Ünlü Bir Psikologla Ünlü Bir Psikiyatrın Kavgası

Ünlü Bir Psikologla Ünlü Bir Psikiyatrın Kavgası
Klinik Psikolog Başak Demiriz'in Milliyet Cadde'de yazdığı "Ruhumu Kime Teslim Etsem" başlıklı yazısı psikoloji mail gruplarında ateşli bi kavgaya dönüştü...

Aktüel Psikoloji / Haber Merkezi

Klinik Psikolog Başak Demiriz'in Milliyet Cadde'de yazdığı "Ruhumu Kime Teslim Etsem" başlıklı yazısı psikoloji mail gruplarında ateşli bi kavgaya dönüştü... Prof. Dr. Mehmet Kerem Doksat'ın Başak Demiriz'e yanıt vermesiyle başlayan tartışma başka uzmanların yanıtlarıyla büyüdü. Mail gruplarına yansıyan tartışmanın ayrıntıları şöyle: (Metinlerin orjinallerine dokunmamak amacıyla fontlara, renklere ve imla yanlışlarına dokunulmamıştır)

Mail grubuna düşen ilk yazı: Başak Demiriz

Merhaba,

Pazartesi günleri Milliyet Cadde'de yazdığım köşemde bu hafta, bir kez daha, Psikolog-Psikiyatrist konusunu ele aldım. Okumak isteyenler için yazının ekini yolluyorum.

Başak Demiriz

http://cadde.milliyet.com.tr/2011/01/10/YazarDetay/1337093/RUHUMU_KiME_TESLiM_ETSEM_

RUHUMU KiME TESLiM ETSEM?

Psikolog ve psikiyatristler el ele çalışır. Ancak hastaya hangisinin yardım edeceği bir klinik görüşmeyle belirlenir.

Danışan: Son günlerde gazetelerde psikologlar ve psikiyatristlerle ilgili birçok haber okuyorum. Kafam çok karıştı. İçinde bulunduğum durum için hangisi doğru adres karar veremedim.

Dr. Başak: İkisinin arasındaki farkı biliyor musunuz?

Danışan: Tam olarak bilmiyorum. İkisinin de ruh sağlığı alanında çalıştığını biliyorum sadece.

Dr. Başak: Haklısınız ikisi de ruh sağlığı alanında çalışırlar, bu nedenle sık sık karıştırılırlar. Psikologların çalışma alanı çok geniş olmakla beraber aklınızı iyice karıştırmamak için sadece klinik psikolog tanımından bahsedeceğim. Kısaca anlatmak gerekirse, en önemli fark; psikiyatristler, duygusal ve davranışsal sorunların biyolojik kökenlerini araştırarak, kişileri ilaç yoluyla tedavi ederler. Klinik psikologlarsa duygusal ve davranışsal sorunların, işlevsel olmayan düşünceyle davranışların psikolojik kökenlerini araştırararak, kişinin sağlığa kavuşmasını psikoterapi veya konuşma terapisiyle sağlarlar.

Danışan: Hangisine daha çok ihtiyacım var karar veremedim.

Dr. Başak: Buna tek başına karar vermeniz her zaman mümkün olmayabilir ama endişelenmenize gerek yok, klinik psikologlar ve psikiyatristler çoğunlukla el ele çalışır.

Danışan: Yani eğer psikiyatriste gitmem gerekirse bana siz mi söyleyeceksiniz?

Dr. Başak: İkisi için de ilk seansta klinik görüşme yapılır. Bu çok detaylı bir görüşmedir, şikayetleriniz dinlenir, altta yatan tüm faktörler araştırılır ve nasıl çözülebileceği konusunda bir yol haritası çizilir. Yani bu günkü görüşmemiz sonunda beraber karar vereceğiz. Psikoterapiye başlamadan önce kan değerlerinizin normal olup olmadığını anlamak için genel bir kontrol yaptırmanız önerilir. Sıkıntılarınızın altında yatan fiziksel bir sorun lup olmadığına bakılmaldır. Bunun için, eğer varsa, her zaman gittiğiniz aile doktorunuza başvurabilirsiniz. Sıkıntılarınızın psikolojik olduğu anlaşılırsa, tedavinizin nasıl yapılacağına karar verilir. Bazı sorunlar için sadece ilaç, bazıları için ilaç ve terapi, bazı sorunlar içinse sadece psikoterapi gereklidir.

