İsrail kötülük tohumları ekiyor

İsrail kötülük tohumları ekiyor
Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. MEHMET BEKAROĞLU son dönemlerde İsrail'in yaptığı katliamları ve modernist dünyanın bu katliamlara karşı suskun tavrını Star gazetesinde değerlendirdi.

Prof. Dr. MEHMET BEKAROĞLU /  Psikiyatri Uzmanı

[email protected] / Star Gazetesi


İsrail ve destekçileri, güçle insanları sindirmek, insanlığı çaresizliğe mahkûm ederek teslim almak istiyorlar. Öldürerek, soykırımlar yaparak, yağmalayarak imtiyazı ellerine geçirenler, daha fazla imtiyaz için tedavüle soktukları demokrasi, eşitlik, hak ve özgürlük kavramlarını geri çekiyorlar.

DÜNYANIN gözü önünde 365 kilometrekarelik bir alana hapsedilerek en doğal ihtiyaçlardan mahrum edilmiş, bu şekilde dirençleri kırılmaya çalışılmış 1.5 milyon Filistinlinin üzerine 22 gün boyunca bombalar yağdırıldı, 400’ü çocuk, 500’ü kadın ve yaşlı olmak üzere 1400’e yakın insan katledildi, yaralı sayısı ise 6 bine ulaştı. Gazze yerle bir edildi; okullar, camiler, hastaneler vuruldu, resmi binaların tamamı yıkıldı, altyapı diye bir şey bırakılmadı. Ekinler, zeytinlikler, narenciye ağaçları yakıldı, hayvanlar telef edildi; Gazze canlı yaşayamaz hale getirildi. Ateşkesten sonrası çekilen fotoğraflar atom bombası sonrası Hiroşima manzaralarını andırıyordu.

‘İsrail, ABD, AB ülkeleri ve bölgedeki Batı yanlısı rejimler, Hamas, Hizbullah, Suriye ve İran’ı niçin bu kadar tehlikeli buluyorlar?’ sorusu ile başlamak gerekir. Bu örgütler ve devletler için elbette çok şey söylenebilir, ama bir ortak özellikleri var ki bu özellik onları ‘sorun’ haline getiriyor. Bu örgütler ve devletler bölgeye ve bütün dünyaya dayatılan hegemonyaya karşı çıkıyorlar, bu hegemonyaya karşı direniyorlar. Örneğin; Hamas, işgalci İsrail devletini tanımıyor, Filistinlilerin işgal edilen topraklarını geri istiyor. Bakmayın, ısrarla İran, Suriye, Hamas ve Hizbullah’ın üzerinde durulmasına, dünyanın dört bir yanında egemenlerin ‘imtiyazlarına’ karşı çıkan herkes ‘düşman ve tehlikeli’dir. Bu örgüt ve devletler, ‘tehlikeli düşmanı’ müşahhaslaştırmak için işaret edilmektedir.

Olmert’e kim inandı ki!

Gazze katliamında hedefe konulan düşman Hamas olmuştur. Olmert’ın katliam ve yıkımdan sonra Gazze halkına hitaben söyledikleri anlamlıdır: ‘Savaşımız sizinle değildi. Ailelerinize ve masum insanlara acı verilmiştir. Zarar gören çocuklarınızın acısını yüreğimizde hissediyoruz. Sizin düşmanınız İsrail değil, Hamas’tır.’ Demek ki Hamas’ın (yani adaletsizliğe itiraz edenin) Gazzelilerin ve tüm dünyanın ‘düşmanı’ olduğunun gösterilebilmesi için bu katliamın ve yıkımın yapılması gerekiyordu.

Herkes biliyor ki Gazze halkından bir tek kişi bile Olmert’e inanmamıştır. Dahası, Hamas zarar görmüştür ama yok olmamıştır, tersine hem Gazzeliler hem de Araplar nezdinde moral olarak zafer kazanmıştır. İnsan olan herkes bu katliam karşısında İsrail ve ona destek verenlere lanet okumuştur, İsrail ve destekçilerine karşı büyüyen duygu sevgi değil nefret olmuştur.

