Yolsuzluk savaşının psikolojik anlamı
Doç. Dr. Medaim Yanık* / ZAMAN
Böylece yeni dönemin muhalefet stratejisi yolsuzluk iddiaları oldu. Bu stratejik kaymanın anlamı ve sonuçları üzerinde düşünmek gereklidir. Bu yazının üç iddiası vardır. Birincisi, yolsuzluk stratejisi üzerinden savaşmanın temiz topluma yol açan bir süreç olmadığı, aksine temiz toplumun önünü tıkayan bir süreç olduğudur. İkincisi, bu sürecin siyasete ve siyasetçiye, dolayısıyla da ülkeye zarar veren bir süreç olacağıdır. Üçüncüsü, tüm taraflar bu süreçten zararlı çıkacaktır. Şimdi bu üç iddiamın temellerini ortaya koymaya çalışacağım.
Normalde temiz toplum için yolsuzlukların açıkça ortaya konulup üzerine gidilmesi erdemli bir davranıştır. Ülkemizin siyaset geleneğinde siyasetçilerin de içinde olduğu kanıtlanmış yolsuzlukların olduğu bilinmektedir. Bu yolsuzlukların ortaya çıkmasında, gerekli cezanın verilmesinde, kamuoyu vicdanının canlı tutulmasında medyanın önemli rolü olduğu da açıktır. Siyasi partilerin yolsuzluklar üzerine gitmesi de demokrasi kültürünün gereğidir. Son bir aydır yaşanan süreç bu olumlu özelliklere sahip değildir. Çünkü bu süreç bir kampanya şeklinde organize edilmiş, bekletilen dosyalar piyasaya sürülmüştür. Kampanyanın başlangıcı ve sürdürülme şekli karşı tarafı zayıf bırakma ve yıpratma olarak kurgulanmıştır. Bu durumda yolsuzluk iddiaları adalet arayışı değil, siyasi mücadelenin bir parçasıdır. Bu durumda taraflar hızla gruplaşacak, kendi saflarını tutacak ve grup davranışı ortaya çıkacaktır. Sosyal psikolojinin bize öğrettiği temel bilgilerden biri grupların kendilerini haklı göstermek için saflaşacakları şeklindedir. Gruplar siyasetlerini haklı veya haksız olmaya göre değil de kendi adamını karşı tarafa yedirmeme üzerine oturtacaklardır. Böylece kendi içlerinden birileri için yapılan yolsuzluk iddiasını geçiştirmeye çalışacak, o kişiye karşı tarafın kurşununun isabet ettiği bir yaralı muamelesi yapacaklardır.
Yolsuzluk iddiaları ile savaşma metodu seçim kampanyalarındaki "saldırı stratejilerine" benzer bir yöntemdir. En fazla Amerikan siyasetinde görülen, Türk siyasetinde de seçim dönemlerinde kullanılan "saldırı reklâmları" karşı tarafın güvenilirliğini yok etmeye yönelik kurgulanır. Bu yöntemin en klasik örneği 1988 Amerikan seçimlerinde baba Bush'un kullandığı Willie Horton olayıdır. Horton olayı, başkan adayı Dukakis'in vali iken affettiği bir siyahî suçlunun hapishaneden çıktıktan sonra bir kadını öldürmesidir. Baba Bush bu olay üzerine saldırı kampanyası kurgulamış ve 19 puan geride iken seçimi kazanmıştır. Bu durumun ana nedeni Dukakis'in saldırı reklâmına hızlı cevap vermemesi olarak gösterilmiştir. Bu sebeple seçim kampanyalarında saldırı reklâmlarına karşı saldırı reklâmı ile karşı koymak bir ilke haline gelmiştir. "Size saldırılırsa hemen karşı saldırıya geçin" anlayışı yerleşmiştir. Başbakan Erdoğan'ın sert çıkışları ve AKP'nin karşı yolsuzluk iddialarını ortaya koyması bu ilke doğrultusunda anlaşılmalıdır. Böylece saldırıya karşı saldırı stratejisi ile durum dengelenmiştir. Sonuç, kazananın olmadığı ama siyasetçinin ve siyasetin yıpranması durumunun ortaya çıkmasıdır. Bu tür savaşlarda kazananın olmamasının diğer bir nedeni de bir medya grubunun yaptığı saldırının diğer medya grupları tarafından dengelenmesidir. Bu durum medyanın partilere seçim kazandıramamasının nedenini de izah eder. Toplumun siyasal partiler etrafında gruplaşması sonucunda taraflar kendi görüşlerini ifade eden medyaya kulak verip, karşı tarafın görüşlerini ifade eden medyaya ise kulaklarını tıkamaktadır. Sonuçta uçlarda yığılma olup, toplumda siyasal kamplaşma artmaktadır. Yaşanan sürece dikkatli bakıldığında tam olarak da bu manzara ortaya çıkmıştır.
