Teklik Sırrı Vâhidiyet
Prof.Dr. Osman ÇAKMAK / SIZINTI DERGİSİ
Kâinattaki muhteşem düzende, kesrette vahdeti; vahdette kesreti görürüz. Kesret, çokluk; vahdet, birlik; tevhid ise birleştirme, bir araya getirme demektir. Oturduğumuz evin tuğlaları, kapıları, pencereleri ve diğer parçaları kesrettir. Bir araya gelip ev olunca, bütün bu kesret, teklik sırrına, yani vahdete ulaşır. Kullandığımız cep telefonunun veya bilgisayarın yüzlerce parçası kesreti ifade eder. Ama bu parçalar bir araya gelince mânâlı bir beraberlik, yani vahdet meyvesini verir. Bütün parçalar cep telefonu veya bilgisayar fonksiyonunu yerine getirme hedefinde birleşir. Birlik (vahdet) sırrı böylece tecelli eder.
Hayat, kesrette vahdetin tecellisini gösteren en güzel misâldir. Hayat, tevhidin bir cilvesidir. Bu muhteşem kâinatın sayılamayacak kadar çok yapıtaşı vardır. ‘Trilyonlarca hücre’ kesreti, yani çokluğu ifade eder. Bunlar tevhid edilirse, yani bir insan vücudu oluşturmak üzere bir araya getirilirse, artık vahdet sırrı tahakkuk eder. Bunları bu şekilde bir araya getirenin Vâhid bir Yaratıcı olduğu şeklindeki Yüce Beyan’ın âyetleri vicdanlarda derinden duyulur.
Elektromanyetik ve nükleer kuvvetler ile çekim gibi çok ayrı konuları incelediğimizde, ayrı sistemlerdeki benzerlikleri ve birliği görürüz ve hayretimiz bir kat daha artar. Her şeyin altında bir tek fizik hakikatiyle karşılaşırız. Gerçekten, 20. yüzyılda fiziğin ulaştığı önemli neticelerden biri, kâinatın bir noktadan büyük bir patlamayla yaratıldığı, her şeyin tek bir şeyden çıktığı hususudur.
Kuvvetlerin birliği
Madde âleminde iş gören dört temel kuvvetin (elektromanyetik kuvvet, çekim kuvveti, güçlü nükleer ve zayıf nükleer kuvvetler) atomun temelinde tek bir kuvvet hâlini aldığı fark edilmiş durumda artık. Bu, kâinatı izah edecek daha temel ve basit bir teorinin, bütün hâdiseleri ifade edecek ‘her şeyin teorisi’nin kurulabileceğini akla getirdi. ‘Birleşik Alanlar Teorisi’ bu yönde ulaşılmış önemli bir merhale oldu. Bu teori, önceleri ayrı ayrı mefhumlar olarak kabul edilen kuvvet alanları, ışık, ısı, elektrik ve manyetizmanın artık tek bir yapının ‘farklı görünüşleri’ olduğunu anlatıyordu. Bütün sistemlerin âhenkle işlemesinde rol alan kuvvetler ve bütün maddî unsurlar, tek bir hakikatin değişik yansıma ve tecellilerinden başka bir şey değildi. Aslında dört temel kuvvetin tek kuvvetten ibaret olduğu iyi biliniyor; ama ‘cisimlerin birbirini neden çektiği’ sorusu hâlâ cevaplanamadı.
Yaratılış sırrını, her şeyin ‘tek bir şeyden’ nasıl çıktığını araştırmak üzere dünyanın en büyük süper iletken mıknatısı yeraltına indirildi. Mıknatıs, Cenevre’deki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi CERN’in yeraltı lâboratuvarındaki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı ile parçacık çarpıştırma deneyi yapılmasında kullanılacak. Maddenin temeline yapılan seyahatle ilk defa tera ölçeğinde (trilyon elektron volt) enerji değerine çıkılacak ve bu olağanüstü enerjiyle yüklenen protonlar çarpıştırılacak. Yüzlerce bilim adamı şu günlerde CERN’den çıkacak neticeleri merakla bekliyor. Çünkü bilim adamları, bütün denklemlerin indirgendiği tek bir denklemin peşinde.
Küçük bir ilk patlamanın tekrarlanacağı ve kâinatın ilk günlerine (Big Bang) gidileceği varsayılan deneyde HİGGS parçacığı bulunursa, cisimlerin birbirini neden çektiğinin sırrı biraz daha aydınlanacak. Kâinatın büyük kısmını oluşturan karanlık madde ve karanlık enerjinin sır perdeleri biraz daha aralanacak.
Bilimler farklı, kanunlar aynı
Belirli bir alanda kullanılan formüller ve metotlar başka bir alana uygulanabilir. Meselâ, Mekanikteki ısı transferi konusuyla uğraşan bir bilim adamının bulduğu formüller (Fourrier dönüşümleri) elektronik, akustik ve hattâ tıp konusunda kullanılabilir. Matematiğin ulaştığı seviye, insanoğlunun yüzyıllar boyu süren tecrübelerinin bir toplamıdır. Oysa kâinat o lisanı yaratılışından beri konuşmaktadır. İnsan vücudundaki kan basıncı, nefes alma ve sıcaklık hızı gibi değişkenleri ideal seviyede tutmak için kullanılan sistemler, sistem mühendisliği açısından, bir füzenin kontrolü için kullanılan formüllerden pek de farklı değildir. Fizik gibi belirli bir bilim dalı içinde birbirinden konu olarak çok farklı alanlarda (uzay ve atom fiziği gibi) çalışan iki bilim adamı tamamen ayrı iki sistemi modellemek için benzer formülleri kullanırlar. Farklı sistemlere ait ne kadar çok örnek verirsek verelim, karşımıza çıkan durum, muhteşem benzerlik ve birliktir. Kâinatta milyarlarca farklı sistem, aynı matematik dili konuşup, aynı hakikati dile getirir.
Matematik, fizik, astronomi gibi her bir ilim dalı kâinattaki birliğe kendi diliyle işaret eder. Hattâ dikkatle bakıldığında, sosyoloji, psikoloji, iktisadın kanun ve gerçekleriyle, fen bilimlerinin kanun ve gerçekleri arasında büyük paralellikler ve benzerlikler görülür. Bunlar tek bir Yaratıcı ve âlemlerin Rabbi Olan Allah’ın güzel isimlerinin birliğinden ileri gelir. Bu isimler, kâinat kitabının birer sûresi veya âyeti olan hayvanlar ve bitkiler âleminde ayrı ayrı tecelli ederler. Meselâ, matematik ve geometri gözlüğüyle hâdiselere bakan bir araştırmacı Adl ve Mukaddir isminin tecellilerini seyrederken, bir biyolog Hay ve Muhyî isminin tecellilerini daha hâkim unsur olarak görebilir. Bir atomu ve bir hücreyi inceleyen ilim insanları Cenab-ı Allah’ın isimlerini ve bu isimlerin gereklerini o sistemlerde görebilirler.
Kâinat bir tarla, mahsuller aynı
Güneş’ten eserek gezegenimize ulaşan güneş rüzgârı veya patlayan yıldızlardan çıkan kozmik ışınlar Dünya’da da bulunan atomlardan ve fotonlardan oluşur. Milyarlarca ışık yılı uzakta bulunan yıldızların kimyevî yapısı spektroskopik metotlarla aydınlatıldığında şu görüldü: Diğer yıldızların maddelerindeki elementlerle dünyadaki elementler arasında fark bulunmuyordu. Demek ki bütün gök sistemleri aynı atomlardan inşa edilmiştir ve aynı kanunlarla idare edilmektedir.
Elementler, her ne kadar bütün varlıkların yapıtaşları olsa da, kendi yapıları, hayret verecek derecede bir sâdelik arz eder, hattâ temelde birbirinin aynısıdır. Elementlerin özellikleri birbirinden ne kadar farklı olursa olsun, bunları teşkil eden atom parçacıkları birbirinin aynısıdır; hepsi de aynı nötron, proton ve elektronlardan meydana gelir. Tek farklılık, bu parçacıkların sayısındadır. Bu sayıya göre bir element; azot, bor, hidrojen veya karbondur. Üstelik bu elementler bütün kâinatı kaplamış vaziyettedir. Bugün milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki bir galaksinin ışık tayfı incelendiğinde, Dünya’dan bildiğimiz elementleri, meselâ karbonu, azotu veya kalsiyumu her elementin ışık tayfına attığı imzadan, kendine has dalga boyundaki ışından kolayca tanırız.
Kâinatın unsurları, geniş bir tarlayı andırır. Bu tarlayı ekip biçen ondan neler çıkarmıyor ki! Unsurlar tarlasından çıkan ürün bazen nâzenin bir gül olur, bazen de fezayı kaplayan bir gül gibi açmış ‘kırmızı dev’ veya fezanın yüzünü bir tül gibi örten nebula olur. Feza okyanusunda açan güllerle toprakta açan güller benzer elementlerden yaratılıyor. Elementlerin yıldızların merkezindeki nükleer potada üretildiklerini hatırlayalım. Bu eserler sadece bir yerde, bir bölgede, bir gezegende değildir; kâinatın her yerinde var olan eserlerdir. Onları bağrından çıkaran tarla birdir ve kuşatıcıdır. O unsurlar her yerde vardır, her yerde birdir; her yer, o unsurlarla vücuda getirilmiş bir tarladır. Saymakla bitiremediğimiz rengârenk varlıklar, hep bu basit unsurlar üzerine bina edilir; birbirinin aynı maddeler bir araya gelir ve birbirinden dünyalar kadar farklı eserlere dönüşürler!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.