Aynı şey ABD için de geçerli; Afganistan ve Irak işgalinden sonra dünyada ABD nefreti katlanarak artmıştır. Irak’ta yapılanlara bakın. Beş yılda 1.5 milyon insan öldürüldü; bir ülke baştan sona yıkıldı. Bir ülke ve millet geçmişi ve geleceği ile ortadan kaldırılmak istendi. Afganistan’da daha beteri yapıldı, yapılmaya devam ediliyor. İlginçtir, bütün bunlar hiç saklanmadı, aksine neredeyse naklen yayınlarla bütün insanların evlerinin içine taşındı. Ebu Garip cezaevi ve Guantanamo kampında yapılan aşağılayıcı işkencelerin görüntüleri çekildi ve dünyaya servis edildi.

Tanrı bunu emretmedi

Bütün bunları yaparak demokrasinin inşa edilemeyeceğini herkes biliyor. Peki dünyanın uzmanlarını toplayan, bunca sosyolog, psikolog, antropolog, siyaset bilimciyi istihdam eden, binlerce üniversite ve araştırma merkezlerine sahip olan ABD (ve İsrail) herkesin gördüğünü bilmez mi? Elbette bunları ve bunların ötesini de biliyorlar. Zaten bunları ve bunların ötesini bildikleri için böyle davranıyorlar.

Bazıları bu olup bitenleri İsrail’in ırkçı yöneticileri ve ABD’nin sabık başkanı evanjelist (Siyonist Hıristiyan) George Bush’un ideolojilerine bağlıyor. Irkçı İsrailliler kendilerini ‘seçilmiş millet’, bu coğrafyayı da ‘vaat edilmiş topraklar’ olarak görüyor ve insanları Tanrı’nın emrinin gereği olarak öldürdüklerine inanıyorlar. Bush’un mezhebi olan Evanjelizme göre; Tanrı’nın Evanjelik Protestan Hıristiyanlar için olan uhrevi ve Yahudiler için de dünyevi olmak üzere iki planı vardır. Öteki dinlere mensup insanlar ise Tanrı için önem taşımazlar. Tanrı’nın Yahudilerle ilgili planı gereği Yahudiler, vaat edilmiş toprakları alacak ve dünyaya egemen olacaklar. Evanjelikler ise bu plana destek olacaklar ve kendileri için kurtuluş ahirette gerçekleşecektir.

Belki de bu vahşi katliamları yapanların iç dünyalarında böylesine bir meşrulaştırma mekanizması işlemektedir. Ama buradan hareketle bütün bunları ‘dinler ve medeniyetler savaşı’ olarak göremeyiz. Hayır, bu savaş din savaşı değildir, medeniyetler savaşı da. Müslümanları öldüren de Yahudiler ve Hıristiyanlar değildir. Söz konusu olan, ‘güç uygarlığı’nın, dünya egemenlerinin bütün dinlere, insanlığa açmış olduğu bir savaştır. ‘Güç uygarlığı’, bütün insanlığa savaş açmıştır, çünkü kurmuş olduğu haksız ve adaletsiz hegemonyayı başka türlü sürdürmesi mümkün değildir.

Burada bir ‘uygarlık sorunu’ ile karşı karşıyayız. Evet, böylesine şok edici katliamlar ve dünyanın yine şok edici suskunluğu bizleri sarsıyor, ama dünyaya egemen olan modern güç uygarlığı ve onun kibirli egemenleri zaten her an insanlığı ve insanlık değerlerini kemirmiyor mu? Bir tarafta yılda ortalama 50 bin dolarla zevk sefa sürenler diğer tarafta günde 1 dolar bulup en doğal ihtiyaçlarını karşılayamayan milyarların bulunduğu bir dünyada yaşamıyor muyuz? Yıllardır soykırıma varan devlet politikaları ile beslenen bir şiddet ve saldırganlık dalgası dünyamızı kuşatmış değil mi? Kapitalizm, gelişmiş batı/kuzey ülkelerinde tarihin hiç döneminde görülmemiş bir güç temerküzü doğurmuş değil mi, rakipsiz askeri-ekonomik-teknik güç ve ağırlıkları ile ABD ve AB ülkeleri kendi kuvvet hukuklarını dünyaya dayatmıyorlar mı?

