasının önemli rolü olması muhtemeldir. Anksiyetenin artmış olması, nöbetlerin sıklığının artmasına sebep olabilir. 

Pond (1957) nörotik bozuklukların esas olarak promorbid kişilik özelliklerine bağlı olduğunu, ailesel ilişkilerden de etkilenebileceğini, epileptik fenomenden etkilenmiş olma ihtimalinin az olduğunu belirtmiştir.

Depresyon ve anksiyete halleri sıklıkla çevresel faktörlerle yakından ilişkilidir. Betts (1981) epileptiklerin çoğunda hastalığın ilk teşhis edildiği dönemde, hastalıkları nedeniyle başkalarının olumsuz tepkileriyle karşılaştıklarını, bununla ilgili olarak sosyal kişisel problemler oluştuğunu ileri sürmüştür. Standage ve Fenton (1975), Currie ve Ark (1971) Kogeorgos ve Ark (1982) de noroloji kliniklerinde takip edilen epileptiklerde anksiyete  ve depresif -mizaçla ilgili semptomların sıklıkla görüldüğünü bildirdiler.

Histerik reaksiyonlar, incinebilir kişiliği olanlarda stresi takiben ortaya çıkabilirler. Histerik tepkiler daha çok IQ düşük olanlarda, belirgin kişilik bozukluğu olanlarda ve organik beyin disfonksiyonu olanlarda görülür. Histerik tablolar generalize epilepsisi olanlarda, fokal epilepsisi olanlardan daha belirgindir (Kogeorgos 1982).

Obsesif-kompulsif bozukluklar epileptikler de sık görülmez. Epileptiklerde nöbetlerle ilişkili olarak bazen fobik durumlar  görülebilir, ama bu durum sık değildir.

EPİLEPSİ VE PSİKOZLAR

Epileptiklerde karşılaşılabilen psikozlar değişik görünümlerde ortaya çıkabilirler. Geçici sınırlı epizodlar halinde görülebildiği gibi bazen yıllarca süren kronik hastalıklar şeklinde karşımıza çıkabilirler. Bunların bazıları nöbetlerden hemen sonra, nöbetlerle ilişkili olarak veya beyindeki elektiriksel aktivitelerdeki değişmelerle ilişkili olarak yada nöbetlerden bağımsız olarak ortaya çıkabilirler. Klinik olarak bazıları affektif veya şizofireniform semptomlar gösterirken bazılarında mental durumdaki organik özellikler belirgindir.

Epileptik psikozlara yaklaşım büyük oranda teoriktir. Serebral disfonksiyonlarla mental bozukluklar arasındaki ilişkileri araştırmaya yönelik çalışmalar ve yayınlar yetersizdir.                                 Organik psikozlar epilepsilerde görülen serebral disritmilerle düzenli ve kesin bir ilişki gösterirler. Gerçekten benzer epizodlar serebral fonksiyon bozukluğunun göstergesi olabilirler. Bu epizodlar geçici fenomenler olabileceği gibi birkaç dakikadan birkaç güne kadar uzayabilir. Bunların çoğu iktal otomatizmler, petit-mal statusları veya postiktal konfüzyon halleridir. Organik psikozlar basit olarak konfüzyon ve bilinç bozukluklarının olup olmamasına göre ve  affektif veya şizofreniform semptomların varlığına göre sınıflandırılabilirler. Organik psikozlarda sıklıkla belirgin konfüzyon ile görme ve işitme hallüsinasyonları, paranoid delüsyonlar, depresyon bazen de sutupor görülebilir. Bu semptomlar daha ziyade TLE hastalarda görülür. Pond (1957) grandmal nöbetlerden sonra ortaya çıkan ilk ba kışta şizofreniye benzeyen tablolar tanımladı. Bunlarda paranoid ve hallüsanutuar semptomlar mevcuttu.


ŞİZOFRENİ VE EPİLEPSİ

Şizofreni ve epilepsi arasındaki ilişkilerin araştırılmasına yönelik çalışmalara ilgi eskiden beri mevcut idi. fiizofrenlerde epilepsinin ortaya çıkışı, epileptiklerde şizofreni gelişmesi detaylı bir şekilde araştırılmıştır.  Hill (1948-1957) şizofreniklerin EEG'lerinde epileptik dalga formlarının görülme insidansının seyrek olduğunu iddia etmişti. EEG bozukluğunun ( % 25 oranında) görüldüğü vakalar genç ve katatonik şizofrenler idi. Bunların da 2/3'de paroksizmal dalgalar (spike and wave activity) görülmekteydi.

