Din Psikolojiisi Uzmanı Doç. Dr. Öznur Özdoğan İle Söyleşi

Din Psikolojiisi Uzmanı Doç. Dr. Öznur Özdoğan İle Söyleşi
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Ana Bilim Dalı öğretim görevlisi Doç. Dr. Öznur Özdoğan ile Din Psikolojisi Kadına yönelik şiddet ve gündemle ilgili konular hakkında Vatan Gazetesi'nden Deniz GÜÇER'in sorularını yanıtladı.

Deniz GÜÇER / Vatan


Ulucanlar Cezaevi’nde kadınlarla uzun süre terapilere katılan din psikoloğu Doç. Dr. Öznur Özdoğan, ‘Tövbe’ döneminde ilahiyat fakültelerinde görev yapan din psikologlarının başarıyla bu sürece katkı sağlayabileceğini söyledi. Doç. Özdoğan “Kanserli hastalarla çalışmalarımızda da büyük başarı sağladık” dedi

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Ana Bilim Dalı öğretim görevlisi Doç. Dr. Öznur Özdoğan’dan ilginç bir öneri geldi. Özdoğan, cezaevlerinde ve Sağlık Bakanlığı’nın palyatif bakım ünitelerinde din psikologlarının görev yapmasını istedi. Önerisini Adalet Bakanlığı’na da ileteceğini belirten Özdoğan, bu çalışmaların hem tutuklular hem de hastalar üzerinde önemli etkileri olacağını belirtti. Kadına yönelik şiddeti engellemek için yurtdışı ve yurtiçinde çok sayıda konferans veren Özdoğan, sloganının “Haklılığı değil mutluluğu seçiyorum” olduğunun da altını çizdi.

Özdoğan VATAN Gazetesi'nin sorularını yanıtladı:

-Erkekler neden şiddet uyguluyor?

Son dönem yaşanan artışı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cezaevinde mahkumlarla olan görüşmelerimde şiddeti besleyen anlayışlar üzerine inceleme yapma imkanım da oldu. Şiddeti tetikleyen anlayışlardan biri “haklılık” duygusu. Yani “ben haklıyım” mantığı. Öyle ki haklılık fikriyle vurabiliyoruz. “Haklıyım” diyerek sevdiklerimize en ağır incitici sözleri söyleyebiliyoruz. Hatta öldürebiliyoruz. Halbuki psikoloji bilimi insanın ilişkilerinde yüzde yüz haklılık olmayacağını söyler. Haklıysak bile bu oran en fazla yüzde 60-70’lerdedir. Ayrıca Anadolu kültürü bu gerçeği “beşer şaşar” diye ifade eder. Yani öncelikle haklılık yerine mutluluğu seçmemiz gerekiyor. Bu seçimi yapmanın yani mutluluğu seçmenin şiddeti azaltacağını düşünüyorum. Konferanslarımda da bunu anlatıyorum: Haklı olmayı değil mutlu olmayı seçin.

-Ulucanlar Cezaevi’nde uzun süre kadın tutuklularla görüştünüz. Nasıl bir çalışma veya yöntem izlediniz?

Çok önemli bir deneyimdi benim için. Cezaevindeki çalışmalarım sonucunda tövbenin psikolojik yöntemle yaşanması sürecini, ceza ve tutukevlerinde gerçekleştirmek için ilahiyat fakültelerinin din psikolojisi anabilim dallarında uzmanlaşanların görev yapmasını öneriyorum. Cezaevindeki kadınlarla elbette öncelikle güvene dayalı bir ilişki kurduk. Bir çoğu cezaevinden çıktıktan sonra benimle irtibata geçti. Orada yaptığımız çalışmalar sonucu hayatlarını değiştirmeyi başaranlar oldu. Hastaneye nasıl iyileşmek için gidiyorsak cezaevinde de, “Çıkınca öfkemi yöneteceğim. Zararlı maddeler kullanmayacağım” demeyi başarabilmeli insanlar. Onlara şunu anlatttım: Bizim asıl varlığımız bize hem bu dünyada hem de diğer dünyada eşlik eden ruhumuzdur. Nasıl bedenimizi yiyeceklerle besliyoruz, büyütüyoruz ve bunların sağlıklı olmasına dikkat ediyoruz. Aynı özeni ruhumuz için de gösterebiliriz. Ruhumuzu manevi değerlerle besleyebiliriz. Aslında din cahillerin değil araştıran ve düşünenlerin alanıdır. Din Psikolojisi alanı ülkemizde peygamberimizin bir sözünden yararlanılarak açılmıştır. “Kendini bilen Rabbini bilir.” Yaratıcımızı tanımaya giden yol kendimizi tanımamızdan geçer. Psikoloji bilimi insanı tanımaya çalışan, araştırmalar yapan bir alan. Kendimizi tanımamızda, ilişkilerimizi anlamlandırmamızda bize yardımcı olur. İslam dini ilmi her zaman destekler.