Temiz toplum arayışından çıkmayan, çıkar veya siyasal mücadele amacıyla başlatılan yolsuzluk kampanyalarının tek sonucu siyasete güvensizliğin artmasıdır. Zaten siyaset kamuoyu tarafından genellikle negatif algılanır. Siyasetin ve siyasetçilerin kendi çıkarını düşünen, yalan söyleyen, yiyici, sorumsuz, sözünde durmayan vb. şeklinde önyargılı algılanması neredeyse evrenseldir. Yolsuzluk iddialarına kurulu muhalefet stratejisi, kitlelerdeki siyasete yönelik önyargıları besleyecek, siyasetçiye duyulan güvensizliği artırarak siyasetin alanını daraltacaktır. Genel kitlelerde medya ve tüm siyasi partiler için "herkes kirli anlayışı" ortaya çıkacaktır. Kitleler siyasete yabancılaşacak, toplum gerilecektir. Aslında en fazla kaybeden siyasi partiler ve medya olur. Bu sürecin en olumsuz sonucu ise yolsuzluğa karşı gerçek mücadelenin zarar görmesidir.
Son bir aydır devam eden yolsuzluk iddiaları kampanyasının okunuşu şu şekildedir: Doğan Medya Grubu kendi çıkarları için Deniz Feneri olayını kullanmıştır. Cumhurbaşkanı seçim sürecinde oluşan 367 krizi, Genelkurmay bildirisi, AKP'nin kapatılma davası süreci ve Ergenekon Davası süreçlerinde ortaya koyduğu tutumun bir devamı olarak Deniz Feneri olayını kullanmıştır. Bu sebeple yapılan iş yolsuzlukla mücadele değil, temiz toplum ideallerinin kendi çıkarları için araç olarak kullanılmasıdır. Bu algılama Doğan Grubu'nu çatışmanın açık taraflarından biri haline getirmiştir. Grubun basın özgürlüğü adına hareket etmediği, kendi çıkarları için mücadele ettiği yaygın algılamalardan biridir. "Yazdıkları çıkar amaçlı" algılaması grubun yönettiği medyanın hükümet, bürokrasi, sivil toplum ve halk nezdindeki etki gücünü azaltacaktır. Sonuç olarak Doğan Grubu da bu süreçte kaybedenler listesindedir. CHP de kaybedenler listesindedir. CHP, Doğan Grubu'nun lokomotifi olduğu trene binmiş, kendisini yolu bildiğini düşünen bir makinist yerine koymuş, diğer bir partiye çarparak ona zarar vermeye çalışmış ama kendisi de devrilen trenin altında zarar görmüş bir konuma düşmüştür. Nitekim CHP ile ilgili çok sayıda yolsuzluk iddiaları diğer medya gruplarında dillendirilmiştir. Bu süreçte AKP de kaybedenler listesindedir. Her ne kadar Erdoğan kendisini karşı kampanya ile korumayı bilmiş ise de partisi yolsuzluklar ile beraber anılmıştır. Bu süreçte modern siyasetin bir parçası olan sivil toplum örgütleri de kaybedenler listesindedir. Bağış toplayan her türlü kurum artık zan altındadır. Sonuçta tüm tarafların ve siyasetin kaybettiği bir süreç yaşanmış ve muhtemelen de bir süre daha yaşanacaktır. Geriye kalan sorular şunlardır: "Herkes kirli" algılamasını kimler ve nasıl düzeltecektir? Demokrasi için gerekli olan "siyasete güven" nasıl sağlanacaktır?
*BAKIRKÖY RUH VE SİNİR HASTALIKLARI HASTANESİ BAŞHEKİMİ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.