Epileptiklerde şizofreni görülme insidansı, (geçmişte yapılan çalışmalarda görüldüğü kadarıyla) farklıdır. Son zamanlarda epileptiklerde görülen kronik hallüsinatuar psikozlar şizofreniye benzemektedir ve birbirlerinden ayırd edilmeleri zordur. Bu tablonun epileptik hastalarda özellikle de TLE'lilerde görülme olasılığı fazladır.

KRONİK ŞİZOFRENİ-BENZERİ PSİKOZLAR

Hill (1953-1957) ve Pond (1957) TLE'li hastalarda kronik paranoid ve hallüsünatuar tabloların görüldüğünü bildirmişlerdi. Bunların vakalarında delüzyonlar sistematizeydi ve etkilenme fikirleri ve işitme hallüsinasyonları ile birlikteydi. Bunlarda neolojizm, öz  kısa kelimeler ve mantıksız cümlelerden oluşan düşünce bozukluğu görülüyordu.  Alışılmışın aksine bunlarda affekt canlı ve düşünce muhtevası ile uygun idi.

Slater ve ark (1963), şizofreni tanısı almış ama belirgin epilepsi belirtileri olan vakaları toplayarak bir çalışma yayınladılar. fiizofreninin başlama yaşı 30 idi ve epileptik nöbetin başlamasından ortalama 14 yıl sonra gelişmişti. Hastaların % 80'inde hastalığın başlangıcı sinsi ve aşamalı bir şekilde delüzyonların gelişmesiyle birlikteydi. Hastaların çok az bir kısmında akut veya subakut başlangıç vardı ve bu şekilde başlayan psikozlar daha da uzun sürmekteydi. Akut gelişen psikozlar öncesinde konfüzyonel durumlar görülmekteydi. Genelde nöbetlerin sıklığındaki değişmeler ile psikozun ortaya çıkışı arasında belirgin bir ilişki yoktu. Fakat hastaların küçük bir kısmında psikozun ortaya çıkmasından önce nöbetlerin sıklığının azaldığı iddia edilmişti. Bazen psikoz  kişilikteki yavaş yavaş gelişen değişmelerle belirgin hale geliyordu. Tanımlanan psikozlar tipik paranoid-şizofrenik tablolardı. Çok azı % 10 hebefirenik şizofreni tablosu sergilemekteydi. Hastalardaki delüzyonlar sıklıkla dini ve mistik naturdeydi. Delüzyonlar primer delüzyonel deneyimlerden depersonolizasyon ve derealizasyon fikirlerinden kaynaklanıyordu ve sıklıkla kontrol edilme, etkilenme ve etkileme fikirleri yoğundu. Sistematize persekütif düşünceler şizofrenide görülen karakteristik garip özellikler de görül mekteydi. Işınlarla, elektronik tellerle, magnetik güçlerle, hipnotize edilmeyle ilgili garip düşünceler mevcut olup, sıklıkla özel güçlerin varlığı iddia edilmekte sıradan olaylara özel anlamlar verilmekteydi.
Hallüsinasyonların % 46'sı işitme hallüsinasyonları şeklinde idi. Görme, dokunma, koku ve tat almayla ilgili hallüsinasyonlar da görülüyordu. Persekütif sesler özellikle sıktı. Hastanın hareketlerinin yorumlanması, düşüncelerinin tekrarlanması, ona ne yapacağının söylenmesi ve onunla üçünçü bir şahısmış gibi konuşulması şeklinde sesler duyulmaktaydı. Görme hallüsinasyonları sıklıkla karışık ve mistik natürdeydi. Çoğu işitme hallüsinasyonları ile birlikte görülmekteydi. Hastaların hemen hemen yarısında düşünce bozuklukları vardı. Konu dışı neolojizmler, düşünce blokları, nadiren de enkoherans şeklinde düşünce bozuklukları vardı. Birkaç hastada düşüncelerinin okunduğu veya yarıda kesildiği yada kafasına düşünceler sokulduğu şeklinde düşünceler vardı. Hastalarda irade ve girişimcilik belirgin şekilde bozulmuştu. Nadiren negativizm, ani impulsif hareketler ve tekrarlayıcı (stereotipik ) hareketler ve heykel pozisyonu görülmekteydi.

