Dört Dünya Üzerinden Varoluşçu Vaka Formülasyonu: Bir Olgu Sunumu
Selman YETKİN
Psikoterapide formülasyon güncelliğini koruyan tartışmalar arasındadır. Ekoller arasındaki tedavi ve yöntem farklılıkları, formülasyon oluşturma süreçlerine de önemli ölçüde yansımaktadır. Formülasyon, psikoterapi oturumlarının başında oluşturulan katı bir yönergeden süreç boyunca değişen, gelişen bir formata kadar geniş bir spektrumda anlam bulabilmektedir. Bu çalışma psikoterapilerde formülasyon aşamasını, varoluşçu psikoterapide vaka formülasyonu yapılırken ele alınan değerlendirme kriterlerini, Emmy van Deurzen’ın ortaya koyduğu dört dünya terimini ve vaka üzerinden formülasyon oluşturma sürecini konu almaktadır. Emmy van Deurzen fiziksel, sosyal, öznel ve tinsel olarak kurguladığı dört dünya üzerinden kuramını oluşturmuştur. Çalışmada formülasyon oluşturma aşamasına, psikoterapi ekollerinin bu aşamaları nasıl ele aldığına, sonrasında varoluşçu kuramların ve kuramcıların formülasyon aşmasında üzerinde durduğu konulara ve son bölümde vaka üzerinden varoluşçu vaka formülasyonu uygulamasına yer verilecektir. Sunulan vakada kişisel bilgiler ve konumlar değiştirilmiştir. Vaka formülasyonu danışan ile paylaşılmış ve açık rızası alınarak metin oluşturulmuştur. Vaka içeriğinde sunulan bilgiler danışanın kimliğini ve kişisel sınırlarını korumak amacıyla kuramsal zemine uygun şekilde revize edilmiştir.
Giriş
Psikoterapide formülasyon uygulaması psikoterapinin ilk ortaya çıktığı zamanlardan beridir uygulanan bir hipotez oluşturma çalışmasıdır. Formülasyon, danışanın ortaya çıkmış olan semptomlarını uygulanan psikoterapi ekolü bağla-mında açıklama sürecidir (Sperry ve Ark, 2002). Henüz terapinin başında formülasyon oluşturma adımları başlarken, tam anlamıyla hemen hemen hiçbir zaman netlik kazanmaz. Formülasyon süreç içerisinde tekrar güncellenebilir. Ola-bildiği ölçüde kapsamlı bir şekilde danışanı ele alıyor olmalıdır. Formülasyonun acemice ve hızlı bir şekilde oluşturulma-sı sürece zarar verebilir. Diğer bir açıdan gereksiz ayrıntıya boğulmamalı, danışan anlaşılabilir şekilde formüle edilmiş olmalıdır. Terapist, formülasyonu oluştururken kendi fantezilerinden ve yanlılığından olabildiğince izole olmalıdır (Eells, 2016).
Formülasyon oluşturulurken farklı psikoterapi ekolleri, farklı kriterleri baz alarak formülasyon içeriğini belirler (Karaca, 2019). Klasik psikanaliz ekolü, danışanının semptomlarını geçmişinin bir yansıması şeklinde değerlendirme eğiliminde olarak danışanı etiyolojik bir bakışla ele alırken (McWiliams ve Kalem, 2010); davranışçı ekol danışanı şu anki yapısıyla ve davranış görüngüsüyle değerlendirip, betimleyici bir bakışla ele almaktadır (Türkçapar, 2008). Psikiyatri içerisinde en kabul gören sınıflama olan DSM’yi (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2014) bir formülasyon olarak değerlendirdiğimizde betimleyici bir yöntem kullanıldığını görürüz. Farklı bir ölçüt olarak kategorik ya da boylamsal değerlendirme ön plana çıkmaktadır. Psikoterapi ekollerinin çoğu, danışanı oluşturduğu sistem içerisinde bir kategoriye yerleştirme eğiliminde iken azınlıkta kalan bir kısım ekoller semptomun şiddetine göre bir sınıflama oluşturmaktadır (Eells, 2016).
Formülasyon oluşumunda bir diğer inceleme alanı da normallik/anormallik konusudur. Birtakım kuramlar oluşturduğu sistem içerisinde kendi normalini oluşturup danışanda bunu ararken diğer bir gruptaki ekoller normal ve anormalliği danışana göre belirleme eğilimindedir (Eells, 2016).
Varoluşçu Psikoterapide Formülasyon
Varoluşçu psikoterapi, danışanları geçmişinden bağımsız değerlendirme eğilimindedir. Danışanın geçmiş yaşantıları-nın bugüne yansımalarını ihmal etmemekle birlikte, problemlerinin kökenini geçmişte arama eğiliminde değildir. Da-nışanın ortaya çıkan problemini bir derecelendirme sisteminde boylamsal değerlendirmekte ve normallik kavramını danışanın algısı üzerinden değerlendirmektedir (Deurzen, 2012). Frankl (2018) varoluşçu psikoterapiyi anlam üzerine kurgulamıştır. Bu anlamın kişiye özgü ve ilişkisel bir yapısı olması gerekmektedir. Evrensel bir anlam anlayışı mümkün değildir. Toplumsalcılık, kişisel nevrozlar hayattaki anlamı bozmaktadır. Bir diğer varoluşsal mesele de otantik olma ha-lidir. Otantiklik, kişinin kendisine dikte edilen genetik ve çevresel unsurların ötesine geçebilmesidir (Heidegger, 2018). Varoluşçu psikoterapiye etki eden felsefecilerden olan Edmund Husserl “parantez içine almak” terimini kullanmıştır. Bu terim Felsefenin kişisel arzulardan, korkulardan, fantezilerden ayrıştırılarak saf haliyle oluşturulması gerektiğini ifade etmektedir. Varoluşçu psikoterapide ise terapistin danışanı kişisel fantezilerinden, arzularından ve korkularından bağımsız bir şekilde değerlendirmesini ifade etmektedir (Uygur, 2007).
Varoluşçu psikoterapistler bu konuların haricinde danışanları farklı boyutlarla da değerlendirmektedir. Varoluşçu psi-koterapistler anormallik tanımlamaktan çok normal tanımlaması yapmaya çalışmaktadır. James Bugental normal insanı “Şekillenmiş olsa da değişmekte olan benlik: normal insan seçeneklere sahip olsa da sonlu, izole olsa da ilişki içinde, daima bir değişim süreci içinde olandır” şeklinde tanımlar (Schneider ve Kung, 2015). Varoluşçu psikolojinin bu ve benzeri yönleriyle temel bir tedavi protokolü şeklinde değil bir “görüş”, “anlama biçimi” olarak değerlendirildiği de olmaktadır. Varoluşçu psikoloji, İnsanı “her an olmakta olan” bir yapı olarak tanımlamaktadır (Gençtan, 2007).
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.