Psikoterapi İlişkisinde Temel İlkeler

Psikoterapi İlişkisinde Temel İlkeler
Psikoterapiye ihtiyaç duyan kişiye gerekli yardımı sağlayabilmek için terapistin dikkat etmesi gereken ve terapistte bulunması gereken bazı beceriler vardır...

Psikoterapiye ihtiyaç duyan kişi, psikoterapiste daha olgun bir kişilik örgütlenmesine ulaşmak ve kendi kendisini daha iyi anlayabilmek için gelmiştir. Terapistten beklediği iki unsur vardır. Birincisi, kişiliğinin dinamik örgütlenmesi ve yapısını iyi değerlendirilebilmesidir. İkinci unsur ise, bu bilgi ve değerlendirmeyi, anlayabileceği ve yararlanabileceği bir tarzda ona aktarabilmesidir. Davranış örüntülerinin  hastaya entelektüel bir biçimde aktarılması ve açıklanması, o kişide herhangi bir değişiklik yaratmamaktadır. Kalıcı bir değişikliğin oluşabilmesi için bu bilgilerin hasta tarafından duygusal düzeyde de anlaşılıp yaşanması gerekir.

Psikoterapi de Uygulamada üzerinde özenle durulması gereken temel ilkeler vardır. Bu ilkeler psikoanalitik yönelimli olsun olmasın, her türlü psikoterapide geçerlidir. Birbiriyle bağlantılı olan bu ilkeler hepsi birlikte ve bilinçli olarak uygulanabildiği oranda anlamlı ve verimli psikoterapi süreci gelişebilir. Bu ilkelerin daha iyi anlaşılması amacıyla, psikanalitik psikoterapi kuramı içinde tanımlanmış olan direnç, transferans, kontur-transferans ve içgörü  terimlerinin açıklanması uygun olacaktır.

 

Direnç: Tedaviye ve onunla sağlanacak değişmeye karşı hastada ortaya çıkan güçlerin tümüdür. Terapi süresince uyumsuz ve anormal olan her türlü davranış, tutum, düşünce ve duygunun bırakılmasına, değiştirilmesine engel olan bir savunmadır. Kısaca, nevrotik yaşam tarzını sürdüren her türlü içsel etken dirençtir. Terapi sürecinde direnç, uzun süren suskunluklar, duygudan yoksun konuşmalar, tedavi ile yakından ilişkili olayları ve rüyaları unutmak, aşırı entelektüel tartışmalar yapmak, esnemeler, görüşme saatlerini unutmak, gerçek sorunları anlatmaktan kaçınmak şeklinde ortaya çıkabilir.

 

Transferans (Aktarım): Bireyin çocukluk çağında kendisi için önemli kişilerle yaşamış olduğu duygu ve tutumları, şimdi ilişki kurduğu önemli kişi ya da kişiler ile ilişkisinde yaşaması; bu kişilere kendi çocukluğundaki algı ve duygulara göre tepkiler göstermesidir. Psikoterapi süresince aktarım doğal ilişkilerde olduğundan daha yoğun ve süreklidir. Hasta çocukluğunda anne, babası veya önemli başka kişiler ile yaşamış olduğu sevgiyi, nefreti, korkuyu, bağımlılığı ya da bu duygularla ilgili savunmaları terapiste aktarır. Burada terapist hastanın çocukluğundaki babası, annesi yerine konmaktadır. Az çok sürekli her önemli ilişkide aynı öğeleri bulabiliriz. Örneğin iki sevgili arasında ki sevgi bağında da eşeysel anlamı olan, doyum sağlamaya yönelik özelliklerin yanı sıra, bir miktar geçmişten aktarılan, anne-babaya karşı duyguları temsil eden özelliklerde bulunabilir.

Terapi sürecinde, genellikle duruma uygun olmayan, yoğun ve aşırı tepkiler aktarım belirtileri sayılabilir. Örneğin, terapistin tek hastası olma isteği, başka hastaları kıskanmak, terapist ile ilgili düşler, zaman zaman ters tutumlar, öfkeli ve alaycı sözler aktarım belirtileridir.