Bu hastalarda gözlenen emosyonel bozukluklar irritabilite, agresif davranışlar, kısa ve şiddetli depresyon gibi durumlardı. Mistik natürde çoşku yada ekstazi de görülüyordu. Hastalarda nadiren şiddetli korku, şaşkınlık ve yalnızlık gözlenmişti. Hastaların yarıya yakınında uygunsuz affekt söz konusu idi. Bu çalışmada hastalar alışılmışın dışında, hastane personeli ile daha yakın (arkadaşça) ve daha kooperabl, daha az kuşkucu idiler. Hastaların % 80i şizofreniye benzer semptomlar yanında organik kişilikle ilgili (spontanite eksikliği, retardasyon, tekrarlayıcı düşünceler, hafıza bozuklukları, sıkıntılı görünüm vb.) belirtiler gösterdiler.  Toone ve ark.(1982) Slater ve ark. bulgularına ek olarak katotonik sendromların epileptik şizofrenlerde daha az, paranoid delüzyonların ve referans fikirlerinin daha sık görüldüğünü, affektif düzleşme, grandiyozite ve dini düşüncelerin hakim olduğu delüzyonların görülmediğini belirtmişlerdir. Perez ve ark.(1985) TLE li 11 hasta ile epileptik olmayan hastaları karşılaştırarak yaptıkları  çalışmalarında,elde edilen semptomların  her iki grub için tanımlayıcı özellikte olduğunu, fakat her iki grubtada IQ skorlarının normal sınırlarda olduğunu tesbit etmişlerdir. Slater ve ark. (1963) serilerinde  hastalarının yarısında, psikoz ortaya çıktıktan sonra kronikleşmeye eğilim olduğunu gözlemleşlerdi. Akut  başlayan psikozlarda prognoz daha kötüydü. Bütün bunlara ilaveten  ilginç bir bulguda şizofreni  benzeri psikozu olanlarda gözlenen temporal lob sclorozisidir. Taylor (1975) yabancı dokular nedeniyle (küçük tümörler,hemartomlar,fokal displaziler) rezeke edilen materyallerin incelenmesi sonucunda %41 oranında temporal sclerozis olduğunu görmüştü.47 hastanın %23 ü önceden psikoza girmişti ve psikotik 13 hastadan 7 si sol elini kullanıyordu. Özellikle sol elini kullanan bayanlarda şizofreni benzeri psikoz gelişme ihtimali belirgindi.

Floor Henry (1969) psikotik semptomlar gözlenen TLE lilerde şizofrenik bulgularla dominant hemisferdeki lezyonlar arasında kuvvetli bir ilişki olduğunu ileri sürdü. Perez ve ark. 180 vaka ile ilgili literatür taramasında TLE ile şizofrenik semptomların bir arada olduğu vakaların %62sinde lezyonun solda, %15 inde sağda, %23 ünde ise bilateral olduğunu görmüşltü. Epilepsi ile kronik şizofreni benzeri psikozların birarada olmasının sebebleri değişik yazarlar tarafından araştırılmış olup, epileptiklerde şizofreni benzeri tabloların oluşmasının tesadüfen olabileceği yada şizofreniye yatkınlığı olan kişilerde epileptik nöbetin psikozun başlamasına sebeb olabileceği üzerinde durulmuştur. Fakat tesadüfen oluşan bir durumun olması ve şizofreniye yatkınlık kabul görmeyen görmeyen görüşlerdi. Çünki hastaların premorbid kişiliklerinde şizofrenik özellikler yoktu( Flor Henry 1969, Slater ve ark. 1963 )

Toone ve ark. (1982) epileptiklerin premorbid kişiliklerinde daha az anormal kişilik özellikleri olduğunu öne sürmüşlerdi.

