NEDEN AŞK?

NEDEN AŞK?
Eski Yunancada ruh anlamına gelen psike (psykhe) ayrıca kelebek ve bir çeşit çiçek anlamlarını da içeriyor.

HALUK GERAY / BİRGÜN GAZETESİ


Eski Yunancada ruh anlamına gelen psike (psykhe) ayrıca kelebek ve bir çeşit çiçek anlamlarını da içeriyor. Çoğu kez, yaşamla ölümün buluştuğu noktada bedeni terk eden bir kelebek, bir nefes olarak tanımlanıyor. Mitolojiye göre Tanrı Eros’un tanrı olduğu için yüzünün görülmeyeceği karanlık bir mağarada birlikte olduğu sevgilisi’nin adı Psike. Psike bir insan. Eros’un kim olduğunu merak eden Psike gizlice Eros’un yüzünü aydınlatır ve görür. Bunun farkına varan Eros, Psike’yi mağarada bırakır, sonsuza kadar Psike’den ayrılır. Eros giderken, “Güvenin olmadığı yerde aşk yaşayamaz” der.

Yayın yaşamına ocak ayında başlayan PsikeART dergisinin Genel Yayın Yönetmeni M. Emin Önder derginin yaklaşımı konusunda şunları yazmış: “Psike ve Eros’un yaşamlarının zenginliğini bu derginin isminde ve içeriğinde yaşatmak istedik. Özellikle popüler bilim ve sanatla özelliğini de katarak. Derginin her sayısını, belirlenen farklı bir psikiyatrik belirti ve/veya psikolojik kavramın etrafında dolaşarak, konuya farklı açılardan bakan alanın uzmanlarının,  yazarların ve sanatçıların değerlendirmeleri oluşturacaktır.” İlk sayı tutku ve kıskançlık üzerine yazılardan oluşuyor.

 Erol Göka, “Niye birisine tutkuyla bağlanırız” başlıklı yazısında şöyle diyor: “… Kendi benimize çakılıyız: başkalarından önce kendimizin kölesiyiz; benimizin ilk sahibi kendimiziz. Bilincimizin kendi tutsaklığını keşfettiği ilk bağ, kimlik bağı; ne yaparsak yapalım kendimize dönüp geliyoruz. Bu bizim insan olma trajedimiz.” Bu trajediden, var oluşun ağırlığından bir nebze olsun kurtulmak, ancak başkasının varlığı içinde erimekle olanaklı. Başkasının varlığı ve onun bana bakışı sayesindedir ki, nesne durumuna gelirim; bir başkasına ait olur ve kendimin olmaktan bir an için sıyrılabilirim.

Ancak bu ilişkinin diyalektiğinde pek çok sorunlu yön var. Göka’ya göre benim kendimi göremeyeceğim biçimde beni görerek bana sahip olan ‘öteki’yle ilişki, ‘ben bilincimin’ temelinde bulunur. İşte  bu nedenle yaşam benle öteki arasındaki bir mücadeledir. Yazar bu mücadele içinde Heidegger’in “duygudurum” (mood) kavramını kullanarak bir adım daha atıyor. Duygudurumun  verili bir zamanda hep duygulanımsal özel bir konum ve zihinsel duruma sahip olma anlamına geldiğini belirten Göka, “Nasılsınız?” veya “Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” sorusuna her zaman bir yanıtımız olduğuna dikkat çekiyor.

Varoluşun ağırlığından kurtulmak için “iyi duygudurum” içinde olmaya çalışırız, ama bu kolay değildir. Kimi zaman genetik/biyolojik, kimi zaman iletişim/başa çikma becerileri veya ortamın (tarihsel/kültürel) uygunsuzluğu nedeniyle iyi duygudurum akordumuzda sorunlar ortaya çikiyor. Kimi zaman doğum günleri, kimi zaman yılın belli bir dönemi bu tür akortsuzlukların yoğunlaştığı duygudurumlar yaratabiliyor. Bu gibi nedenlerle yaşamı mükemmel bir beste gibi yaşamak mümkünken, tatsız tınılar çıkartıyoruz. Oysa tutkularımızı bir kişiye yüklememezin nedeni, yaşam trajedisinden kurtulmak için kurduğumuz vazgeçilemez ötekiyle ilişkide iyi duygudurumu sağlamak için.

Göka, pek çok kişinin insan arzusuyla diğer canlıların arzulamaları arasında belirgin bir fark olmadığını düşündüğünü aktardıktan sonra, oysa Hegel’in bu konudaki yaklaşımının önemli açıklamalar getirdiğine inanıyor. Çünkü Hegel’e göre insanı diğer canlıların arzusundan ayıran yan, arzunun sadece bir nesneye değil bir isteğe de odaklanmış olmasıdır.  Göka şöyle açıklıyor: “… Böylece örneğin erkek ve kadın ilişkisinde istek, eğer biri diğerinin bedenini değil de, isteğini isterse; eğer o istek olarak isteği  elde etmek, ‘kendinin kılmak’ isterse, yani istenmek ya da ’sevilmek’ yahut insan olması bakımından değerli olarak, insan bireyi gerçekliğinde ‘kabul edilmek’ isterse, bu insani bir istektir.”

Hegel’e göre başkasının arzusunu arzulamak, benim arzumun, tüm insani arzunun en temel niteliğidir. Başka bir deyişle, insani özbilinci ve insani gerçekliği doğrudan isteklerin tümü sonuç olarak “kabul edilme” isteğinin bir sonucudur… İnsan bir başka insana kendini empoze etmeyi, ona kendini kabul ettirmeyi istediği ölçüde insandır. Hegel’in bu tezinin izini süren Lacan insan isteğinin diğer canlıların isteklerinden farklı olarak, fiziksel gereksinimlerin karşılanmasının yanı sıra, bir de sevgi ve tanınma isteğini de kapsadığını ve sorunun ancak öznelerarası bir bağlamda çözülebileceği sonucunu çıkarıyor.

Bu haber toplam 10933 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.