Kontur-transferans (Karşıt aktarım): Terapistin kendi çocukluğunda ki duygu ve tutumları hastasına aktarmasına  denir. Terapötik süreçte transferanslara benzer şekilde ortaya çıkarlar fakat kökenleri farklıdır.

 

İçgörü: Hastanın hastalığının bilincinde olması, onun belirtileri tanıyabilmesi ve bir bozukluk olarak kabullenişi anlaşılmaktadır. Buna klinik içgörü denilebilir. Psikanaliz ve psikoterapide iç görü ise rahatsızlık belirtileri ve bunların kaynakları arasında ki bağları görmektir. Bu durumun tedaviye etkisi nasıl olmaktadır. Salt bir iç görü kazanmak davranış değişikliği yaratmayabilir ve çoğu kez yaratmazda. Direnç ve transferans olaylarının uzun süre bir çok kez gözlenmesi, hastaya gösterilmesi, geçmişle bağlantılarının yeniden yeniden açıklanması, böylelikle birbirini destekleyen, doğrulayan iç görülerin kazanılmasına working- through(çözüm işlemi) denir. İşte değişme olayı working-through ile netleştirilmiş içgörülerle başlatılabilir.

 

 Dinleyebilmek

Olumlu ilişkiler geliştirmede, başka insanlardan bilgi toplamada, başkalarının sıkıntısını anlamada en temel araç dinlemektir. Dinleyebilme hekimin rahat olmasına ve insana ilgi, saygı ve empati ile yaklaşıma bağlıdır.

Dinleme pasif bir süreç değildir. Etkin dinleme hasta tarafından anlaşılır.

Görüşme sırasında ortaya çıkan suskunluklar hem hastayı hem de terapisti rahatsız eder. Böyle bir durumda hasta, bir şeyler anlatması beklendiğini düşünerek ya da suskunluk sırasında aklına gelen rahatsız edici düşüncelerden korkar, amaçtan saparak farklı konulardan bahsedebilir. Suskunluklar genelde dirençle ilgilidir ve araştırılması gerekir. Benzer durumda aceleci davranarak söze giren terapistte kendi kontur-transferanslarını ve dirençlerini gözden geçirmelidir.

Suskunluğun bir sebebi de hastanın konu hakkında görüşlerini gözden geçiriyor olması olabilir. Bunun süresi ve tahmini ancak dinleme sırasında ki empati ile anlaşılabilir. Çünkü dinlemenin en önemli özelliği anlatılan kelimeler değil arka planlarındaki anlamlarıdır. Bunun anlaşılabilmesi için hastanın anlatış biçimi, sesin ton, hız, duygusal yüklülüğü gibi niteliklerini ayırt etmek gerekir.

 

Empati

Empati, kişinin kendisini bir an için bir başkasının yerine koyarak, o durumda neler hissedebileceği, düşünebileceği, nasıl davranabileceğini anlamaya çalışmaktır. Empatide, terapistin kendi benliğinden kısa bir süre ayrılması, ayrı bir benliğe doğru uzanması, yaklaşması, ona dalması ve onu anlamaya çalışması vardır. Terapist bir yandan kendi iç dünyasını araştırırken, bir yandan da bu iç dünya ile bir başkasının iç dünyasını anlamaya çalışmaktadır. Fakat bu sürecin çok uzaması ve terapistin hastanın yaşantısını sürekli ve yoğun biçimde paylaşması sakıncalıdır. O zaman terapistin, hastanın sorunları, kişiliği ve yaşantısı ile fazla özdeşleştiğini, gerçek terapist kimliğini yitirdiğini düşünebiliriz. Bu durumda terapistin hastasını tanıması, değerlendirmesi ve yardım edebilmesi zorlaşacak, mevcut ilişki hasta-terapist ilişkisinden arkadaş, anne, baba veya bir sevgili ilişkisine dönüşecektir.  Bunun süresinin uzaması halinde, terapistte hasta ile aynı duyguları paylaşır, aynı tarzda telaşa kapılır, ağlar ve mutsuz olursa buna özdeşim denir.

