Sistemdeki Çatışma Şiddete Dönüşüyor
Esra Açıkgöz / Cumhuriyet Dergi
Adana’da ilköğretim okulu yedinci sınıf öğrencisi Rabia A., babasına ait ruhsatlı tabancayla, kendisini okula göndermek istemediğini ileri sürdüğü annesi Songül A.’yı yatakta uyurken başından vurdu. Polis Rabia A.’yı yakaladığında elinde çantası sınava girmeye çalışıyordu. Savcı onayıyla SBS’ye girmesine izin verildi...
Yabancı uyruklu bir kadınla evlendiği için astsubaylıktan atılan, ardından ailesine ait minibüsü işletirken iflas edip borca girince ailesiyle arası açılan Murat Yüksel (38), babası, annesi, iki kardeşi ve çocukları ile kardeşinin eşini katletti...
Adana’da 31 yaşındaki Murat K., eşi Sevim K. ile komşusu Ayşe A.’yı başlarına tek kurşun sıkarak öldürürken, eşiyle ilişkisi olduğunu öne sürdüğü sürücü Kadir K.’yi de yaraladı.
Dinar’da, evlenmek istemeyen Nimet Gürpınar yengesi ve onun iki kardeşi tarafından evlenmeye ikna edilmek için kaçırıldı, sopalarla dövülerek öldürüldü.
Mardin’de korucular köy basıp, kadın, erkek, çocuk 45 kişiyi katletti...
Daha onlarca cinayet yazabilirim. Ancak anlamı yok, birkaç satır sonra ne isimler kalacak aklınızda ne de hikâyeler... Haksızlık yapmayayım, içinde bir burukluk, yüzünde bir buruşuklukla okuyanlar da olacak bu yazıyı, ama onlar da pazar kahvaltılarına dönüp, unutacaklar. Çünkü şiddet aslında öyle uzun zamandır hayatımızın bir parçası ki, üzerine ağır ağır düşünüp, vicdanımızda derin derin yer etmiyor artık.
Aile içi çatışmalar arttı...
Emniyet Müdürlüğü’nün istatistiklerine göre 2006’da insana yönelik suçlar bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 60 arttı. Ayrıca Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’nün verileri de 2000-2007 yılları arasında suç sayısında yüzde 63 oranında artış olduğunu gösteriyor. Peki ya bugün? Son birkaç yılın suç istatistikleri yayınlanmadığından artış olup olmadığını söylemek mümkün değil, ancak Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Nilüfer Narlı, şiddetin rakamsal olarak artmasa da, boyutlarının değiştiğini, dehşetinin büyüdüğünü söylüyor. Türkiye’de aile içi çatışmalarının arttığını düşünüyor Narlı. Cinayetlerin büyük bir hınç ve nefret sonucu işlendiğini söylüyor. En üzücüsü de, destek alınarak önlenebilecek olması... “Adana’daki kızın ulaşabileceği bir destek olsa, sonuç farklı olurdu” diyor, “Türkiye’de aileler gerek işsizlikle ilgili sorunlardan, gerek borçlardan dolayı daha fazla aile içi çatışma yaşıyorlar. Sosyal hizmet uzmanlarının devreye girmesi birçok şiddet olayını engelleyebilir. Mesela, anlaşmazlıkları çözemeyen aileler, bir telefonla sosyal hizmetlere ulaşıp destek alabilirler. Ancak bunu sağlamak, önemli bir planlama gerektiriyor.”
Dokuz Eylül Üniversitesi psikiyatri anabilim dalı öğretim üyesi Dr. Halis Ulaş; suç oranlarındaki artışı salt bireyin psikolojisi ile açıklamanın çok tehlikeli olduğunu söylüyor, şiddeti üreten toplumsal ve siyasal, kısmen kültürel kaynakları gözden geçirmek gerekiyor. “Şiddetin bir problem çözme yöntemi olarak sunulması, hukukun gerektiği gibi işlememesi, insanların kendi hukuklarını oluşturma eğilimini doğuruyor” diyor, “Ayrıca Türkiye’de şiddet modellerinin çok yaygın olması ve bireysel silahlanmanın ürkütücü boyutlara ulaşması da şiddete davetiye çıkarıyor.”
Üç kadından biri şiddet görüyor
Araştırmalar, üç kadından birisinin şiddet gördüğünü gösteriyor. Üstelik aile içi şiddet sadece erkeğin kadınlara uyguladığı şiddetle sınırlı değil, annenin de çocuklara şiddet uygulaması söz konusu. Tam da bu noktada, daha önce yaşanan anne cinayetlerini hatırlatıyor Narlı, “Türkiye’de iki kadın arasında daha önce bu kadar yoğun şiddet yaşandığını görmüyorduk. Ancak artık şiddetin her boyutunun bir enstrüman olarak benimsendiğini, en ufak bir anlaşmazlıkta şiddetin kullanıldığını görüyoruz” diyor. Peki şiddetin vahşetini arttıran etkenler neler? “Türkiye’nin son 15 yılda yaşadığı hızlı kentleşme ve bunların getirdiği bazı sosyal sorunlar kentlerde büyük bir gerilim yaşatıyor. Ayrıca hızlı kentleşme yaşanan yerlerde anomi sorunu ortaya çıkar. Anomi, normsuzluklar durumudur. Yani insanların neyin doğru, neyin yanlış olduğunu tartamayacak duruma gelmeleri. Genelde anominin yaşandığı yerlerde intiharlar oluyor. İntiharda kişinin kendine şiddet uygulaması, zarar vermesidir.”
Kavramların içinin boşaltıldığı, sınırların silikleştiği, doğru ve yanlış arasındaki çizginin flulaştığı bir devirde yaşadığımız gerçek. Üstelik öyle hızlı yaşıyoruz ki, hiçbir şey için uzun uzun düşünüp, keder yaşamaya ne vaktimiz var ne de vicdanlarımızda bu kadar yer. Ölümün bile seyirlik bir hale geldiği, “vicdan erozyonu” yaşandığı bu dönemde, sık sık bahsettiğimiz “hoşgörü” de bir sözcükten öteye geçemiyor. Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Yılmaz Esmer’in öncülüğünde, 34 ilde 1715 denekle yapılan “Radikalizm ve Aşırıcılık Araştırması” da bunu doğruluyor. Dahası, katlanılır olanların aslında ne kadar daraldığını da. Hoşgörüyü ölçmek amacıyla sorulan soruda denekler “İstemem” dedikleri komşuları sıralıyor. Tanrı’ya inanmıyor mu? İstemem! İçki içen mi? İstemem! Nikâhsız yaşayan mı? İstemem!.. Geriye “hoşgörülebilir” pek de bir şey kalmıyor. “Dünyada değer sistemleri bir sarsıntı geçiriyor” diyor Narlı, “fakat Türkiye’deki sorun çok daha derin. Demografik, kültürel, ekonomi politik değişimleri son 20 yılda yaşadı. Hızlı değişim, insanların değer yargılarında sarsılmalara neden oldu. Ayrıca sistemdeki çelişki ve çatışmalar psikolojiye yansıyarak insanların içinde çatışma ve çelişkiler yaratıyor.”
Medyadaki rol modeller...
Kuşkusuz, şiddetin yaygınlaşmasında, kanıksanmasında medyadaki rol modellerinin de etkisi büyük; özellikle de şiddete ve güce tapılan dizilerin, filmlerin. Narlı, bu tür filmlerdeki adam öldürme sahnelerinin şiddetin dehşetinin boyutlarını sınırsızlandırdığını söylüyor. Medyadaki rol modelleri özellikle ailede, okulda ya da hayatının farklı alanlarında şiddetle karşılaşan kişiler üzerinde daha derin ve güçlü bir etkiye sahip. Çocukların meraklı olduğu diziler de şiddet unsurları yüklü. Psikiyatr Dr. Ulaş, “Küçük yaştaki çocukların televizyonda şiddet görüntülerini izlemesi, gerçek-fantezi ayrımını yapamayan bu çocukların olumsuz etkilenmesine neden oluyor” diyor, “Şiddet görüntülerini/filmlerini izleyen çocuklar, kötüleri cezalandırmak adına da olsa şiddetin ‘işe yaradığı’ mesajını alıyor ve şiddet davranışını benimseme riski ile karşı karşıya kalabiliyor. Şiddet görüntülerine maruz kalmak bizleri de örseliyor, ayrıca şiddetin olağan bir yaşantı şeklinde algılanmasına yol açarak duyarsızlaşmamıza neden oluyor. Şiddet sıradanlaşıp seyirlik bir oyuna dönüyor ne yazık ki. İnsan yaşamları teknik ayrıntılara, istatistiklere dönüşüyor. Dolayısı ile ‘dünyanın güvensiz bir yer olduğuna’ dair bir algıyı pekiştiriyor.”
Ayrıca şiddetin sık sık kullanılması, onun niteliğini de değiştiriyor, hem de hiç farkında dahi olunulmadan. Yapılması gerekenler mi? İşe, şiddetin yaygınlığını azaltacak bir eylem planı ile başlanabilir. Ailelere, okullara çağrı yapılmalı. Ulaş, silahlanmaya karşı ciddi önlemler alınmasını, toplumun silahtan arındırılması için acil ve ciddi düzenlemelere gidilmesini öneriyor. Narlı ise, öğrencilerin şiddetten uzaklaşabilmesi, onu bir enstrüman olarak görmemesi için ilkokuldan itibaren insan hakları ve anlaşma çözümünde barışçıl yöntemler dersi verilmesinin de çok faydalı olacağını söylüyor. İnsanların bireysel vicdanını da güçlendirmenin yolu bu eğitimlerden geçiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.