Sonuç olarak epilepsi ile psikoz arasında etiyolojik ilişki olduğu söylenebilir. Epilesi ile psikoz arasındaki ilişki direkt olarak nöbetin kendisi ile ilgili olabilir veya serebral fonksiyon bozukluğunun altında yatan esas sebeb psikozu belirgin hale getirebilir. Bunlarla ilgili çalışmalar yetersiz olduğundan bu düşünceleri teyid edecek yeterli veriler yoktur. Slater ve ark. serilerinde epileptik atakların sıklığı ve şiddeti ile psikozun gelişimi arasındaki ilişkileri gösterecek veriler elde edilememişti. Flor Henry (1969) psikotik ve nonpsikotik TLE lileri karşılaştırdığı çalışmasında, psikotik TLE lilerin nöbetlerinin daha fazla olduğunu, özelliklede psikomotor veya psikosensoriyel karakterli nöbetlerin daha fazla olduğunu gösterdi. Kristensen veSindrup (1978) benzer bir çalışmada derealizasyon yada hallusinasyonlar gibi yorumlama ve algılamayla ilgili fonksiyonlardaki bozuklukların psikotik vakalarda daha fazla görüldüğünü belirttiler.

Kısa süreli şizofreni benzeri epizodlar Yukarıda anlatılan kronik psikozlara ek olarak, epileptiklerde kısa süren şizofreye benzer epizodlarda ortaya çıkabilir.Geçici epizodlarla ilgili görüşler Landolt (1958) çalışmalarıyla daha da netleşti.107 vakalık bir seride psikotik epizodları olan hastaların 47 sinde psikotik tablo düzelirken, EEG de de elpileptik aktivitede ve fokusla ilgili paroksizmlerde azalma görüldü. Hastaların çoğu huzursuz, hiperaktif ve yaygaracıydı. Hallüsinasyonlar ve delüzyonlar belirgindi,oryantasyon bozukluğu yoktu. Bazen epizodlardan sonra amnezi görülmekteydi. Landolt daha sonra yaptığı çalışmada önceki çalışmalarınında sonuçlarını gözden geçirdi. 42 şizofrenik hastada spontan relapsların EEG deki düzelmeyle birlikte olduğunu gösterdi. Epileptiklerde de nonpsikotik dönemlerde fokal veya generalize disritmiler düzeliyordu. Glaser (1963) psikotik gelişmelerle EEG değişiklikleri arasında bir ilişki olduğunu, paroksizmal aktivitede artışın olduğunu ileri sürmüştü.

EPİLEPSİ VE AFFEKTİF BOZUKLUKLAR
  
Epileptiklerde affekt bozuklukları yaygındır.Anksiyeteden depresyona kadar uzanan nörotik bozukluklar epileptiklerde sık görülen  belli başlı psikiyatrik tablolardır. Pond (1957) epileptiklerde görülen kısa süreli hipomanik veya depresif epizodların gerçekte post-iktal dönemde görülen konfüzyon veya otomatizmler sırasında ortaya çıkan manik-depresif diye adlandırılan bozukluk olduğunu ileri sürmüştü. Epileptik hastalarda depresif epizodlar manik veya hipomanik epizodlardan daha sık görülür. Bets (1974) 72 epileptik hastanın  üçte birinin öncelikle depresif hastalık nedeniyle psikiyatriste başvurduğunu, bunlarında 12 tanesinin endojen depresyon, 10 tanesininde reaktif depresyon olduğunu bildirmişti. Bets (1981) epileptiklerde hem ani başlayan remisyonlar gösterebilen depresif epizodlar, hemde oldukça sınırlı dalgalanmalar gösteren affektif bozukluklar tanımladı. Serafetinides(1962) ve Falconer (1962)psikotik depresyonu olanlarda sıklıkla paranoid özelliklerin olduğunu ileri sürdüler. Robertson (1982,1982) veTrimble (1983) hem epilepsi hemde depresyon tanısı almış 66 hastanın %40 nın endojen depresyon olduğunu,13 hastanın mizaçla uyumlu hallusinasyonları veya delüzyonları olduğunu gözlemlemişlerdi. Bu hastalarda nörotik özellikler, yüksek anksiyete skorları, hostilite ve depersonalizasyon hisleri vardı. Depresyonun şiddeti ile hastalığın(epilepsinin) süresi arasında yakın ilişki vardı. Hastaların yarıdan fazlasında aile hikayelerinde depresif natürde hastalık hikayesi vardı, fenobarbital alanlarda depresyon diğerlerine göre daha ağır, karbamazepin alanlarda ise daha hafif seyrediyordu. Bu hastaların serum folat düzeyleride kontrol grublarına göre daha düşüktü. Bu çalışmada depresyon ile epilepsinin başlama yaşı, nöbetin tipi ve sıklığı ile epileptik odağın lokalizasyonu arasında ilişki tam olarak açıklanamamıştı.

