Bağdat Fragmanı... YILDIZ RAMAZANOĞLU (Kitap)

Bağdat Fragmanı... YILDIZ RAMAZANOĞLU (Kitap)
Yıldız Ramazanoğlu, denemelerinden oluşan 'Bağdat Fragmanı' ile okurlarını selamlıyor. Yazar, Bu kitabında herkesi, Ortadoğu halkının çığlığını, yürekten duymaya çağırıyor

Öykü, roman ve deneme yazarı Yıldız Ramazanoğlu ile son kitabı Bağdat Fragmanı (Timaş Yayınları, 2008) üzerine konuştuk. Kitap mekan düzleminde Afganistan, Irak, İran, Cibuti, Saraybosna'ya ve daha pek çok yere uzanıyor. Kitapta Doğu Konferansı, Barışarock, Bosna Genç Müslümanlar Teşkilatı gibi oluşumlara dair değiniler ve tanıklıklar da yer alıyor.

 Ramazanoğlu kitabı için: "Bu kitap kifayetsiz kelimelerden oluştu"... diyor. "Bomba ve tel örgü medeniyetinin kendimizi de soğukkanlılıkla sorgulamamızı engellememesini dileyerek. Derinlikli ve yüce bir ütopya uğruna enerjimizi birleştireceğimize inanarak. Kötülüğün arızi olduğunu, aslolanın iyilik olduğunu bilerek..."diye de devam ediyor Yıldız Ramazanoğlu'na yönelttiğimiz sorular ve yanıtları aşağıda.

Elbette bu söyleşide değinemediğimiz bölümleri de var Bağdat Fragmanı'nın. Bu söyleşiyi kitaba giden yollardan biri ya da kitap üzerine sesli düşünmenin bir göstergesi olarak bakmak gerekiyor.

Kitabınızın adından ve oluşum sürecinden başlayalım önce. Neden Bağdat Fragmanı ve bu kitap nasıl oluştu?

Bağdat burada bir metafor. Saldıranlar ve aldırmayanlarla birlikte insanlığın dibe vurduğu noktanın mekan olarak karşılığı. 2003 Bağdat işgalinden beri yazdığım yazıların unutulmaması gereken tarihler, insan deneyimleri ve tanıklıklar içerdiği gördüm. Elimizde bu küçük mütevazı yazılar topluca bulunsa iyi olur diye kitaba dönüştürmek istedim. Unutmak suç diye.

Kitabınızda vurgulamak istediğiniz nedir?

Küresel kötülüğe, adaletsizliğe, yoksulluğa karşı koyabilecek güçte, adaletin sıvı gibi her yere sızacağı dağılacağı bir dünya kurmak için canından malından keyfinden fedakarlık edecek insanların varlığına inancı çoğaltmak.

Kitabınızın çoğu bölümü yolculuk yazılarından oluşuyor. Bu yolculuklar içinde Doğu Konferansı daha farklı bir yerde duruyor. Öte yandan kitabınızın bir "Doğu Konferansı" kitabı olmadığını belirtme gereksinimi duyuyorsunuz. Devamında da "Keşke yol öncesinden başlayarak kendi aramızdaki tartışmaları ve gittiğimiz ülkelerdeki oturumları anlatan bir kitap yazılabilse. Bu deneyim aktarılabilse yeni kuşaklara" diyorsunuz. Bu yolculuklar sırasında başınızdan geçen en önemli olaylar deyince neler gelir aklınıza?

İranlı aydınların grubu şaşırtması gelir. Giderken biraz yukardan bir hava vardı ama güçlü ve birikimli insanlarla karşılaşınca ezberler bozuldu biraz. Erivan üniversitesinde bir Türkiyat öğrencisi bizi soykırım için saygı duruşuna davet edince Hrant Dink'in gösterdiği tepki, Aydın Çubukçu'nun gösterdiği basiret örneği gelir. O dönem bütün halklar birbirini öldürdü, herkes acı çekti, hepsinin birden ruhuna saygı duruşu diyerek duruma el koymuştu. Mısır'da birçok görüşmede dedelerden söz açılınca neredeyse Arap kardeşlerimizle akraba çıkmamız da beni çok etkilemiştir.

Bu güne kadar geçen süre zarfında Doğu Konferansının şahitliği hakkında neler söylemek istersiniz?

