Önyargılı ve Yetkecil Kişilik

Önyargılı ve Yetkecil Kişilik
Yetkecil / gizil faşist kişiliğin kullandığı önyargı düzeneği, çoğu kez, az önce açmaya çalıştığım paranoid düzeyli savunma ile eşdeğerlidir. bu sözü edilen kişiler tümden akıl hastası mıdır?

HALÛK SUNAT / HYE-TERT


Önyargılı ve Yetkecil Kişilik Frankfurt Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’nün bazı üyeleri Nazi Almanyasını terk ederek ABD’ye yerleşti. Başka bilimcilerin de katkılarıyla ‘Önyargı Üstüne Çalışmalar’ı gerçekleştirip beş cilt hâlinde yayımladılar. Ciltlerden üçüncüsü, ‘Otoritaryen Kişilik’e T. W. Adorno’nun ciddi katkıları oldu: Otoritaryen Kişilik Üstüne / ‘Niteliksel İdeoloji İncelemeleri’. (1)

Adorno, bu metinde, psikanalitik duyarlıkla yapılmış görüşmelere ve onlara ilişkin yorumlarına yer verdi. Yetkecil kişilik (‘authoritarian personality’) özellikleri ile yetkecil kişiliğin yapılanmasında onunla birlikte işleyen toplumsal koşulları değerlendirdi. Ruhsal/öznel olanla toplumsal/nesnel olanın ilişkisini, ‘ideoloji-ideoloji pratik’ düzleminde ele aldı. Toplumsal-politik-iktisadi koşullarla tinsel/zihinsel yapı arasında derinden derine işleyen bağları ayrıştırmaya çalıştı: Horkheimer’ın deyişiyle ‘yetkecil insan’ olarak anılan ‘antidemokratik propogandaya açık’ ve gizil anlamda ‘faşist’ bir ‘antropolojik’ tür nasıl ortaya çıkmaktaydı, sorguladı: Nasıl bir adamdır bu adam? Antidemokratik tavrının içeriği nedir, nasıl işler, kendisini nasıl ortaya koyar? Böyle bir adamı içeriden kuran güçler nelerdir? Nasıl gelişir, nasıl serpilip semirir böyle bir antropolojik tür?

Söz konusu çalışmada, kalkış noktası, Yahudilere (Yahudi azınlığına) yönelik düşmanlık (‘antisemitizm’) idi. Giderek değişti: “çalışmamız ilerledikçe, vurgu yavaş yavaş kaydı. Antisemitizmi, ya da bir başka azınlık karşıtı önyargıyı, kendi içinde sosyopsikolojik bir fenomen gibi çözümlemeyi değil, daha çok, azınlık karşıtı önyargının daha geniş ideoloji ve karakter modelleriyle ilişkisini incelemeyi ana görevimiz olarak görmeye başladık”. Bu da, çalışmaya, egemen ön/yargı ile nesnesi olan azınlık arasındaki ilişkinin evrensel doğasını serimleme olanağını verdi.

Psikanalize az çok bulaşan bilir, ruhsal gelişim sürecinde ‘paranoid’ evre derler, bir evre ve o evreye denk düşen bir tür savunma vardır: nesne alımlayışını (içsel yaşantıyı) ‘iyi / kötü’ diye bölmek ve kötüyü dışarıda bulunan bir ‘düşman’a yansıtmak. Bireyin benliksel bütünlüğünü korumak üzere geliştirdiği bu türden tutumlara ‘savunma’ diyoruz. Burada derinine girmemize olanak yok ama, savunma ihtiyacı, dürtüsel istemlerle öznel gerçeklik yargısının (bilinçdışı düzeyde) çatışmasından kaynaklanır. Söz konusu benliksel bütünlüğün tehdit altında hissedildiği, ‘bastırma’ gibi yüksek düzeyli savunmaların yeterli olmadığı durumlarda, dünya ile kurduğumuz eski ilişki (‘nesne ilişkileri’) tarzlarımıza gerileme eğilimi gösterir (bunun kendisi de bir savunmadır -‘regression’) ve daha eski (ilkel/ ‘primitive’) savunma düzeneklerimize işlerlik kazandırırız. Ekleyeyim, bizim, belirtisel (‘symptomatic’) davranış örüntümüzü kuran da bu savunma süreçleridir. Sonuç olarak kendimizi savunmak üzere, ne kadar bastırmanın ötesine geçer ve gerilersek o kadar ilkel savumalar kullanır, o denli benliksel bütünlük ve zenginliğimizi bozar, gerçek yargımızı da o denli zaafa uğratırız.

Şimdi, önyargı dediğimiz şey de (Adorno’nun da vurguladığı gibi) bir tür savunmadır. Ancak, yukarıda andığımız yetkecil/gizil faşist kişiliğin kullandığı önyargı düzeneği, çoğu kez, az önce açmaya çalıştığım paranoid düzeyli savunma ile eşdeğerlidir. Peki, bu sözü edilen kişiler tümden akıl hastası mıdır? Hayır, o düzeyin dayatabileceği ölçüde sanrısal (hezeyani) ya da varsanısal (‘hallucinative’) tam bir gerçekten kopukluk göstermezler fakat belli nesne ilişkileri alanında kısmi gerilemeleriyle (paranoid düzeyli savunmalar üzerinden) önyargısal davranışlar geliştirirler. O ölçüde de hayatla kurdukları ilişki bağlamında benliksel verimlilikleri düşük, hayata katılımları verimsiz, gerçeklikle bağıntıları bozuktur.