Danışan: Buna nasıl karar verilir?

Dr. Başak: Klinik psikologlar ve psikiyatristler ruhsal sağlık alanında yapılan bilimsel araştırmalar doğrultusunda tanıyı belirleyerek tedavi yöntemine karar verir. Örneğin depresyon veya kaygı bozuklukları hem psikiyatri hem de psikoloji alanında en çok araştırılan ruhsal problemlerin başında gelir.

Danışan: Depresyonun nasıl iyileşeceğini mi araştırıyorlar?

Dr. Başak: Evet, psikologlar en etkili psikoterapi yöntemlerini bulmak için sürekli bilimsel araştırmalar yapıyor. Sadece ilaç ve psikoterapi karşılaştırılmıyor. Nasıl hangi ilacın daha etkili olduğunu anlamak için ilaçların etkileri birbirleriyle karşılaştırılı- yorsa, hangi psikoterapi yönteminin daha etkili oldğunu anlamak için de psikoterapi yöntemleri birbirleriyle karşılaştırılıyor.

Danışan: Birçok arkadaşım depresyon için ilaç alıyor, acaba ben ilaç almadan iyileşebilir miyim?

Dr. Başak: Bazıları terapi sırasında öğrendikleri yöntemleri uygulayarak sıkıntılarının üstesinden gelebilir. Kimileri içinse ilaç önerilir. Ama hem psikologların hem de psikiyatristlerin amacı, sizi terapiye veya ilaca bağımlı olmadan, depresif duygulardan kurtarmak olacaktır.

Danışan: Ne yapıyor olacağız, biraz da ondan bahseder misiniz?

Dr. Başak: Terapi sürecinin başında, sıkıntılarınızı, şikayetlerinizi, yaşamınızda yapmak istediğiniz değişiklikleri, hedeflerinizi ve terapiden beklentilerinizi inceleyeceğiz. Tüm bunlar için plan yapacağız ve terapi sürecinde bunu takip edeceğiz. Amacımız, sıkıntılarınızı azaltırken yeni becerileri kazanmanızı ve bunları hem terapi sırasında hem de terapinin bitiminden sonra şikayetlerinizin tekrarlanmasını önlemek için kullanabilmenizi sağlamak olacak.

Danışan: Çok daha sistemli çalışacağız yani.

Dr. Başak: Bunu gündeme getirmeniz iyi oldu. Psikoterapinin sadece dinlemek, sohbet etmek olduğunu sanan kişiler, herkesin dinleyip öğütler vererek başkalarına yardımcı olabileceğini sanabilir. Oysa psikoterapi yapabilmek için çok donanımlı olmak; psikoterapi yöntemlerini iyi bilmek, kullanabilmek ve bunun için ayrıca eğitim almak gerekir.

Psikoterapi diyalogları yaşanmış hikayelerden esinlenerek, psikoterapi sürecinde kullanılan yöntemlere örnek oluşturmak amacıyla yaratılmıştır. İçeriği psikolojideki bilimsel gelişmelere paralel olmakla beraber, genel bilgilendirme ve tavsiye niteliğindedir.

Cevap Maili Prof. Dr. Mehmet Kerem Doksat

Sormak isterim:

Kısaca anlatmak gerekirse, en önemli fark; psikiyatristler, duygusal ve davranışsal sorunların biyolojik kökenlerini araştırarak, kişileri ilaç yoluyla tedavi ederler. Klinik psikologlarsa duygusal ve davranışsal sorunların, işlevsel olmayan düşünceyle davranışların psikolojik kökenlerini araştırararak, kişinin sağlığa kavuşmasını psikoterapi veya konuşma terapisiyle sağlarlar.

Bu cümle dezenformatif değil de nedir? Psikiyatrlar psikoterapiden anlamazlar anlamına gelmiyor da ne?

Sayın Başak Demiriz’in vicdanı rahat mıdır?

Meselâ ben KDT, İP ve hipnoterapiyi biliyor ve tatbik ediyorum; Jungiyen yaklaşımla dinamik terapi de yapıyorum. Sırf kendi adıma soruyorum, bir özür borcunuz var mı, ne dersiniz?