Arap aydınlar Türkiye'yi atlayıp hep Avrupa'yla iletişim kurmuş. Oradaki yazarlarla dostluk ve diyalog halindeler. Bizde de durum aynı. Birbirimizi atlamamız yok saymamız hepimize pahalıya maloldu. Bizim seyahatlerimiz bu "görmeme"yi yıkma, kalbden kalbe, akıldan akıla yol açma çabasıydı. Bunun kesintiye uğramadan en geniş şekilde sürdürülmesi lazım.

ABD'nin şer eksenine dahil ettiği, nükleer silah geliştirme suçlamasıyla savaş tehditleri savurduğu İran, ABD yanlısı şah rejiminin yıkıldığı 1979'dan beri dünyanın gündemini işgal ediyor. Hamid Dabashi İran: Ketlenmiş Halk adlı incelemesinde İran'ı "sömürgecilik karşıtı modernlik" terimi çerçevesinde anlatmayı deniyordu. Kitabınızda İran'la ilgili de epey gözlemleriniz var. Özellikle son zamanlarda hararetli tartışmalara sebep olan 'ama onlar Şii' türü mezhep farkçılığını yücelten yaklaşımlar 'İran hakkında ne biliyoruz?' sorusunu bir kere daha gündeme getirdi aslında. Emperyalizmle uzun bir mücadele tarihi olan İran hakkındaki izlenimleriniz nelerdir?

Farklılıklardan çatışma üretmek isteyen dil, hepimizin altını Türk, Arap, Şii, Sünni, Kürt diye çizerek bir yere varmaya çalışıyor. En büyük savaş dilin kurulumunda verilen savaş. Kardeşliğin ve diğergamlığın diline dönmemiz lazım.

İran bütün ezberleri bozan bir yer. Reformist mollalar, İslam'dan yola çıkarak mülkiyeti sınırlandırmayı savunanlar, kazanılan haklar için cansiperane mücadele edenler. Çok zengin bir düşünce ve sanat dünyası var. Devrimi koruma adına baskılar var tabii ama kimsenin umurunda değil. Herkes pervasız. Yazıyor tutuklanıyor çıkıyor ve aynen devam ediyor insanlar. Mesela bizimle görüşmeye cezaevinden izin alıp gelen sonra tekrar dönen yayın yönetmenleri vardı. Kadınlar da çok güçlü ve mücadeleci. Hatta kısmen anaerkil bir toplumsal yapı var. Kadınlar sevgi ve saygı halesi içinde genelde. Bu işler sadece hukuki düzenlemelerle olmaz zaten. Rahat ve eşit ilişkiler bakımından yerleşik bir zemin lazım.

Söyleşi yaptığınız Suriyeli edebiyatçı Nadia Khost nasıl bir edebiyatçı? Adonis'ten hangi noktalarda farklılaşıyor?

Nadia Suriye' nin en çok okunan yazarı unvanına sahip. Sayısız eserde Osmanlı izlerini deşifre etmiş biri. Toprağa tutkuyla bağlı. Öte yandan seküler bir kadın. Karşılaştırmalı Arap-Rus edebiyatı uzmanı. Kızı devlet senfoni orkestrasında piyano virtüözü. Adonis meselesi biraz da onun ülkeden uzaklaşmasıyla ilgili. Adonis büyük bir şair. Fransızlara karşı gösteriler düzenlemiş, şiire önemli açılımlar getirmiş biri. Anlaşılamadığını düşünenler çoğunlukta. Ben kolayca harcayabileceğimizi sanmıyorum.

Doğu Konferansı İstanbul Buluşmasının Yıldızı: Mecid Mecidi başlıklı yazınızda "Sanat bölgedeki ana gövdelerimizden biri olmak zorunda" diyorsunuz. Öte yandan Doğu Konferansı'nın yayın organı olarak görebileceğimiz Doğudan'da toparlamaya çalıştığı kültürel coğrafyadan sanata dair herhangi bir ürünün yer almamasını nasıl yorumluyorsunuz?

Dergi şimdilik siyaset ve toplumbilim disiplini içinde siyasi analizler yapıyor, ortak bir yön bulmaya çalışıyor. Zamanla sanata ayrılan yer çoğalabilir. Ama gönül istiyor ki bölgemizin sanat ve edebiyatına eğilen müstakil bir dergimiz olsun. Bu yöndeki eşsiz birikimi paylaşalım, çoğaltalım.

İşgal altında günlük hayat nasıl akıyor?

