Küfretmenin dakikası kaç para İvedik?

Küfretmenin dakikası kaç para İvedik?
Aksiyon Dergisinden Tuba Deniz bu hafta son dönem sinemasının popüler filmi Recep İvedik'de ki karakterin bireysel ve toplumsal karşılığını bulmaya ve irdelemeye çalıştı.

Tuba Deniz / AKSİYON DERGİSİ


Kalın kaşlı, yağlı saçlı, ‘gompleksli’, ağzı küfürlü, kaba saba bir karakter, gündemimizden düşmez oldu. Recep İvedik, bir ‘halk kahramanı’ mı, yoksa Türk toplumunun gittikçe bayağılaştığının somut bir göstergesi mi?

Recep İvedik kimdir? ‘Bir halk kahramanı mı? Toplumdaki ‘lümpen’leşmenin resmi mi? Ya da siyasi krizler ile zor hayat şartları arasında sıkışmış insancıklar için, buhranlı ortamlardan kaçıp kahkahalara sığınmanın adı mı? Kaba saba, saçı sakalı birbirine karışmış, bitişik kaşlı, yağlı saçlı, her önüne geleni yıkıp deviren, ‘gompleksli’, asabi, patrona da çaycıya da aynı muameleyi gösteren, hiçbir otorite ya da kural tanımayan bu ‘garip’ adamın filmine halk neden bu kadar çok rağbet etti? Onda kendilerini gördükleri için mi, yoksa onu ‘öteki’leştirdikleri için mi?

Yaklaşık dört buçuk milyon kişiyi sinemaya taşıyarak Türkiye’de tüm zamanların rekorlarını kıran bu filme artık kayıtsız kalmak zor. Birçok sosyolog için çoktan bir araştırma konusuna dönüştü İvedik. Bazı yönetmenlerin ise ‘Nasıl oldu da bu film bu kadar çok izleyiciyi salonlara topladı?’ sorusunun cevabını araştırdıkları kulağımıza geldi. Talan ettiklerini çok da umursamadan, milleti kahkahalara boğarak yoluna devam etse de Recep İvedik’in istikametini kestirebilmek mümkün görünmüyor. Hayatımızın ortasına bir ‘külçe’ gibi düşen, ‘hayvanım ama evcil değilim’ diyen bu garip yaratığın nereden geldiğini ve nereye gittiğini bilirkişilere sorma ihtiyacı hissettik. Onun şeceresini Türk sinemasının geçmişinde görmeye çalıştık ve bugüne nasıl geldiğini, halkı nereye götürdüğünü sosyologlara danıştık. Özetle Recep İvedik’i bir sosyal vakıa olarak ele aldık.

Geçen hafta pazartesi günü yapılan galada Recep İvedik bir kere daha sinemalara teşrif etti. Lütfi Kırdar’ın ihtişamlı salonunu bile zorladı katılımcıların talebi. Ve perdede ‘bir halk kahramanı’ Recep İvedik belirince salonda alkış koptu. Evinden çıkan İvedik, el şakaları ve yüzündeki alaycı ifadeyle yanından geçtiği her nesne ve kişiye bir şekilde izini bıraktı. Merdivene çıkmış bir adamın pantolonu aşağı çekildi, yaşlı bir amca kaldırımın bir tarafından alınarak diğer tarafına konduruldu, arabasını tamir eden birinin kafasına kapak indirildi… Nihayetinde İvedik’in mutlu mesut, bilhassa kendine has kahkahaları izleyicilerinkine karıştı.

Bu defa Recep İvedik’e yan rolde ninesi eşlik ediyor. Play-Station oynayan, konuşurken küfürlerini sakınmayan, el hareketi yapan bu yaşlı teyzenin asabiyeti, İvedik’in karakterini anlamamızı nispeten kolaylaştırıyor. Torunundan istedikleri: İş bulması, evlenmesi ve saygınlık kazanması…

Film boyunca İvedik’in iş bulma maceralarını, saygınlık kazanma ve evlenme çabalarını izliyoruz. Her ne kadar Şahan Gökbakar filme küfrün uğramadığını iddia etse de Recep İvedik 2’de bolca küfür ve müstehcen espri mevcut. Mizah, kaba el şakalarına ve ileri derecede argoya teslim edilmiş. Sinematografik kaygılarla Recep İvedik 2’ye yaklaşmak ise anlamsız. Kimilerine göre gereksiz olan bu teferruatın yanına bile uğramamış film. Skeçlerin arka arkaya gelmesinden müteşekkil bir senaryo yazılmış. İvedik’in kalın kaşlarını görmediğimiz bir kare bile yok.