-Cezaevi çalışmalarını bir kitapta topladınız değil mi?

Mutluluğu Seçiyorum ve İsimsiz Hayatlar’ı yazdım. Oradaki kadın hükümlüleri dinlerken duygularını derinden hissettim. Hem tek tek görüşmeler, hem de tema odaklı grup toplantıları düzenledik. Gerçekleştirilen çalışma geniş anlamıyla “Tövbe” yaşantısı olarak nitelendirilebilir. İkili danışmanlık seanslarında hükümlülerin hatalarının farkına varmaları ve kendisini affetmesi yönünde çalışmalar yapıldı. Onların ilahi öğretideki affetme kavramıyla tanışmalarını sağladık.

-Benzeri bir çalışmayı kanserli hastalarla da yaptınız sanıyorum...

Doğru. Aynı zamanda 3 yıldır SHÇEK’te kalan çocuklarla görüşmeler yapıyorum. Onlara peygamberler ve Türk kültürünün yetiştirdiği Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bayram gibi bilge insanların ışığında hayatı anlatıyoruz, anlamlandırıyoruz. Kanser hastalarıyla hikâyem daha uzun. 11 yıldır yürüttüğüm çalışmalarda Sağlık Bakanlığı’nın son projelerinden olan palyatif bakım ünitelerinde de “din psikolojisi uzmanlarının” çalışmasını arzu ediyorum. “Kansere Çözüm Var” kitabını uzman arkadaşlarımızla birlikte yazdık. “Din psikoloğu ne yapıyor”un en iyi yanıtını kanser tedavisi gören Ayşe verdi bana göre. Ayşe bizim çalışmamızı, “kabartma tozu”na benzetiyor. Diyor ki: “Kekin bütün malzemelerini koysak ama kabartma tozu koymasak kek olmaz. Manevi yaklaşım insana öyle bir bakış açısı kazandırıyor ki, yükseliyorsun, yaşadıklarını anlamlandırıyorsun, kendinle ve yaşantılarınla barışıyorsun. Tıbbi tedavi ve diğer uygulamalar kekin malzemeleri gibi. Ama ‘kabartma tozu’ eksik.”

-Din psikolojisi uzmanlarının cezaevleri ve Sağlık Bakanlığı’nın birimlerinde çalışmasını önerdiniz, sayıları yeterli mi?

Elbette. İlahiyat Fakülteleri’nde değerli din psikolojisi uzmanı arkadaşlarımız var.

-Kadına yönelik çalışmalarınız da var. Hollanda’da konferans verdiniz. İlgi nasıl?

Büyük ilgi gördü. Çok mutlu oldum. İslâm dininin yanlış yorumlanması nedeniyle insanların kafalarında soru işaretleri olabiliyor. Mesela biz genelde ilk yaratılan varlığı erkek olarak biliriz. Oysa Nisa Suresi’nde Yüce Yaratıcımız şöyle bildirir: “Ve O’nun ayetlerindendir ki O sizi ( insanoğlunu) bir tek nefisten yarattı ve o nefisten eşini yarattı. Ve bu ikisinden (yeryüzüne) sayısız erkek ve kadın yayıldı.” Surede herhangi bir cinsiyete öncelik verilmediğini ve cinsiyetin açıklanmadığını görüyoruz. Kur’ân’ın bakış açısında Adem insan demektir. Ademoğlu insanoğlu demektir. Bunu her konferansımda anlatıyorum.