Mâdemki Milliyet Cadde’de yayınlanarak kamuya mâl olmuş, bu muhavereyi ilgili birkaç gruba da yolluyorum...

Saygılarımla

Prof. Dr. Mehmet Kerem Doksat

Psikiyatr (“Psikiyatrist” değil)

Karşı Cevap Klinik Psikolog Dr. Başak Demiriz

Merhaba Kerem Bey,

Yazdığım yazının hiç bir yerinde "psikiyatristler psikoterapi yapamazlar" veya "psikiyatristler psikoterapiden anlamazlar" anlamına gelen bir cümle kullanmıyorum. Çünkü böyle bir genellemenin doğru olmadığını biliyorum.

Ve bu nedenle de yazımı psikolog, psikiyatrist farkı olmadan "psikoterapi yapabilmek için çok donanımlı olmak; psikoterapi yöntemlerini iyi bilmek, kullanabilmek ve bunun için ayrıca eğitim almak gerekir" şeklinde bir cümleyle bitiriyorum.

Psikoterapi yapabilmek için ne kadar yoğun bir eğitim almak gerektiğini siz de benim kadar biliyorsunuz. "KDT, İP ve hipnoterapiyi biliyor ve tatbik ediyorum; Jungiyen yaklaşımla dinamik terapi de yapıyorum" demişsiniz. Bunları her psikiyatrist yapabilir mi, veya her psikolog? Yoksa bunları yapabilmek için yazımda da bahsettiğim gibi "ayrıca bir eğitim" mi almak gerekir?

Özel ve uzun bir psikoterapi eğitimi almayan bir psikiyatristin veya bir psikoloğun psikoterapi yapmak için yeterli donanıma sahip olduğunu siz söyleyebilir misiniz?

Yeterli donanıma sahip olmayan kişilerin psikoterapi yapması halinde ortaya çıkan ciddi zararlar olduğunu ve bunun sonucunda halkımızın psikolog ve psikiyatristlere karşı inancı ve güveninin zedelendiğini de biliyoruz.

Bu nedenle, tekrar sizden yardım rica ediyorum: Birbirimize karşı olamayalım. Konu sizin veya benim ne yaptığımız değil. Konu psikotarapinin kimler tarafından ve nasıl yapıldığı. Bu konudaki eksiklikleri de, yanlışları da hepimiz biliyoruz, gözümüzü kapayamayız. Gelin bu eksikliklere yoğunlaşalım, psikoterapi yapmak için nasıl bir eğitim almak gerekli bunu tartışalım, programlar oluşturalım, yaygınlaştıralım, denetleyelim.

Gazetede yayınlanan yazımı lütfen bir de bu çerçeveden okuyun.

Benim yazımı gruplara yolladığınıza göre rica ediyorum bu cevabımı da yollayın ki, ne ifade etmek istediğim yanlış anlaşılmasın.

Dr. Başak Demiriz

Klinik Psikolog

Karşı Cevap Maili: Prof. Dr. Mehmet Kerem Doksat

Sayın Başak Hanım,

Anlatmak gerekirse, en önemli fark; psikiyatristler, duygusal ve davranışsal sorunların biyolojik kökenlerini araştırarak, kişileri ilaç yoluyla tedavi ederler.

Bu cümle size âit.

Zekâ yarışına da, mugalâtya da hiç gerek yok.

Psikiyatrların da psikoterapi yapabildiklerinden hiç bahsetmiyorsunuz!

Diğer sorularınız tamamen ayrı bir argüman konusu.

Makaleniz tamamen tek taraflı ve dezenformatif.

Hitap ettiğiniz kitle orta ve geri zekâlıların, bilgiizlerin ekseriyetini oluşturan "yurdumun insanı", akademiya değil.

Tam bir detant arayışındayken, bu hiç ama hiç iyi olmadı!

Son 4 senedir tam bir "accelerando" ile psikiyarlara her türlü psikoterapi yöntemlerinde eğitimler veriliyor ve uzmanlık için de belli standart yüksetilmeleri yapılıyor; haberdar olun diye belirttim.

Ayrıca, KLİNİK PSİKOLOG kavramının da bizim aramızda zâten çok tartışılan belirsizliğine ve benim aslında müdafaa etmeye çalıştığım târifine de ciddi bir istihfam konmuş oldu.

Bence daha fazla karşılıklı yazışmanın âlemi yok.

Biz aramızda istişâre edeceğiz tekrar. Bu konuya son noktanın en kısa zamanda konmasının ve bâzı meslek târiflerinin yeniden yapılmasının zarurî hâle geldiğini müşahede ediyoruz..

Saygılar, sevgiler herkese...

MKD

Karşı Cevap Maili Misli Baydoğan

Sayın Kerem Bey,

sanırım ki sizin bu cevabınızı da bazı gruplara göndermekte yarar var ki, hasta popülasyonunuza yaklaşım ve grubu tanımlamanız konusunda bilgi sahibi olunabilsin. sizin tabirinizle "geri ve orta zekalı bilgisiz" insanlara terapi yapıyorsanız eğer ya da böyle düşünüyorsanız, kendinizi boşuna yoruyor olmuyor musunuz?

biz dediğiniz müşahade grubu kimler bilemiyorum ama psikoretapist olmak için bazı ön kabulleri taşıyıp taşımamak konusunda objektif bir değerlendirme bir gün mümkün olabilirse, acaba siz bu değerlendirmeyi geçebilir misiniz diye merak içindeyim...

saygılar...

Klinik Psikolog Misli Baydoğan

Başkent Üniversitesi Hastanesi

Cevap Halûk Sunat

Sevgili ilgili kişilere,

Ben bir psikiyatrım. Türkiye'de örneği ilk olan 'psikanaliz' ve 'psikodrama' sürecini yaşayanlardan ve hasbelkader o eğitim ve deneyim üzerinden 'terapi' yapmaya çalışanlardan biri oldum. Yukarıda adı geçen yazışma gruplarının, akademi çevresinin, vb.lerinin dışındayım -cemaatin cahiliyim. Örnek bir vak'a olması itibarıyla; 'Prof. Dr. Mehmet Kerem Doksat/ Psikiyatr ('psikiyatrist' değil)' ibaresi ile meseleye ışık tutan sayın meslektaşımın katı bir hiyerarşiyi telkinle muhtıra üslubuna yakın düşen keskin dilinin beni ürperttiğini, "Hitap ettiğiniz kitle, orta ve geri zekâlıların, bilgisizlerin ekseriyetini oluşturduğu 'yurdumun insanı' -akademya değil" olarak düzenlediğim cümlesinde ifade bulan insan alımlayışı ile beni irkilttiğini ve mümkünse, 'narsisistik öfkesini' meselelerin dışında tutamayacak kıvamda olanlara ruhların teslim edilmemesi gerektiği yollu bende uyandırdığı izlenimi sizlerle paylaşmak istedim. Ya da, posta kutuma düşen bu iletiyi şöyle sorunsallaştırayım: İnsana dair ruhsal sorunları çözmeye talip olanların, kendi aralarındaki -sorun çözücü rolü üstlenme koşullarını değerlendirmeye ilişkin- tartışmada kullandıkları dil, 'MKD' rumuzuyla ifade edilen gibi mi olmalıdır? Ya da, maazallah, psikoterapinin dili genç psikiyatrlara böyle mi nakledilmektedir?

Saygılarımla efendim,

Halûk Sunat

Cevap Mehmet Çelikel

Değerli meslektaşlarım, değerli psikoterapistler,

Ben Cerrahpaşa Tip Fak bitirdikten sonra, 1984 ten beri TIP ve Uzmanlık eğitimlerimi İsviçre de tamamladım ve halen de Zürich'te ayda 1 hafta çalışmaktayım. 3 nedenden dolayı yazmayı zorunlu hissettim

1-Sayın Başak hanimin yazısını ben de uçakta bir gazete ekinde okudum. Sadece baştan sona eksik bilgilerle dolu eksik olduğu için de yanlışlarla dolu yazısını okudukça "saçma" buldum. Ancak tüm Türk halkı gibi, yazıyı hatalı bulmama rağmen "bana ne" deyip sessiz çoğunluk gibi davrandım. Ancak, daha sonra sayın DOKSAT’ın yazısını okuyunca, reaksiyon göstermediğim için, kendimden ve geçmişimden utandım. Benim gibi binlerce Psikiyatrın gösteremediği reaksiyonu gösteren sayın DOKSAT’a saygılar sunarım. Sayın SUNAT’ın yazısını ise: Sayın DOKSAT’ın "Hitap ettiğiniz kitle, orta ve geri zekâlıların, bilgisizlerin ekseriyetini oluşturduğu 'yurdumun insanı' -akademya değil" cümlesine katılmamakla birlikte, konuyu başka mecralara çektiği için, Başak hanimin yazısını görmemezlikten geldiği için de eksik eksik olduğu için de yanlış buldum.

2-Doğrudur en az 4 yıl Psikoterapi eğitimi gören (okuduğu Üniversite eğitimini kastetmiyorum) Psikologlar, Sosyologlar, Sosyal hizmet uzmanları, Teologlar, Pedagoglar vs. gördükleri eğitim dalına göre Psikoterapist unvanı alabilirler. Ama danışmanlık değil terapi yapabilmeleri için, Avrupa yasaları der ki, önce hastalığın teşhisi konmalı, bu yetki de sadece TIP eğitimi almış hekime aittir. Yani Başak hanımın, Panik Atağı ya da Kişilik Bozukluğunu Psikoterapi edebilmesi için, önce o hastaya sayın DOKSAT’ın teşhis koyup, kendisinin zamanı kısıtlıysa terapi için "DELEGE" etmesi gerekir. Ayrıca sunu belirtmek isterim: Türkiye de Klinik Psikolojisi hatta master eğitimini yapan Psikolog arkadaşlara önerim; acaba yaptıkları eğitim örneğin İsviçre’de Psikoterapist olarak bir Psikiyatrın yanında çalışmaya yeterli midir? bir araştırsınlar.

3-Meslek kuruluşlarının Uzmanlık eğitimini yeniden değerlendirmeleri gerekir. Görebildiğim kadarıyla TR’de uzmanlık eğitimi ucuz hekim gücünden faydalanma prensibine göre yapılandırılmıştır. 5 yıllık eğitimim boyunca her hafta 0.5 gün hasta bakmaksızın sadece aktif katılımlı mesleki eğitim, 600 saat Süpervizyon, şahsi analiz ve gurup analizi, ayrıca psikoterapi ekollerinde (ücretinin uzmanlık eğitimi veren hastahanelerce karşılandığı) eğitimler gördüm.

Türkçe klavyem olmadığından beni mazur görünüz

Saygılarımla

Mehmet Çelikel

Karşı Cevap Maili: Prof. Dr. Mehmet Kerem Doksat

Sayın Klinik Psikolog Misli Baydoğan,

Sizin gibi sarkastik yaklaşımda bulunan bir başkasına verdiğim cevabı tekrar yolluyorum, umarım anlayabilirsiniz:

Sayın Halûk Sunat,

Sarkazm yapayım derken sarkazm yapılacak hâle düşmeniz düşündürücü. “Muhtıra” çağrışımınız da pek ilgi çekici. Evet, üslûp buna benzetilebilir çünkü muhatabımın bana yazdığı cevap çok basitçe zekâ oyunlarıyla doluydu. Sizi neden incitti bilmiyorum ama bir meslekdaşınıza “narsisistik öfke” gibi lâflar etmeniz, dalga geçmeye kalkmanız hem etik değil, hem de hakaretten dava açsam “maazallah” hüküm giyersiniz. Ayıptır yâhu! Psikanaliz sizin insan alımlayışınıza (ne demekse) pek iyi gelememiş sanırım... Ayrıca, ortodoks psikanalizin bilimle hiç bir alâkası da yoktur, ilâhınız Freud’un da hiç bir hastası iyileşmemiştir (bkz. Öteki Peygamberler, Okuyanus Yayınları, A. Storr) (bkz. http://www.keremdoksat.com/2007/07/25/psikanaliz-din-mi-bilim-mi/). Bu yazdıklarımı kimse yanlışlayamadı, zâten eleştirinin kaynağı da “yanlışlanamayan bilgi bilimsel değildir” diye mührü basan Sir Karl Popper’dır (bkz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Karl_Popper. Zâtıâlînize verebileceğim en nâzikçe cevabı verdiğimi sanırım ve umarım farkındasınızdır!

Sayın Meslekdaşım Mehmet Çelikel,

Gerek size gerekse ilgili herkese çok basit bir temel propedötik sosyal psikoloji bilgisini hatırlatmak isterim (asla sizin bunları bilmediğinizi kastetmiyorum, vesile olarak yazıyorum): Standardize edilmiş, geçerlilik ve güvenilirliği gösterilmiş bir zekâ testini bir popülasyona (burada Türk halkı oluyor) tatbik ettiğinizde, karşınıza meşhur Çan Eğrisi çıkar.

90-110 arasını normâl kabûl ettiğinizde ve Mean ve Median hesaplarını yaptığınızda, Orta, Sınır ve Geri Zekâlıların %50’den biraz fazla çıktığını görürsünüz. Buna normâl dağılım denir; “ekseriyet” kelimesinin yeni karşılığı “çoğunluk” olduğuna göre, burada gayrı ilmî bir husus yok, yâni kafadan atmamışım...

Gelelim Türkiye’ye... Eğer http://tr.wikipedia.org/wiki/Okuryazarl%C4%B1k_oran%C4%B1na_g%C3%B6re_%C3%BClkeler_listesi mekânına bakarsanız, TC’nin %88.3’lük oranla, 127 ülke içerisinde 52. geldiğini görürsünüz. Buradaki ölçütün tahsili değil, sâdece okuryazar olmayı ifâde ettiğini hatırlatmak isterim.

http://www.sondakika.com/haber-oecd-turkiye-de-yetiskinlerin-yuzde-59-u-en-sadece-2250936/ adresinde ise, OECD ülkelerinde eğitim-öğretim yılı başlangıcı dolayısıyla açıklanan Eğitim Raporu'nda Türkiye'de yetişkinlerin yüzde 59'unun aldığı en yüksek eğitimin "anaokulu ve ilkokul" olduğu belirtildi. ... OECD ortalamasında yetişkin nüfus içinde en yüksek diploma olarak ilkokul-anaokulu diploması alanların oranı yüzde 29 düzeyinde. Avrupa Birliği ülkelerinde ise oran yüzde 28. Türkiye'nin rakamı OECD'deki en kötü performansı oluşturuyor. Türkiye'de 25-64 yaş arasında en yüksek öğrenimi ortaokul olanların oranı yüzde 11, en yüksek öğrenimi lise olanların oranı yüzde 18, üniversite olanların oranı ise yüzde 12 olarak hesaplandı. ...

Meksika, Portekiz, Türkiye ve OECD ortak ülkesi Brezilya'da, 25-64 yaş arası nüfusun üçte ikisi ya da daha fazlası, lise eğitimini tamamlamamış durumda.

-Geçmiştekinin aksine kız öğrencilerin liseyi bitirme oranı artık erkek öğrencilerden daha fazla. Bugün kızlar için mezuniyet oranları, sadece İsviçre ve Türkiye'de erkek öğrencilerden önemli ölçüde aşağıda. Kızlar mesleki bölümlerden de geçmişe göre daha fazla mezun oluyorlar, sonuç olarak mezuniyet oranları erkek öğrencilere yaklaşıyor.

-Türkiye 1995 yılından itibaren mesleki yüksek öğretim hariç, yükseköğretim programlarına girişte en fazla artışı sağlayan ülke olsa da, yükseköğretime giriş oranı yüzde 30'lardaki Belçika, Lüksemburg ve Meksika ile anı grupta bulunuyor bilgilerine ulaşabilirsiniz.

Bunlar kantitatif bilgiler, bir de kaliteye bakalım...

Bu konuda http://www.unicef.org/turkey/ut/_ut2_2010.html kaynağına baktığınızda hüzünden gözleriniz doluyor. Bunlar da fasa fiso değil, bilimsel rakamlar... Meselâ sırf Ülke verileri, ilkokul bitirme oranının 1991 ve 2004 yılları arasında %89,7’den %87,8’e düştüğünü göstermektedir. Birinci sınıfa başlayan ve beşinci sınıfa gelen öğrencilerdeki tahmini %3’lük terk oranı her iki cinste de az çok aynı seyretmiştir (2003 yılında erkek çocuklar için %98,1 ile tahmini %94,9 ve yine 2003 yılında kızlar için %97,1 ile tahmini %94,3). Ancak, 1991 ve 2004 yılları arasında sorunlu eğitimin sekiz yılının tamamlanmasındaki düşüş oranı daha büyük bir cinsiyet farkı göstermektedir: erkek çocuklar için %0,1; kız çocuklar için %3,7.15 1998 yılında zorunlu eğitim süresinin beş yıldan sekiz yıla çıkarıldığı, bundan önce 5+3 yıllık iki ayrı dönem olduğu dikkate alınmalıdır. Yine de, farklılık nedeniyle kız çocuklarının ergenlik döneminin başlangıcında eğitim sisteminden çekilmesi gibi yaygın bir eğilimi yansıtmaktadır bilgileri dahi esef verici! Bir zahmet, bu adresteki bilgilerin tamamını okuyun, benim 6 dakikamı aldı...

Ben bir bilim adamıyım, boş yere ve arkamı dayadığım gerçekçi veriler olmadan asla ahkâm kesmem. 20 küsur senedir de Türkçe ve İngilizce psikoloji, davranış bilimleri, psikiyatri dersleri vermekteyim.

Katıksız bir Atatürk Milliyetçisi olarak, halkımızın bu durumuna çok üzüldüğümü ifâde etmek isterim! “Yurdumun insanı” hem çok câhildir, hem de Atatürk’ün başlattığı millî eğitim seferberliği daha İnönü döneminde sekteye uğratılıp, sırf oy uğruna Menderes döneminden itibâren de şeyhlere, şıhlara, yâni büyüsel (majik) düşünceye geri itilmiş olduğu için, “bilgisizler” yâni câhiller ekseriyettedir. Bu yurdumun insanları kanaât önderi, söylediklerine en güvenilir kişi olarak Hülya Avşar’ı ve Seda Sayan’ı seçmiştir. Bir zahmet http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/sezen-aksulari-yalnizlastirmak-31988 makalesini okuyun (ben kendimi sağcı veya solcu olarak görmüyorum, sâdece bu yazıdaki anlatılanların maâlesef azı var, çoğu yok). Böyle yetiştirilen, ayrılma-bireyleşme süreçlerini yaşayamayan, TV dizileriyle uyutulan ve her cemaâtin kendi din anlayışıyla afyonlanan yurdumun insanının üniversite mezunu da aynı kafada değil mi? Sırf politik husumet sebebiyle, muhteşem bir âbideyi “ucûbe” ilân eden zihniyet bunun göstergesi değildir de nedir?

Pek çok üniversiteden “diplomalı câhiller” mezun olmaktadır çünkü dağa taşa açılan bu yüksek öğretim kurumlarının ne doğru dürüst hocaları, ne de tedrisatı mevcuttur. Bakın, dünyanın en pahalı benzininin satıldığı ülkemizde dün gene zam yapıldı. Tepki var mı? YOK! Çünkü reflekslerimiz kırılmış, korku dağları bürümüş vaziyettedir. İsviçre’yi de, Zürih’i de görmüş bir meslekdaşınız olarak, sâdece oradaki sıradan insanın kültür, demokrasi ve tahammül (tolerans) seviyesiyle bizim insanımızınkinin farkına bir bakın; hele Doğu’ya gittikçe bu hazin hâli çok daha fazla müşahede edersiniz (yurdumda gitmediğim çok az yer kaldı; fildişi kulemden uçuş yapmıyorum)... Benim yurdumun insanı psikiyatrdan önce hacıya, hocaya, şeyhe, menzile vs. gider. Daha “sofistike” olanı medyumlara, cincilere, manyetik şifâcılara gider. Böyle bir vasatta psikolog kimdir, psikiyatr nedir bilmeyen dünya kadar üniversite bitirmiş kişi görürsünüz. Eh, köşe yazılarıyla dezenformaysyon ve misenformasyon yapmak da gâyet “normâldir”!

Sayın Meslekdaşım Mehmet Çelikel, tevâzuunuz, hâlisiyetiniz ve samimiyetiniz için tebrik ve teşekkür ediyorum (tüm Türk halkı gibi, yazıyı hatalı bulmama rağmen "bana ne" deyip sessiz çoğunluk gibi davrandım sözleriniz bunun ispatıdır).

Daha fazla yazmaya lüzum yok zannediyorum. Bilimsel ve objektif olarak fikirlerimi arz ettim.

Saygı ve sevgilerimle...

Prof. Dr. Mehmet Kerem Doksat

Psikiyatr

Bu haber toplam 36914 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
22 Yorum