APTALLAŞTIRICI BİR MİZAH

Komedi filmleri, son yıllarda harekete geçen Türk sinemasının en çok rağbet gören türü. Yakın geçmişte ilgi gösterilen ve tartışılan filmler arasında AROG, Osmanlı Cumhuriyeti, Muro Nalet Olsun İçimdeki İnsan Sevgisine, Destere, Maskeli Beşler Kıbrıs’ta, Çılgın Dershane Kampta gibi çok sayıda film var. Mizahın nicel açıdan Türk sinemasında fonksiyonunu yerine getirdiği söylenebilir. Peki, ya nitelik ne durumda? Bu konuda farklı görüşler mevcut. Kimileri için bu filmlerdeki mizahın dozu yeterli hatta iç açıcı; bazıları ise karamsar, durumun gün geçtikçe vahim bir hâl aldığına inanıyor. Bayağı espriler, küfür, şive ve cinselliğe dayalı mizah anlayışı Türk sinemasını ve muhatap kalan halkı gün geçtikçe dibe çekiyor.

Malum tablodan rahatsız olan isimlerden biri, sinema eleştirmeni Tunca Arslan. Arslan, “Recep İvedik gibi bir film, tüm zamanların rekorunu kırıyorsa, yaklaşık 4,5 milyon kişi böylesi bir ‘mizah’ için gişelerde kuyruk oluşturuyorsa hâlimiz her açıdan harap demektir. Türkiye’de artık ister beyazperdede ister televizyon ekranında olsun, üretilen mizah ciddi anlamda ruh hastalığı belirtileri içeriyor. Resmen akıl hastası tiplemelere ya da küflenmiş belden aşağı esprilere gülmeye zorlanıyoruz. Recep İvedik, taklit ettiği Borat’ı bile mumla aratacak kadar eleştirel yaklaşımdan uzak, apolitik, dünyada olup bitenle zerre kadar ilgisi bulunmayan bir anti-kahraman. Uyarıcı olmayı bırakın, aptallaştırıcı bir mizah anlayışı egemen oldu.”

Doğrusu bu tarz eleştirilere Recep İvedik, ‘‘Efendi olun, adam olun lan!’ deyip geçiyor. Birinci filmden sonraki tartışmaların hiçbiri ikinci çalışmada dikkate alınmamış.

HAYATIN VE İNSANIN BİR AĞIRLIĞI OLMALI

Hâlbuki toplumsal gerçekliğe gülünç, sıra dışı, eğlenceli bir dille yaklaşmak anlamına gelen mizahın ana karakterlerinden biri de eleştirel olması, kişiye özgürlük alanı açması. Mizahın uyarıcı etkisinin, özellikle son dönem çekilen filmlerde ıskalandığı aşikâr. Mizah, yeni ve çarpıcı sorular üretebilen en etkili dillerden biri yönetmen Sırrı Süreyya Önder’e göre. Bir tür direniş. Hayata dair her alanda, özellikle sanat ve siyasette hikmetsizlikten, sululuğun geçer akçe olmasından rahatsız Önder, herhangi bir şeyin eğretilemesi ve çözümlemesine dayanmayan bir mizahın tümden anlamsız olduğuna inanıyor: “Hayatın ve insanın bir ağırlığı olmalı. Bu nedenle mizah işine sinemadan bakıldığında, önümüzde Chaplin gibi bir örnek bütün görkemiyle ışıldar. Mizahı dramatik yapıdan hümanist bir çerçevede çıkarmak; yapılması gereken bu olmalıdır. İnsanların ‘biraz da gülelim, nedir bu kasvet’ demeleri mide bulandırıcı.”