Toone ve ark. (1982) retrospektif bir çalışmada epilepsi ile depresyon ve diğer affektif psikozlarla ilişkili olarak; epileptik depresiflerde (epileptik olmayan depresif kontrol grubuna göre) psikotik özelliklerin daha az olduğunu, bunlarda ECT  ve lityum tedavisine nadiren başvurulduğunu , 39 hastadan sadece 3 nün bipolarite gösterdiğini  bildirdiler.  Pratikte epileptiklerde  affektif ve şizoaffektif bozukluklar,  pür şizofreniklerden daha sık görülmektedir.  Dangier's  geçici  psikotik epizodlar gösteren kalabalık bir hasta serisinde; %30 nun belirgin affektif özellikler, %56 nında belirgin şuur değişiklikleri gösterdiklerini tesbit etmişti. Hastaların %10 nunda şizofreni benzeri belirtiler vardı. Depresyon TLE lilerde (diğer epilepsi tiplerine göre) daha sık görülmekteydi.

Temporal lobektomi için gelen hastalarda affektif psikozların, şizofreni benzeri psikozlardan daha sık görüldüğü James (1960), Serafetinides ve Falconer (1962) tarafından bildirilmişti.Flor Henry (1969 ) TLE li 50 hastada affektif psikozlarla diğer psikozları karşılaştırdı. Hastaların  11'i  şizoaffektif, 9'u manik-depresif, 21'i de şizofreni benzeri psikozdu. Hastaların 9'unda dezoryantasyon ve bilinç bulanıklığı esas tabloyu oluşturuyordu. Affektif ve şizoaffektif psikozlar birkaç ay, şizofreni benzeri psikozlar birkaç yıl, konfüzyonla giden psikozlar ise birkaç hafta sürmekteydi. Affektif psikozu olanlarda premorbid kişilik göreceli olarak daha sağlıkllı, evlilik ve iş uyumları diğerlerine göre daha iyiydi. Manik-depresif hastaların  diğerlerine göre belirgin bir şekilde psikomotor nöbetlerle yakından ilişkili olduğu tesbit edilmişti. Yapısal beyin hasarı manik-depresiflerde ve şizoaffektif bozukluğu olanlarda; şizofrenikler ve konfüzyonel psikozu  olanlardan  daha seyrek görülmekteydi. Bu seride sağ hemisferden kaynaklanan TLE olanlarda manik-depresif  hastalığın daha sık olduğu, buna karşılık şizofreni ve konfüzyonel psikozların daha çok sol temporal tutulumu olanlarda görüldüğü de  tesbit edilmişti.

EPİLEPSİ VE SUİCİDE

Normal  populasyona göre epileptiklerde suicide girişimlerinin daha çok olduğu yönünde  birçok yayın vardır. Henriksen ve ark. (1970) ölmüş yetişkin epileptiklerin %20 sinin ölüm sebebinin suicide olduğunu tesbit etmişlerdi. White ve ark. (1979) epilepsili 2000 hastadan 425'nin öldüğüğünü, bunlarında 21tanesinin (%5) suicide sonucu öldüğünü tesbit etmişlerdi.Barraclough (1981) epileptiklerde suicide riskinin  5 kat arttığını, TLE lilerde suicide riskinin en  fazla olduğunu iddia etti. Tamamlanmış suicidelerle karşılaştırıldığında suicide girişimlerinin daha sık olduğu görülmektedir. Delay ve ark. (1957),Gun  (1973)epileptiklerde suicidal düşüncelerin çok olduğunu ve suicide girişimlerinin sık olduğunu bildirdiler. Tekrarlayan suicide girişimleri kendini yaralama, kendini zehirleme vb. davranışların epileptiklerde 5-7 kat daha fazla olduğu, hastaların çoğunun kullandıkları antiepileptik ilaçlarla intihar etme eğiliminde oldukları, erkeklerde suicide girişiminin 2 kat daha fazla olduğuda bildirilmiştir.       

Bu haber toplam 126705 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum