Sınavlarda elbette hile yapıldı

Sınavlarda elbette hile yapıldı
Timeturk.com sitesinden Kemal ÖZER son günlerin tartışmalı konusu YGS'deki şifre iddialarını farklı bir açıdan değerlendirdi. İşte ayrıntılar...
Bu dünyaya sınav için geldik. Girdiği ilk sınavı kaybeden Şeytan, Hz Âdem’in yoluna karpuz kabuğu döşeyip, sınavında onu da başarısız kılmıştı. Lakin Hz Âdem tövbe edip, kurtuldu. Sonrası malum…
 
Bizlerde neredeyse girdiğimiz her sınavda çakıyoruz. Biz çakmasak bile birileri gelip yolumuza karpuz kabuğu döşemekten bir türlü geri durmuyor.
 
Geçtiğimiz yıl yapılan KPSS sınavlarında kopya çekildiği ortaya çıkmış ve ÖSYM’de yeni bir yapılanmaya gidilmişti.
 
ÖSYM, kanunu olmayan fiili durum oluşturularak kurulmuş bir müessese. Geride bıraktığı 37 yılı âdeta ‘acemi nalbant’ gibi geçirip, üstümüzde denemedik yöntem bırakmadıysa da, epeyce ‘tecrübe’ kazandı.
 
Bir tekli bir ikili sınav, bir bu sistem bir şu sistem, baraj, okul puanı, kat sayı zulmü, başörtüsü edepsizliği ve sair günah galerisi sayılamayacak kadar çok ÖSYM’nin.
 
Geçen yıl KPSS’de ortaya çıkan ve içine cinsellik ile para gibi ahlaksızlıklarında girdiği fiiller, ÖSYM’nin şaibeli olan güvenini dibe vurdurmuştu. Dahası vardı ama ona birazdan temas edelim.
 
Bu günlerde yapılan eleştiriler, siyasi hesaplar içerme ihtimali nedeniyle çok su götürür.
 
Bugün yaşananlara geçmeden önce, kendi hadisemi bir kez daha aktarayım.
 
ÖYSM ile ilk tanışmamız 1986’da zoraki oldu. İlk ÖSS sınavına girdiğim gün, rahmetli Özal’a biz sınavda iken suikast yapılmış. Sınav çıkışında ilk duyduğumuz haber, Özal’ın vurulduğuydu.
 
Sınavda iyi sayılabilecek bir puan aldım. Hukuk, edebiyat ve tarih istiyordum. Ama bu iyi puana rağmen yerleştirilmedim. Hangi kapıyı çalmışsam ‘haklısın ama’dan ötesi gelmedi.
 
Çünkü ben ‘Beyaz Türk’ olmayan fakir bir köylü çocuğuydum. Yüksek yüksek yerlerde ne amcamız ne de dayımız vardı. Üstelik İmam Hatip Lisesi gibi, laikçilerin korkudan kâbus üstüne kâbus gördükleri ‘düşman’ bir okulda okumuştum.
 
Yetmezmiş gibi, daha ortaokul yıllarında ‘üretim hatası’ olarak kitap okumaya başlamıştım. Üstelik Hasan El Benna’nın Risaleleri’ni okula götürüp okuyordum. Okul idaresinin sınıfta birden çok ‘ajanı’ vardı. –Bu arkadaşlardan ikisi daha sonra bu durumu bize itiraf edip, özür diledi–
 
Her halimizi fişliyorlardı. Sıkıyönetim döneminde okul, zaten ajan yahut da potansiyel ajan kaynıyordu. ‘İslam’ adlı bir dergiyi, İmam Hatip Lisesi’ne götürdüğüm için disipline bile verilmiştim.
 
Diyanet Vakfı, kitap okuyan öğrencilere kitap hediye etmişti. Bunlardan biri de ‘40 Hadis’ adlı eserdi. Bunu gören Milli Güvenlikçi subay, kitabı yırtmış ve çöpe atmıştı. Şikâyet ettim ve subay okuldan uzaklaştırıldı. Tabiî olarak bende kırmızı kalemle fişlendim. İsmine çizik, atılmış ağzınla kuş tutsan nafile. Sınavlarda iyi puan alsan ne yazar.
 
Özetle, gençliğimizi yediler. Ama bizi bilediler, eğittiler, gerçekleri görmemizi sağladılar. Bu şerde de hayır varmış demek ki!
 
* * *
Son günlerde bazı medya grupları, ÖSYM’ye saldırıyor. Öyle haberler yapılıyor ki, ÖSYM ağzıyla kuş tutsa, ikna edemez adamları. Niyetleri üzüm yemek değil, amaç; seçim öncesinde gençler üzerinden CHP’ye oy devşirmek.
 
Siyasi iktidarı yeri geldiğinde ve attığı yanlış adımlarda bizde en sert şekilde eleştiriyoruz. Ama bunlardaki kronik önyargı… İçinde Türkiye’nin de yer aldığı, Batılı veya batılılaşmışların kronik önyargılarını yıkmanın hiçbir çözümü yok gibi. Nasıl ki, şizofreni hastalığı nüksettiği zaman hastayı zapt etmek mümkün değilse, önyargı nüksettiğinde de onu kontrol etmek ve tedavi etmek neredeyse imkânsız.
 
Keşke buradaki sorun, sadece bundan ibaret olsaydı. Hiçbir endişe duymuyorum ki, bu güne kadar ki sınavlarda, başta Beyaz Türklerin çocukları olmak üzere bazı çevrelere, cevaplar önceden gidiyordu. Geçtiğimiz yıl bu durum alenileşti. Her ne kadar üstü tozlansa da ‘Kafes Eylem Planı’nı hatırlayınız.
 
ÖSYM'deki tüm veri tabanına erişme ve her türlü değişikliği yapma yetkisine sahip bazı kişilerin Ergenekon’la ilişkili olduğu tespit edilmişti. Ele geçen belgelerde ne deniliyordu: “ÖSYM’nin sonuçlarına ne kadar müdahale edebiliyoruz?”
 
Peki, şimdi bugün ÖSYM’yi yerden yere vuran, savunmaları yeterli bulmayan bu çevreler, ÖSYM’nin kafeslenmesi konusunda ne yaptılar? Arşivlerini taradım. Cevabını Radikal’in 10 Nisan 2008 tarihli manşeti söylesin: “Kulakları vardır duymazlar, gözleri vardır görmezler”
 
Dün gördüler, duydular ama yazmadılar. Bugünse ÖSYM’nin çiçeği burnunda başkanıyla “tekstilci” diye alay ederek, mide bulandırmaya çalışıyorlar.  
 
Bu işteki bir başka gariplik, kitapçıkları basan matbaanın müdürünün açıklama yapması. Matbaa müdürü yetkili bir otorite gibi konuşuyor. Peki, matbaa kimin ve niye konuşuyor? –El değiştirmemişse– Doğramacıların. Onların kim olduğu ise malum…
 
Neredeyse Türkiye’nin tüm sınavlarını yapar duruma gelen ÖSYM’nin, bugüne kadar neden kendi matbaasını kurmadığını sorgulamak artık kaçınılmaz. Dışarıdan bir matbaaya nasıl güvenebiliyor? İşi sadece baskı yapmak olan matbaacıya mı düştü, YGS hakkında teknik bilgi vermek?
 
20 yıl aradan sonra, son YGS sınavına bende girdim. Sınav girişindeki önlemler had safhadaydı. Eskiden kopya çekmek mümkün olabilirdi ama bu kez tür adı bile olmayan kişiye özel kitapçıklar vardı. Daha önceki sınavlarda da böyle miydi bilmiyorum ama aslında asıl risk de burada. Hangi kitapçık hangi kişiye gideceği belliyse, kişiye özel kopya ihtimali kesinlikle yadsınamaz hâle gelir. Gerçekte üzerinde asıl durulması gereken durumda bu. Neden kişiye özel kitapçık?
 
Bu yöntem sorgulanmak yerine, bu sistemin soru etiğine aykırılığından söz ediliyor. Görülüyor ki amaç sadece eleştirmekse, eleştirecek bir açık bulmanız hiç de zor değil.
 
Her ne kadar hedefteki kişi, yeni Başkan Prof Ali Demir gibi gözükse de, gerçek amacın toplum mühendisliği olduğu ayan beyan ortada. Aleni zihin kirletiyorlar. Bu durumdan resmen müşteki öğrenci var mı? Yok… Konuya yargı el atmış mı? Atmış... İncelemesini tamamlamış mı? Tamamlamamış… Ama bazı çevreler her zaman olduğu gibi, kendi darağaçlarını kurup infazı gerçekleştirdiler. Tıpkı Kemahlı Kemal İbrahim Hakkı’nın mezardan çıkarılıp, idam edilişinde olduğu üzere bu konuda pek mahirdirler. (İzleyip görünüz)
 
 
Farz edelim, iddia edilenler doğru. Bunun kararını kim verecek? Yargı.
 
Peki bu telaş niye? İki milyon gencin hayal ve geleceğiyle kim neden oynuyor? Bunu ortaya çıkarmakta hem yargının hem de siyasi iktidarın boynunun borcu…
 
Libya, Suriye, nükleer, başkanlık tartışmaları gibi konularda, son günlerde bir hayli eleştiri alan siyasi iktidar adeta kendi kuyusunu kazıyor. Siyasi iktidar, -medya bir yana- YGS tartışmasıyla iyice tedirginleştirilen toplumsal zihni ikna edici bir çözüm getiremezse, kendi kalesine gol atmış olacak.
 
Yazımızı Lübnan asıllı ressam, şair ve filozof, Halil Cibran (1883-1931)’ın muhteşem hikayesiyle bitirelim.
 
Bir gün, güzellik ve çirkinlik bir deniz kıyısında karşılaştılar ve dediler, 'haydi denize girelim.' Giysilerini çıkartıp suda yüzdüler. Bir süre sonra, çirkinlik kıyıya dönüp, güzelliğin giysilerine büründü ve yoluna gitti. Güzellik de denizden çıktı, kendi giysilerini bulamadı; ama çıplak olmak utandırıyordu onu, çaresiz çirkinliğin... giysilerine büründü ve yoluna devam etti güzellik. O gün bugündür, erkekler ve kadınlar onları birbirine karıştırır. Ancak içlerinden güzelliğin yüzünü önceden görmüş kimileri vardır ki, giysilerine bakmaksızın tanırlar onu. Ve yine çirkinliğin yüzünü bilen kimileri vardır ki, gözlerinden tanırlar çirkinliği.”


www.twitter.com/ozerkemal

Bu haber toplam 2731 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.