Sanat eserlerinin hayatla arasında bir bağ kurabilmesi önemli. Bunlar dikkate alındığında Türkiye’de popüler kültürün, ideolojik söylemi ve sosyolojik arka planının anlaşılması elzem Önder’e göre: “Türkiye’de popüler kültür, giderek kültür teriminin yerini alan ve insanların daha fazla tek bildikleri kültürel form olmaya gitmekte.”

Peki, geçmişte Türk sinemasında mizahın hâl-i pürmelali neydi? Şimdiki filmlerde en büyük sıkıntı tamamen küfre, cinselliğe, belden aşağı esprilere dayalı bir mizah anlayışının hâkimiyeti. Geçmişteki filmlerde bu farklı mıydı?

Türk sinemasının ilk komedi karakteri karşımıza 1921’de çıkar: Şadi Fikret Karagözoğlu’nun ‘Bican Efendi’ tiplemesi. Fakat güldürü sinemasının şekillendiği yıllar 1960-70’ler. 1960’larda Feridun Karakaya ‘Cilalı İbo’ tiplemesiyle dikkat çeker. Vahi Öz, ‘Kart Horoz’ ile çevresindekilere adı üzerinde horozlanır. Derken ‘temem bilakis’, ‘abudik gubudik’, ‘Adanalı Celal’ replikleriyle Adanalı Tayfur sahnelerde yerini alır. Öztürk Serengil’in, bu tiplemesiyle argo ve küfrü filmlere taşımada katkısı dikkat çekmekte. Sadri Alışık’ın ‘Turist Ömer’i gibi o dönemde tek bir tip üzerinde şekillenen komedi filmlerinde daha çok lümpen karakterler göze çarpar.

70’li yıllara Ertem Eğilmez, ‘Hababam Sınıfı’ serileriyle imzasını atar. İnek Şaban tiplemesi bu sınıfa sığmaz ve birçok filmin ana malzemesine dönüşür. Dönemin sorunlarına, o şaşkın ifadesi ve ezberimizdeki repliklerinin ardından değinir. 60’lı yıllarda başlayan bol argolu, küfürlü, lümpen komedilerin 70’lerde salon güldürülerine dönüştüğüne değinmekte mizahçı Cihan Demirci. 80’lerde komedi filmlerinde toplumsal eleştiri, sosyal konular ön plana çıkar. Bu yıllarda yıldız sanatçılar arasında İlyas Salman, Müjdat Gezen, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Ayşen Gruda gibi isimler vardır. 90’lı yılların özellikle güldürü filmleri adına en büyük kazanımı ise Yavuz Turgul’dur.

2000’lerde artık yeni bir kuşağın filmleri perdede arz-ı endam eder. Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar… Özellikle 2000’lerin başında komedi filmlerinin değişmez siması, eski kuşaktan miras, her dönem farklı bir şekle bürünen Mehmet Ali Erbil’i de unutmamak gerek.

SEYİRCİNİN MİZAH ANLAYIŞINDA GERİLEME VAR

Sinema tarihçisi Giovanni Scognamillo, “Geçmişte insanlar espriye gülüyordu, günümüzde belden aşağı şakalara... Eskiden de küfür vardı ama daha masumdu. Seyircinin mizah anlayışında gerileme var.” diyor. Hâlbuki Türkiye’de toplum, güçlü bir mizah geleneğine sahip. Osmanlı’da dalkavuklardan Keloğlan’a, Karagöz-Hacivat’a kadar giden bir mizah kültürü mevcuttu. Cumhuriyet döneminde mizah dergileri her zaman büyük ilgi gördü. Ne oldu da bu güçlü gelenek bayağı bir dile sıkışıp kaldı? “Gerçek mizah yazarları da eksik günümüzde, güldürü yapmak isteyenler artık kolaya kaçıyor. Halktan gelen malzeme de galiba eskisi kadar güçlü değil, yozlaşma var.” cevabı yine Scognamillo’ya ait.