Filistin'den ve Lübnan mülteci kamplarından söz edebilirim. İnsanlar her şeyden önce fiziki varlığını sürdürme savaşı içinde. Dünyaya kök salmadan yerleşemeden yaşıyorlar. Her an canlarına kastedilme ihtimaliyle yaşamak. Bu koşullarda Allah tarafından özel olarak güçlendirildiklerini hissediyor insan. Aslında bu durumun en çok da bizim meselemiz ve sınavımız olduğunu apaçık görüyoruz. Ürkütücü bir azap içinde yaşayan insanlara utanarak nasılsınız dediğinizde elhamdülillah cevabını alınca tokat yemiş gibi oluyorsunuz.

Büyük bir mücadele veriyorlar, doğrusu göz göze gelmek yürek ister.

Murathan Mungan'ın Çador anlatısını eleştiren yazınızı bu kitaba gelinceye kadar okumamıştım. İlk olarak bu kitapta mı yayımlanıyor? Çador'un söylemi ile sömürgecilik arasında nasıl bir bağ var sizce?

Sanırım gazetem.net deki ilk yazım. Dünyada benzeri birçok kitap ve araştırma yayınlandı. Bunlar dünya kamuoyunu ve Amerikan toplumunu işgallere hazırlayan söylemler. Kurtarılacak Müslüman kadınlar var ve bu beyaz adamın insanlık yükü. Bu yaklaşım yaygınlaştığında kimse yüzer yüzer öldürülen kocalara babalara yıkılan şehirlere acımayacak. Türkçe'de yoktu böyle bir telif kitap olmuş oldu. Murathan Mungan'ın edebi değerini reddedemem ama bu kitap tam bir talihsizlik.

"Sanat ve siyaset yan yana gelebilir mi sorusuna herkesin bir cevabı var" diyorsunuz Michael Moore'un Politik Sanatı başlıklı yazınızda. Siz böyle bir soruya nasıl cevap verirsiniz?

Sanat hayatla aynı anda ilerlemeli, gündelik yaşamı ve bakışı aşarak elbette. Hiçbir şey olmuyormuş, ortada insanlığın imhası meselesi yokmuş gibi davranan steril ve soyut sanat beni çekmiyor. Edebi metin üretildiği dönemin acılarına tanıklık etmekle kalmayıp zihinleri karıştırmalı normalleri kırmalı biraz. İnsanı kendi eski haline bırakıp gitmemeli. Bir şimşek, olmadı bir kıvılcım. Bu konuda çok keskin cümleler kurmak doğru olmaz. Sonuçta ortak bir beğeniden sözetmek çok zor.

Bağdat Fragmanı Çok Özel Birkaç Kadın bölümünde yer alan Rachel Corrie'nin Mektubu ile sona eriyor. Rchel Corrie'nin Filistin için anlamı nedir?

O geldiği yer itibariyle insanlığa dair daha yeşerecek çok umutların olduğunu gösteriyor. Ben genelde Corrie'yi milliyetsiz ve cinsiyetsiz düşünüyorum. Mutfağımda resmi hep asılı duruyor, gözümün önünde. O birlikte yukarı tırmanışımız bana göre. Çoğaltmamız gereken bir ortaklaşmanın işareti. Yaratıcımızdan bir kelime.

Kitabınız deneme türü olarak yayımlandı. İçimden Geçen Şehirler'de sanırım deneme türünde. Oysa her iki kitabın ağırlıklı yanı görmekle yani gezi ile doğrudan ilintili. Sizin için gezi nerede biter, deneme nerede başlar?

Açık konuşmak gerekirse bilinçle oturmuyorum bilgisayarın başına. Klasik türlere göre bir form belirleyerek başlamıyorum. Günümüzde de bu formlar aşınıyor giderek. Derdim var. Bir şey söylemek istiyorum. Başlıyorum. Yazdığım her şey bir anlatı esasında. Duruma göre bir yere yerleşiyor, öykü, deneme, gezi gibi.

Deneme türünde başka çalışmalarınız olacak mı? Düzyazıyı mı, öyküyü mü daha öncelikli görüyorsunuz?

Öykü her şeyden önce gelir. Anlatmak istediğim çok şey var ama türünü bilemiyorum.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Çok teşekkür ederim bu söyleşi için.

Söyleşi için ben de teşekkür ederim.

Röportaj: Asım Öz/ Haksöz-Haber

Yıldız Ramazanoğlu

Bağdat Fragmanı,

Timaş Yayınları Mayıs 2008


BU KİTABI SATIN ALMAK İÇİN Tıklayınız

Bu haber toplam 8713 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.