Jung İle Freudun Ayrıldığı Noktalar
Freuda göre libido cinsel kaynaklı bir enerjidir. Temelde davranış ve kişilik oluşumunun en önemli kaynağıdır. Junga göre ise libido; ruhsal sistemin bir enerjisidir ancak cinsel ya da başka bir şekilde özelleşmemiştir. Ayrıca kişilik gelişiminde libidoyla beraber pek çok süreç etkilidir. Ruh durağan değil, sürekli hareket eden, dinamik ve kendini düzenleyebilen bir yapıdadır.
Freuda göre yaşam, ölüm araya girinceye kadar yinelenen içgüdüsel eylemlerden oluşmuştur. Buna göre insan pasiftir. Junga göre ise insan; kendini yenilemeye çalışan ve yaratıcı bir gelişim içinde bulunan varlıktır.
Jung, Freuddan farklı olarak kişilik gelişiminde ırk ve soya çekim faktörlerine de önem vermiştir. Diğer uzmanlarca arketiplere, terapide geçen sihir, efsane gibi mistik kavramlara kuşkuyla bakılmıştır.
Jung, şizofreni gibi psikoz durumlarının cinsel kökenli rahatsızlıklarla açıklanamayacağını savunur. Ancak histeri ve saplantılı nevrozun 'cinsel libidonun anormal yön değiştirmelerine işaret ettiği konusunda Freuda katılır.
Jung, Freudun cinselliği fazlaca abarttığını düşünür ve bu konuda onu eleştirir.
Freud ve Jung arasındaki en önemli fark bilinçaltının niteliğinden kaynaklanmaktadır. Freuda göre kişiliğin iki yönü vardır. Bilinçli olan yönü bilinç; bilinçli olmayan yönü ise bilinçaltıdır. Bilinçaltında cinsellik ve saldırganlık vardır.
Jung ise bilinçaltını; bireysel ve kollektif olarak ikiye ayırır. Bilinçaltında yüceltilmiş tüm kavramlar, unutulan, ihmal edilen her şey, deneyimler vardır. Bilinçte ortaya çıkan davranış ve yeni yaşam şekillerinin kaynağı bilinçaltıdır.
Edebiyat Konusunda Freud Ve Jung'un Yaklaşımlarının Kıyaslanması
Edebiyat ile psikodinamik ve psikiyatrik olarak en ciddi ilgilenen bilim adamı hiç kuşkusuz Freud'dur. Freud'un bilinçaltı ile buna bağlı olarak geliştirdiği cinsel baskılama ve dışavurum kuramları, ilk olarak bizzat Freud tarafından edebiyata uygulanmıştır. Freud'un, teorilerini geliştirirken, Antik Yunan Edebiyatı ve mitolojilerinden gereğinden fazla yararlandığı da bilinen bir gerçektir. Freud'un edebiyat sürecine hep dışarıdan baktığı, ürüne çok ilgi göstermekle birlikte, yaratım sürecini zihninde canlandıramadığı ve bu yüzden de edebiyata ve edebiyatçıya buz gibi bir bilim adamı soğukluğu ile yaklaşarak işin sırrına eremediği sıklıkla iddia edilmiştir. Oysa tarafsız bir inceleme gösterecektir ki, Freud edebiyat ve edebiyatçıya yaklaşırken olabildiğince alçakgönüllü davranmış ve eseri diğer psikanalistler gibi yargılamak yerine, analizlerini 'sanat eseri eleştirisi' sınırlarının dışına çıkmadan sunmaya olabildiğince özen göstermiştir. Birçok bilim adamı, sanatçıyı ve dolayısıyla da edebiyatçıyı psikopatolojik bir travma içerisinde görürken, Freud tam tersine, yaratıcılığın psikopatoloji ile değil, normal psikodinamik ile daha yakından ilgili olduğunu savunmuştur.
Edebiyatçı, yaratıcılık sürecinde bilinçdışının imge ve simgelerini kullanır; kullanmak zorundadır. Bu, bir yaratıcı ego gerilemesidir. Freud'un bu konudaki bir diğer önemli görüşü de, yazma eylemini oyun oynama eylemi ile eşitlemesidir. "Çocuk oyun oynarken ne yaparsa, yaratıcı yazar da aynı şeyi yazarken yapar." görüşünü öne sürerek, yazma eyleminin bir öğrenme ve eğlence kaynağı olduğu kadar bir deşarj kaynağı olarak da kullanıldığının altını çizer. Çocuk oyun oynayamayacak kadar büyüdüğünde fantezi kurmaya başlar. Öte yandan, sanatçılara çok daha yakın duran, kendisi de bir sanatçı olan Jung'ın, sanata ve sanatçıya bakışı daha yakın ve sıcaktır. Kolektif bilinçdışının taşıyıcıları olarak sanatçıyı, insanlık tarihinde üstün özelliklerle ayrı bir yere koyar ve onu Freud'un aksine yüceltir.
Jung, kişisel bilinçdışının kolektif bilinçdışının bir parçası olduğunu ve bu bilinçdışı alanının insansal ve hayvansal geçmişten 'arşetipler' içerdiğini öne sürer. Yaratıcı yazma yeteneği olan insanlarda, bu arşetiplerin bilinçdışı canlanışı gerçekleşir ve bu insanlar sanatsal yapıtlarını böylece ortaya koyarlar. Edebiyatçılar bu açıdan bakıldığında, insanlığın ortak bilinçdışı deneyim ve kültürel özelliklerini çağa ve yaşanılan güne taşıyan kişiler olarak evrensel bir işlev görmektedirler. Nevrozlar ya da başka psişik rahatsızlıklarda da arşetipsel belirtiler ortaya çıkabilmektedir; fakat sanatçılığı, başka bir deyişle yaratıcılığı, bir nevroz belirtisi olarak görmek mümkün değildir. Freud'un gözden kaçırdığı bu ayrımı Jung ortaya koymuştur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.