Mizah çelişkiden doğar. Yönetilenin yönetenle, kadının erkekle, çocuğun yetişkinle, gecekondunun gökdelenle, insanın doğayla çelişkisinden beslenir hep. Mizah yapmak biraz da kafa tutmaktır. Lâkin önüne gelen her hedefe ve rastgele değil. Sinemamızda mizahın konumlanışındaki en büyük değişiklik de bu noktada. Artık çelişkilere göz dikilmiyor, fincancı katırlarını ürkütmek göze alınmıyor. Bu sadece sinema için mi geçerli? “Başbakan, karikatüristlere karşı açtığı davaları kazanamıyor ama sonuçta ‘kaybeden’ gene de hep mizah. Bugün mizah diye sunulan şeylerin esası, lise esprilerinden, kolej argosundan ve ‘geyikten’ öteye geçmiyor. Bence mizah, yalnızca sinemada değil, tiyatroda da, edebiyatta da, televizyonda da açık biçimde yenildi, yere serildi.” diyor Tunca Arslan.

Mizah, birbirlerini eleştiren benzerlerin malzemesi olduğunda anlamı da yok olmakta, hedefsiz kalmakta ya da daha da kötüsü, karşısına gelen her hedefe çarpmakta. İri cüssesiyle her önüne geleni deviren Recep İvedik bunun vücuda gelmiş hâli. Örneğin, yerli yersiz küfür kullanımı, küfrün asıl işlevi olan aşağılama etkisini yok etmekte, sadece işlevsiz bir komiklik etkisine dönüştürmekte. Bu kullanımın çocukların dünyasında ilgi uyandırması anlaşılabilir ama büyüklerde bir karşılığının olmasını açıklamak güç kültür sosyoloğu Prof. Dr. Orhan Tekelioğlu’na göre. Tüm bunlar yeni bir mizah anlayışının belirdiğinin de göstergesi. Bu yeni anlayışın en önemli farkı, dışsal ve hiyerarşik olarak üste konumlanan bir hedefe (örneğin hükûmet, patron, baba, hoca vb.) yönelmekten çok eşit konumlanan bir ‘benzerini’ mizahın hedefine yerleştirmek.

HADİ BENİ GÜLDÜR!

Son dönem vizyona giren komedi filmleriyle ilgili olumlu yaklaşımlar içinde olanlar da var. Bunlardan biri de yakından tanıdığımız mizahçı Hasan Kaçan. “Mizahla ilgili tüm filmleri canıgönülden destekliyorum.” diyor. Hatta içinde küfür bile varsa… Her gün parçalanmış insanlar, bombalanmış şehirler görüp kanıksamaktansa içinde birkaç küfür de olsa insanın yüzünü güldüren sinemayı önemli buluyor. Kaçan’a göre iki tane küfür içeren filmle kıyaslanmayacak ölçüde tahrip ediyor bu görüntüler bizi. İnsanların içini karartan, bayıltan filmler yerine komedi çekilmesini daha anlamlı görüyor.

Mizahı sadece muhaliftir ya da küfürsüzdür gibi belli tanımlara sıkıştırmak da Kaçan’a göre sakıncalı: “Mizah bin türlü şeydir.” İnsana yaşama arzusu, enerji vermesi, insanı güldürmesi, mutlu etmesi mizahın önemini belirginleştiriyor. Bu bir gerçek ama mizahın da sınırları, kuralları olmamalı mı? Gırgır dergisi döneminde Oğuz Aral iş arkadaşlarını karşısına alır ve manifestosunu açıklar: “Sakatlar, dinî inançlar ve cinsellikle ilgili mizah yapmamalıyız.” Bu konuları kaşımamaları için arkadaşlarını uyarır. O dönem Aral’ın bu paylaşımından nasiplenen Kaçan da mizahın kuralları, sınırları olması gerektiğine inananlardan. Kendi ölçülerini belirleyeli yıllar olmuş: Mizahçı, hiçbir görüşün, ideolojinin, siyasi oluşumun yanında yer almamalı. Haktan ve adaletten yana tavrını belirlemeli. Kişiye değil, insanlığa göre değişmez değerlerin savunucusu olmalı.