Şimdi de, yazımızın kısıtlılığı ölçeğinde, Adorno’ya dönelim ve görüşmeler sonrası nelerin altını çizmiş önyargı/lılık ve yetkecil kişilik bağlamında, bir bakalım: Önyargılı kişi, bir açıdan, ‘sado-mazoşist’ bir tutum içindedir. Bir yandan yetke ile (bunu, somut bir kişi ya da bir üst ülkü / ideal olarak düşünelim) özdeşim kurarak onun gücüne kendisini bırakmakta (mazoşizm), bir yandan da, önyargının hedef aldığı nesneyi olumsuzlamakta, değersizleştirmektedir (sadizm -ki, koşullar elverdiğinde açık faşist saldırı da buradan yürüyecektir).

Az önce andığım paranoid gerileme neticesinde ise, önyargılı kişi, başkasına yönelttiği ‘nefret’ üzerinden kendisine yönelik nefretin yolunu (nefret eden ben değilim, o!) açmakta, giderek, savunma kaygısı içinde düşmansız yapamaz (‘persecution mania’), deyim yerindeyse, düşmanına sevdalı bir hâle gelmektedir. Yine aynı gereksinimler çerçevesinde, önyargının yöneldiği nesneye -kendisine yüklenenlerle- aşırı bir güç vehmedilmekte, bir yandan değersizleştirilip olumsuzlanmakta, öte yandan da, tekinsiz bir gücün taşıyıcısı olarak kabul görmektedir. Bu tutum, hem, tehdit algısı ve tehdit edenin güçlülüğü üzerinden tehdide maruz kalanın kendisini büyümsemesini sağlamakta, hem de, -gerçekte olmadığı ölçüde (imgesel)- güçlülük vehmedilen şeye yönelik yaptırımın şiddetinin katlanmasını kolaylaştırmaktadır.

Adorno’nun bir başka saptaması da, önyargılı kişilerin, kuyruğuna takıldıkları yargıların aslını astarını aramaya gönülsüz, tembel ve kafası karışık kişiler oldukları. Sözgelimi, önyargılı kişinin, yaşadığı yabancılık duygusunun belirleyenlerini ayrıştırmak yerine, yaptığı, bir azınlığın yabancılığını öne çıkarmaktır. Dahası, kendinde anlaması ve çözüm getirmesi gereken yabancılaşmayı azınlık olarak seçilmiş olana yansıtmasına yarayan yargı ne kadar basit, basmakalıp ve sorgulamaya kapalı ise, o denli büyüleyici bir güce sahip olmaktadır bu tembel kişiler için.

Önyargılı kişiler, sahte entelektüel ve seçkinci hiyerarşik tavır göstermeye de eğilimlidir. Önyargının hedefi olan azınlığa ilişkin genellemeler yapmak, ‘doğrusunu ben bilirim’ havasına girmek de bu kişilerin sanatına dahildir. Tabii, hedef azınlığı bu denli genellemeli önyargılarla kuşatmak önyargılılara kitlesel yaptırım uygulama zeminini de sağlamaktadır.

Kaldı ki iş oraya varmışsa, her türden yaptırım ahlaki anlamda rasyonalize edilmekte, pürüz çıkaran vicdani öğeler yenilgiye uğratılmakta, yenilgiye uğratılanların enerjileri de içsel ihtiyacın yedeğine alınmaktadır. Adorno, böylelikle, yansız bir muhakemeye tabi tutulmak üzere suç delilleri dosyasını mahkemeye sunması beklenen savcının tutumundaki olağandışılıktan söz etmiş olur. Örneğimizdeki savcı, suçun kanıtlarını toparlayıp iddianamesini düzenlemek yerine suçu görünmez kılmakta, -o anlamda suçludan yana olmakta- dahası, mahkeme de suçlunun fiilini haklılaştırıcı bir tutum izlemektedir. Bu, Adorno’nun deyişiyle, üstben(liğ)in faşist kişilik tarafından ele geçirilmesidir (“kişilik içerisinde kendilerini antisemitizmde dile getiren itkileri savcı, vicdanı da yargıç olarak niteleyebilir ve bu durumda ikisinin kaynaşmış olduğunu söyleyebiliriz”). Tabii, kültürel ayrımcılık öyle bir noktaya gelmişse, yıkıcı itkilerle beslenen düşmanca tavrın ölçüsü de olmayacak, fırınlar kurulacak ya da kurşun enseye sıkılacak, dahası, suç, öldürene değil ölene yıkılacaktır.

Kıssadan hisse: Aktarmaya çalıştığım önyargılı/yetkecil örüntüler (kendi toplumsal/nesnel koşullarının renklendirmeleri ile birlikte) evrenseldir. Dolayısıyla, tevellüdü Cumhuriyet’i öncelese de bir türlü çatışma alanımızdan çıkıp benliksel zenginliğimize katılamayan Ermeniler ve Ermeni meselesinden tutun da oradan Kürtlere ve Kürt meselesine ve dahi, son azılı muhatabımız ‘irticaya teşne laiklik karşıtı odağımıza’… kendi geleneksel düşman/lık kabullerimizi de rahatlıkla anılan tutumsal örüntülere yerleştirebiliriz.

Peki; ilkel savunmalarla malul toplumsal kendiliğine bildik önyargılarla çıkış yolu bulmaya didinen, tüm sokaklarını ısrarla yetkecilliğe çıkaran, giderek yalnızlığa mahkûm fakat masum olmayan güzel ülkemin reçetesi? Her aklı selim sahibinin malumu: ‘Hayatın her alanında alabildiğine açıklık, eleştirel kabul, alabildiğine özgürlükler ve inadına demokrasi!’

_______________________________________
1. ‘Qualitative Studies of Ideology’/ The Authoritarian Personality, Harper and Brothers, New York, 1950. Aynı isimle Türkçe’ye çev. Doğan Şahiner, Om Y., İstanbul, 2003.

Bu haber toplam 4216 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.