Bu bir uygarlık sorunu

Peki bu durum sürdürülebilir mi? Bir taraftan size uygarlık; demokrasi, insan hakları, özgürlük getiriyoruz diyeceksiniz diğer taraftan da yakacak, yıkacak, yağmalayacak, öldüreceksiniz. Bu büyük bir çelişki değil mi? Ne yapıyor dünya egemenleri, bu durumu nasıl izah etmek gerekir? Sovyetlerin dağılması ve reel sosyalizm tarih sahnesinden çekilmesi ile birlikte dünyada iyimserlik rüzgárları esmeye başlamıştı. Dünyanın dört bir yanında insanlar kendi kendini yönetme, eşitlik, hak ve özgürlük ve refah hayallerine kapılmıştı, herkes sadece Batı standardında bir demokrasi değil aynı zamanda Batı’daki gibi 50 bin dolarlık bir yaşam standardının peşinde koşuyordu. Bütün dünyayı tüketici/müşteri yapacak olan bu durum ilk planda çok uluslu şirketler ve dünya sermayesi için olumlu bir gelişme gibi görünüyordu ama kısa zamanda anlaşıldı ki bu sürdürülebilir bir gidiş değildi. Dünyanın geri kalanında yaşayan insanların aldığı her pay kuzey/batı ülkelerinde yaşayan tuzu kurulardan eksiltiyordu ve bu onlar için kabul edilebilir bir şey değildi. O halde eski düzene dönülmeliydi. İnsanların bu hayallerden vazgeçmesi, hadlerini bilmeleri, yerlerinin farkında olmaları öğretilmeliydi. Bunun için çok eskiden beri bilinen güç kullanarak boyun eğdirme yöntemi tekrar kullanılmaya başlandı.

Bu acımasız kıyımların altında bu var; insanlara çaresiz oldukları tekrar tekrar öğretiliyor. Deniliyor ki, herkes haddini bilsin, payına düşene razı olsun. Fazlasını isteme, itiraz etme, haddini aşmanın maliyetini görsün. Nefes alıp vermeye, bir lokma ile yetinmeye razı olsun. Köle köleliğini bilsin. Herkes şaşıyor, ‘Bu nasıl olur’ diye. Güç uygarlığı hegemonyasını sürdürmek için tabiatının gereğini yapıyor oysa: Güçle insanları sindirmek, çaresizliğe mahkûm ederek insanlığı teslim almak. Kapitalist uygarlık zaten böyle kurulmuştu. Öldürerek, soykırımları yaparak, yağmalayarak imtiyazı ellerine geçirenler, daha fazla imtiyaz için tedavüle soktukları demokrasi, eşitlik, hak ve özgürlük kavramlarını geri çekiyorlar.

Boyun eğmeyen halk

Başa dönüldü. ‘Amerikan rüyası’nı gerçekleştirenler, yani bugün Gazze’de, Irak’ta, Afganistan’da vahşi hayvanları avlar gibi insanları katledenlerin ataları, Amerikan yerlilerini, Afrika’daki kara derilileri aynı şekilde avlamışlardı, bu güç uygarlığı soykırımların üzerinde yükselmişti. Yapacak başka bir şeyleri yok; güç kullanmadan bunca adaletsizliğin sürdürülmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Her şeyi bir tarafa bırakalım, sadece Filistin’e bakalım. Eğer barış, demokrasi, eşitlik, hak, adaletle bu sorun çözülecekse, Filistin toprakları asıl sahiplerine verilmek zorunda.

Çünkü 20. yüzyılın ilk yarısında dünyanın değişik yerlerinden Yahudiler Filistin’e gelerek Araplara ‘2 bin yıl önce atalarımız burada oturuyordu, şimdi bu toprakları geri istiyoruz’ dediler. Filistinliler buna karşı çıkınca da güç kullanarak onları bu topraklardan sürdüler. 1948’den bu yana da arkalarına Batı dünyasını alıyor ve güç kullanarak bu toprakları işgal altında tutuyorlar. İsrail’in bu imtiyazı elinde tutması için güç kullanmaktan, katliamlar yapmaktan başka çaresi yoktur. Sürdürülmek istenen haksızlıktır, adaletsizliktir. Haksızlık yapanlar sevilmeyeceklerini bilir. Onlar buna değil, insanların çaresiz olduklarına inanmalarına bakarlar. Gazze halkı gibi boyun eğmeyip direnenler katliamlara tabi tutuluyor, Şeyh Ahmet Yasinler, Rantisiler kanlı pusularda katlediliyor, bunları suskun seyredenler de çürüyor, köleleşiyor. İşte güç uygarlığı insanlık değerleri çürüsün, insanlar köleleşsin diye işliyor bunca cinayeti.

Bu haber toplam 4390 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.