Kaçan’a göre, son dönemde çekilen komedi filmlerine haksızlık ediliyor. Eli kalem tutan bir Allah’ın kulunun olumlu şey yazmadığından serzenişte bulunuyor. “Mizahçının ille de bir derdi niye olsun? Hadi beni güldür. Dünyanın en zor işinden bahsediyoruz. Bir insanı kızdırmak, terletmek, ağlatmak çok kolay ama mutlu etmek, güldürmek en zorudur. Ben bunu yapabilene, toplumsal mesajın nedir diye sormam. Ama tabii şu var; güldürürken beni ben, toplumu toplum yapan özelliklerle oynamamalı. Zaten bunu yapan güldüremez.”

Bir insanı güldürebilmek gerçekten de çok kolay olmasa gerek. Fakat televizyondaki programlara ve sinemalara baktığımızda halkın gülmekte pek de zorlanmadığı dikkat çekiyor. Ekonomik buhranlar ve siyasi krizler, insanları, ciddi bir beklenti içine girmeden, gülmek ve rahatlamak istedikleri alanlara sevk ediyor. Özellikle bunalımlı dönemlerde izleyicinin mizah ve melodram tarzı duygu aktarımına müsait, gülecekleri ya da ağlayacakları filmlere yöneldiğini sosyologlar da ifade ediyor. Son dönemde Türk sinemasında bu iki eğilimin belirginleştiğine dikkat çekiyor kültürel çalışmalar uzmanı Ali Şimşek. Amerika’da da son kriz döneminde en çok komedi filmlerine ilginin arttığını biliyoruz.

TÜRKİYE’DEKİ EN BÜYÜK TEHDİT LÜMPENLEŞME

Mizahın temel aktörleri arasında her zaman küçük insan olagelmiş. ‘Küçük insan’ yani köylü, ayak takımı… ‘Büyük insan’ ise egemen, aristokrat… Nasreddin Hoca’dan Keloğlan’a, Turist Ömer’den Recep İvedik’e uzanan mizah anlayışında da hep küçük insanın acıları, hüzünleri mizahın ana malzemesi. Sosyal yapı değiştikçe küçük insan da hayatın içinde yeni bir konum ve biçim alıyor. Bundan tabii ki daha üst sınıflar da etkileniyor. Sosyolog Ali Bulaç, Türkiye’nin en önemli probleminin lümpenleşmek olduğu kanaatinde. Geçmişteki eğitimin fonksiyonunu, günümüzde medyanın alması en önemli tetikleyici. Toplum bir yanıyla çözülmekte, diğer taraftan lümpenleşmekte. Bunun tezahürleri magazin, eğlence ve sinema âleminde de kendini belli etmekte.

Bulaç, bu durumu siyasi hareketlilikle açıklıyor: “CHP döneminde yozlaşmaya karşı gardını alıyordu siyaset. Muhafazakâr siyaset 5-6 yıldır iktidarda ve konumunu muhafaza etmek ve değişimi yönlendirmek üzerinden stratejisini belirlemekte. Muhafazakâr siyaset içinde postmodern algı vardır ve ne olsa gider. Toplumun geldiği nokta lümpenleşme, bayağılaşmadır. Bundan en çok etkilenenler de varoşlarda yaşayanlar ve muhafazakâr aileler.”

Bulaç’ın altını çizdiği önemli bir nokta varoşlardakiyle sınırlı kalmayıp kültürel lümpenleşmenin de yaygınlaşması. Tahsil görmüş olmak, bu etkiye maruz kalınmadığı anlamına gelmiyor. Siyasetin kullanılan dilde, hayatın şekillenişindeki belirleyiciliği aşikâr. Zira başbakanın ‘ananı da al git’ türü demeçlerinde de bu çözülmenin izleri görünmekte. Lümpenleşmenin yaygınlaşmasında mizahın meşrulaştırıcı yönünün de etkisi büyük.

Ezcümle insanlar akın akın Recep İvedik’e gitmekte ve aslında kendilerine gülmekte. Ona hem kendilerine ait özellikleri taşıyan bir karakter hem de sevmedikleri sıfatları içinde barındıran ‘öteki’ mesafesinde baktıkları için belki de bu kadar izleyiciyi çekiyor film. İvedik’in hiçbir otoriteyi, kuralı tanımaması izleyiciyi rahatlatıyor, mutlu ediyor. Recep İvedik’in bundan sonraki istikameti nasıl olur bilinmez.

Ali Şimşek’e göre İvedik tehlikeli bir karakter. Zira nereye evrilir, bir sonraki adımı ne olur kestirmek zor. Şimşek, İvedik’in Kurtlar Vadisi ile mesafesinin uzak olmadığına değiniyor. Faşizan bir yöne de savrulabilir, sosyalist de olabilir…

Tüm bu tartışmalar süredursun; Recep İvedik, iri cüssesiyle önüne geleni yıkarak ilerlemeye devam ediyor, bir yandan da halkı en mahrem konularda tabiri caizse gıdıklıyor. Geçtiği sokaklardaki gibi muhakkak salonlarda da izini bırakıyor. Serinin devamını da çekmeyi planlıyor Şahan Gökbakar. Recep İvedik’in istikametini görebilmek için biraz da ona söz verelim:

KOMŞUSUNUN SEPETİNİ ÇEKEN ADAM

–Recep İvedik nasıl ortaya çıktı?

İşler bu kadar büyüdükten sonra, karaktere şu metinleri, felsefeyi yükledik diyebilirdim sana ama Recep İvedik’in çıkışında aklımızdan en ufak bir toplumsal ayna olma fikri geçmedi. İnternette okuduğumuz, üst komşusunu sepetinden çekip aşağı düşüren birinin haberi üzerine, adını koymadan bir skeç çekmeye başladık. Ben bu adam nasıl olur diye hayal ederek kaşlar çizdim, kirli sakal yaptım ve bu tip çıktı ortaya. İnsanlar bu adama çok sevgi besledi. ‘Kim beş yüz bin istemez ki?’ diye bir skece de yarışmacı olarak katıldı aynı tipleme, orada ‘Adınız ne?’ sorusu sorulunca aklıma gelen ilk ismi, Recep İvedik’i söyledim ve adı da böyle kondu. Tamamen eğlence amaçlı çektiğimiz bir skeçti, toplumsal bir analiz yapalım diye bir derdimiz yoktu.

–Toplum neden bu kadar çok rağbet gösterdi İvedik’e sizce?

Birincisi, çok komik. İkincisi, herkesin bilinçaltındakini yapıyor bu adam. El şakaları, argonun toplumda bir karşılığı var. Toplumumuzun yaptığı detay hareketleri yapıyor hep, o yüzden çok sevdiler. Toplumsal tabuları tanımıyor, genel müdürle de çaycıyla da aynı şekilde konuşuyor. Clinton geldiğinde burnunu sıkmıştı ya bir bebek. Aynı onun gibi tavrı. Bunu koca bir adamın yapması gibi. Bu filmde de var böyle sahneler. İş dünyasına giriyor, kriz var. Çocukları çok çekmesinin sebebi de fiziksel özellikleri. Ayı gibi bir adam, çocukların oyuncaklarına benziyor; gülmesi, tipi…

–Filminiz çok eleştirildi. Bayağı bir karakter, seviyeyi düşürüyor, küfür çok diye. Eleştiriler üzerinden ikinci filmi çekerken yaklaşımınızda değişiklik oldu mu?

Yok. Hiçbir değişiklik yok, aynı karakter aynen devam ediyor.

–Recep İvedik otorite, kural tanımıyor. Peki, sizin belli kurallarınız var mı?

Ben filmin küfürlü olmadığını düşünenlerdenim. Küfür komiği yapılıyor diye nitelenebilecek bir karakter yok karşımızda. Filmdeki karakter argo konuşmak zorunda. Küfür değil de argo konuşan bir adamın başından geçen komik olaylar ve durum komedileri var. Bunun on misli küfür barındıran sanat filmlerine kimse ses çıkarmadı. Recep’inkiler galiz küfür değil, tabii ki buna özen gösteriyorum.

–Bunlar asla karakterde olmamalı, topluma zarar verir dediğiniz oluyor mu?

Bir filmin topluma zarar vereceğine inanmıyorum.

–Ama bir etki yapıyor.

Etki başka, zarar başka.

–Bu etki, zarar da olabilir.

İki saat gülerek ya da dramatik bir filmde ağlayarak kimseye zarar gelmez.

–Recep İvedik karakterleri artsa topluma zarar vermez mi?

Ben Recep İvedik gibi tiplerin topluma zarar verdiğini düşünmüyorum. Toplumda her yerde var zaten, yaşadıkları ortamlarda bulundum. Bu insanlar toplumun yürüyebilmesini sağlıyor bence.

–Küfürsüz komedi filmleri girdi vizyona, onlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Onlar da küfürlü. Küfürsüz diye bir sıfat olmamalı. Kalorisiz kola değil bu, bir film. Ha ağzınla küfretmişsin ha gösterdiğin olayla. Bence belirli bir dozda olmalı küfür. Ama küfrederek insanları güldürmeye çalışırsan orada bir problem var.

–Kullandığınız dili Cem Yılmaz gibi komedyenlerinkinden farklı görüyor musunuz?

Ben bıçakla ayrılacak derecede bir fark görmüyorum. O da doğal diyaloglar, durumlar, komediler yapıyor, ben de. Arif ile Recep İvedik tabii çok farklı. Biri daha düzenbaz, Kapalıçarşı esnafı. Biri de daha dangıl dungul ama dobra, dürüst, toplumsal değerleri olan muhafazakâr bir adam.

–Türk toplumu lümpenleşiyor ve bu sebeple Recep İvedik ilgi görüyor deniyor. Ne düşünüyorsunuz?

Bence toplum hiçbir şeye dönüşmüyor, biz zaten böyle insanlarız. Ben bu sokaklarda büyüdüm, hiçbir değişiklik görmüyorum. Bizim toplumumuz güzel. Sürekli devinim var ama insanların özünün değişmediğini düşünüyorum. Yaptığım işin bayağı ve ucuz, onu izleyenlerin de lümpen olduğuna inanmıyorum. Bunu düşünmek ruh hastalığı olur. Türkiye’nin en fazla gişe yapmış filmini izleyenlere bayağı, ucuz, lümpen diyemezsin. Aynı insanlar Çağan Irmak’ın da Cem Yılmaz’ın da filmine gidiyor. Sen de bir eleştirmen olarak yazılarını aynı insanlara sunuyorsun. Bu insanları senin dergini alırken entelektüel, benim filmime giderken aşağılık, bayağı diye nitelendiremezsin. Türkiye’de böyle ayrı enflasyonlar yok. Recep İvedik bayağı demek bir entelektüel gömlek giymek. Entelektüel olsa böyle eleştirmez, o zaman ne farkı kaldı? Recep İvedik’te beğenmediğine ‘bu ne salak’ diyor o da.

Ali Şimşek: ‘KÜÇÜK İNSAN’ YENİDEN DİREKSİYON BAŞINDA

Geçmişteki mizah filmleri ile yakın zamanda vizyona girenler arasında önemli farklar var. Bu 90 sonrası kültür ve 91’de yayın hayatına giren Leman mizah dergisinin stratejileri ile bağlantılı. Bunu kavramadan Recep İvedik kırılmasını anlayamayız. Recep İvedik ile Cem Yılmaz dili bitiyor, sinyalleri görüyoruz, onun için kamplaşma var mizahçılar arasında.

Küçük insan ile mizahın yakın ilişkisi var. Türk sinemasında küçük insanın yerini bulduğu aralık 70’li yıllar. 70 öncesi mizah biraz kentli, Akbaba, Dolmuş gibi dergilerde aydınlanmış, laik orta sınıfın ürettiği espriler var. Gırgır, ilk defa mizah dergisine mahallenin insanını taşıyor. Sıradan insan, bakan konumuna geliyor. Bu büyük devrim ve mahalleden karikatürcüler çıkarıyor. Leman’ı üretenler oradan yetişiyor.

90’lar dünyanın en parlak yılları. Neşeli bir dönem; sosyalizm tehdidi yok, iyi paralar kazanılıyor, kent değişiyor… En önemlisi bütün dünyada ‘yeni orta sınıf’ diye bir kesimin ortaya çıkması. Yeni orta sınıf, üniversite mezunu; finans, medya gibi alanlarda istihdam edilen bir kesim. Etli bir yapı değil, ara sınıfsal bir form, her an değişebilir. Mesela işsiz kaldığında… Bu yıllardaki kırılmayı Leman’da görüyoruz. Reklamcılıktan gündelik dile, sinemaya her şeyi belirler bu dil. Cem Yılmaz’ı çıkarır ortaya. Leman’da karikatür çizen bir çocuk iken bu mizah anlayışının ete kemiğe bürünmüş, Porche hâlidir Yılmaz. Melodramlarla dalga geçilen, nayır, nolamazlar ile alay edilen yıllar. Eğitimli bir kesim alt sınıfları, küçük esnaflığı didikliyor. Ondan farklılaşma özlemini ifade ediyor. Çizgili pijama, ince belli çay bardağı, danteller, örme kazaklarla dalga geçilen koca bir dönem.

Doksan öncesi ‘bakan’ olan küçük insan doksan sonrası ‘bakılan’ olmaya başlar. Aktör, özne iken nesneleşir. Gırgır’da mahalleli aktördü, Leman’da mahalleli bakılan, didiklenen, gülünendir. Bu kırılmada dil, mizahtan ironiye kayar. Mizah daha bedensel, dış sesli bir dildir. Bu süreçte yeni orta sınıfın gözünden kendine gülmeyi öğrenir küçük insan. Bu dili sever, kendine inançsızlığı, biz adam olmayız fikri perçinlenir.

Artık bu değişiyor, Recep İvedik bunun işareti. Yeni orta sınıf 2001’de darbe aldı, düşüşte. İroni dili temizlenecek zamanla, bunun uçlarını gördük. İroniye dönük eleştirellik artıyor. İroninin yerine daha bedensel mizah geliyor, Recep İvedik’te bu dili görüyoruz. İroni zekâ gerektirir, İvedik bedensel mizahı kullanır. Cem Yılmaz’ın, bir tişörtü, yeni orta sınıfın sevdiği dazlak kafası ve koltuğu vardı. Recep İvedik ‘stand up’ yapsa oraya çekyat koyardı.

İroni, sinizm, inançsızlık bir manada postmodernizmin sanatta, orada burada temel stratejisi. Artık bu değişti. Recep İvedik ile bunu yakaladık. Leman stratejileri, hâl durum, küçük esnaflık var İvedik’te ama beraberinde büyük bir pişkinlik ve cüret de var. Küçük insan yeniden bakmaya başlıyor. Problemleri, küfürleriyle birlikte… O yüzden orta sınıflar ve yeni orta sınıflar sevmedi bu karakteri. Onlar, Cem Yılmaz’ın sinik, acıtan dilinden lezzet duyuyordu.

Recep İvedik kaba saba, seçkinlerin dünyasına dâhil değil, atleti, terliği var, teklifsiz ama aynı zamanda dürüst, iyi bir kahraman. Recep İvedik 2’nin daha sert ve oturmuş bir dili var. Orta sınıftan ve seçkinlerden rövanş alıyor: İvedik iş arıyor, kariyer koçluğu yapıyor, iş adamları toplantısını dağıtıyor, yeni orta sınıf partisini Sincan havasıyla dolduruyor. Bu filmin başarısını artıracak çünkü yeni orta sınıf hayal kırıklığını okuyacak, kendinden alınan rövanştan keyiflenecek ve filme gidecek.

Genel kırılma bu yönde. Ama özellikle bu sene vizyona giren filmlerde eski anlayışın melezlenerek zirve yaptığını görüyoruz. Şu an vizyondaki filmler hep Leman kökenli; Destere’nin ekibi, Cem Yılmaz, Gani Müjde Leman’dan. Muro’nun da stratejisi aynı. Hepsi aynı dili kullanıyor ama bu bitişin de işareti. Özetle, küçük insan yeniden direksiyon başına geçiyor.

Bu haber toplam 6355 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.