-Mesela Nisa suresiyle ilgili bir tartışma var. Sizin yorumunuz nedir?

Şiddet öğretilen ve öğrenilen bir davranış biçimidir. 1970’lerde kadına yönelik şiddet denildiğinde önce dışarıdan uygulanan saldırılar ve tecavüz olayları olarak değerlendirilirdi. Aile içinde kadınların daha mağdur olduğu tahmin edilmez hatta ihtimal verilmezdi. Çünkü bu tür olaylar kadınlar tarafından kolaylıkla dışarı sızdırılmazdı. Yapılan ilk araştırmalarda fiziksel şiddet üzerinde duruldu ama araştırmalar arttıkça anlaşıldı ki kadınlar daha çok psikolojik şiddete maruz kalıyorlardı. Toplumsal cinsiyet ve kadın psikolojisi çalışmalarından uzak olarak yapılan Kur’an tercümeleri sanki kadına yönelik şiddet destekleniyor imajı verebiliyor. Mesela Nisa Suresi 34. ayet. Birçok mealde ayette geçen “nüşuz” kelimesi “itaat” olarak tercüme edilmekte ve ayetin sonundaki “darabe” kelimesi “itaat etmeyen kadına vurunuz” olarak çevrilmektedir. Artık bazı meallerde “nüşuz” kelimesi, iffetsizliğe meyletme olarak, “darabe” kelimesi de peygamberimizin uygulamaları ve kelimenin en temel anlamı göz önüne alınarak “mesafe koymak, uzaklaşmak” olarak çevrilmeye başlanmıştır.

-Din sosyologlarının şiddet mağdurları üzerinde nasıl bir etkisi olabilir?

Din şiddetin kadında yol açtığı yaraları onarıyor. Acılarla baş edebilmede dini kaynaklardan yardım alınması doğal bir durum. Şiddete maruz kalan kadınlar, sabır değerini yaşamada, hoşgörüde, çocuklarına bakabilecek gücü bulabilmede, umudunu canlı tutmada, affedebilmede, Kur’an’ın, Peygamberimizin ve Anadolu bilgelerinin yaklaşımlarından beslenmektedirler. Tüm çalışmalarımızda ve araştırmalarımızda bunun pek çok örneğini gördük.

2002 yılında başladı

Ulucanlar Kadın Cezaevi’ndeki çalışma 2002 yılı Temmuz ayında Doç. Dr. Özdoğan’ın Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’ne sunduğu proje ile başladı. Özdoğan, projesinde ikili veya gruplar halinde yapılacak çalışmalarla mahkumların kendilerini tanımalarını, sevmelerini, psikolojik ve manevi açıdan güçlenmelerinin sağlanabileceğini ve aynı hatayı tekrarlamalarının önüne geçilebileceğini belirtti.

Proje kabul edildi ve Ağustos 2002’de Ulucanlar Kadınlar Koğuşu’nda bizzat Özdoğan’ın yürüttüğü çalışmalar başladı. Çalışma 30 Temmuz 2003’de sona erdi. Kadın mahkumlar psikolojik desteğin yanı sıra bu sürede çok sayıda kitap okudular ve Genel Müdürlüğün izniyle bir çok film izlediler. Çalışmanın sonunda yayınladığı raporda Özdoğan, temel konular olan “Öfke kontrolü”, “Kendini affetmek”, “Geleceğe umutla bakmak” ve “Din anlayışı”nda kadınların bakış açılarının “Pozitife” geçtiğini not etti.

Din psikolojisi nedir?

Din psikolojisi, dini inançlar ve uygulamaları psikolojik bakımdan açıklayan bilim disiplini. Dini inançların birey psikolojisinde gördüğü işlev, dini algıyı belirleyen psikolojik etmenler gibi bilinç halleri ve benzerleri, din psikolojisinin araştırma alanına giren konulardan bazıları. Aralarında psikolojinin babası Sigmund Freud ve Carl G. Jung’ın da bulunduğu bir çok ünlü ismin din ve psikoloji ilişkisine dair kitap ve makalelerinin din psikolojisinin günümüzdeki metodolojik çatısını belirlediği ifade ediliyor.

Bu haber toplam 20577 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.