Bu sebeplerle empati, bir yandan bir başka insanı benimsemeyi, kısa süreli özdeşim yapabilmeyi gerektirirken; bir yandan da terapistin kendi kimliğini koruyabilmesi, terapinin araç ve yöntemlerini unutmaması, kendi benliği ile hastanın benliği arasında ayrım yapmayı sürdürebilmesidir.

Terapist açısından empatiyi engelleyen iki faktörden birincisi; terapistin kişiliğidir ki özellikle narsizm sorunu olan bir terapistin tedavide empati kurması oldukça zordur. İkinci faktör terapistin mevcut durumudur. Burada bahsedilen terapistinde sıkıntılı, mutsuz olması veya hastaya ayıracak yeteri vaktinin olmamasıdır. Doyumsuz ve mutsuz kişilerin etkin ve yararlı empati yapmaları güçtür.

 

İlgilenebilmek

İlgi duyulmayan bir kişi ile empati kurulamayacağından, empati ile birbirine yakın ve içice kavramlardır.

İnsan ilişkilerinde ilgilenmek çeşitli amaçlar doğrultusunda ortaya çıkabilir. Bunlar, sevgi, bağımlılık, yalnızlığın giderilmesi, parasal çıkar, cinsel doyum, bir şey öğrenme ve yardım görme amacıyla olabilir. Psikoterapi ilgilenmek, hastayı tanıma, anlamaya çalışma, sonunda hastanın davranış değişimine yol açabilecek ipuçlarını araştırıp bulma ve yardım etme ilgisidir.

Psikoterapide hasta ile uzun süreli bir ilişki kurulduğu için hem hastada hem terapistte psikoterapötik ilginin dışına taşan örneğin arkadaş ve dost olma ya da cinsel istek ve düşlemler gibi bir takım duygular ve ilgiler oluşabilir. Oluşan duyguların transferans ve konturtransferans yönleri bilinmeli ve terapistin kontrolünde olmalıdır.

 

Yan tutmamak ve yargılamamak

Psikoterapide hastadaki dirençlerin önemli bir bölümü yargılanma ve suçlanma korkusuna bağlıdır. Hasta bir şeyler söylemekten çekiniyorsa genellikle bunun altında bir yargılanma ve suçlanma korkusu yatar. Terapi sırasında bana güvenmelisin, güveneceksin denilerek güven oluşturulamaz. Terapist, yargısız, yan tutmayan soruları ile ve sabırlı, empatik bir yaklaşım ile bir güven ortamı oluşturmalıdır.

 

Esnek olabilmek

Tıbbın diğer alanlarında olduğu gibi psikiyatride de hastalık yok hasta vardır.  Bu ilkeye göre terapistin esnek olması, bir görüş, kuram ve uygulamaya bağlı kalmaması gerekir. Terapist bir görüş, kuram ve uygulamaya bağlı kalsa bile uygulamada esnek olması; duruma ve hastaların sorunlarına, kişiliklerine göre yöntem değişikleri ve uygulamada ayarlamalar yapması gerekmektedir. Terapide amaç kuramı veya yöntemi doğrulamak değildir. İnsan sınırsız değişkinlerle dolu bir ortamda yetişir ve yaşar bu sebeple uyguladığınız kuram hastaya hiç uymayabilir. Bu sebeplerle hem tanı koyma açısından hem de tedavi yöntemleri açısından esnek olunmalı, aceleci davranılmamalıdır.

 

Zaman verebilmek

Psikoterapi uzun süreli bir sağaltım türüdür. Terapist, 45-50 dakikalık görüşmelerin haftada en az bir kez, birkaç yıl sürebileceğini göze almalıdır. Daha kısa süreli görüşmelerle de psikoterapi yapılabilir, ancak bu destekleyici bir sağaltım olur.

 

www.psikolojikdanisma.net


Bu haber toplam 3440 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.