Hipnoz Yöntemi İle Davranış Yönlendirme!
“İnsanları hipnotize ederek davranışlarını yönlendirmek ne kadar mümkün?” sorusunun cevabını bulmak için bir deneye katıldım.
Londra Psikiyatri Enstitüsü’nden Psikolog Eamonn Walsh bazı ruhsal hastalıkları araştırmak için hipnoz tekniğini kullanıyor. Sağlam denekleri hipnoz yoluyla gerçeklikten koparıp normal dışı davranışlar sergileyen bir hasta olduğu konusunda ikna ederek bu hastalıkların nedenlerini ve tedavi yöntemlerini bulmaya çalışıyor.
Kendimi onun kontrolüne bırakmadan önce “hipnotize edilebilirlik” oranımı ölçtüler. Beni rahatlatıp düşünce ve davranışlarıma yön vermeye çalıştılar. Önce bir sinek vızıltısı duyacağım söylendi; sonra bir balonun kolumu yavaşça yukarı kaldıracağı. Kolumun hafiflediğini ve yukarı doğru kalktığını hissettim. Sinek vızıltısı ise yorgunluktan uykuya dalarken kafanızdan geçen görüntüler ve duyduğunuz konuşmalar gibi bir histi; gerçek olmadıklarını bildiğiniz halde görmeye ve duymaya devam ediyordunuz. Tepkilerimi değerlendirerek bana 12 üzerinden 10 puan verildi. Yani hipnotize edilebilirlik bakımından en üst yüzde 10’luk dilimde yer alıyordum.
Hipnoz sırasında insanların kendi öznel anlatımlarına dayandığınız için bu sıradaki davranışlarının ne kadar gerçek olup olmadığı, insanların rol yapıyor olma riski konusunda tartışmalar hep olmuştur.
Bende ise numara yapıyormuşum gibi bir his olmamıştı. Fakat Walsh’a deneklerin bu şekilde davranma olasılığını sorduğumda kabul etti ve bu tür şüphelerin araştırma üzerine gölge düşürdüğünü söyledi.
Fakat bunları beyin taraması ile tespit etmek mümkün. Örneğin hipnotize eden kişi deneğe siyah beyaz bir fotoğrafı renkli görmesini söylediğinde, beyinde renk algısıyla ilgili bölgelerin gerçek bir olaya bakıyormuş gibi harekete geçtiği görülür. Aynı kişiden öyle yapıyormuş gibi davranması ya da hissetmesi istendiğinde ise aynı hareket gözlenmez. Bu sonuçlar birçok kişinin şüphesini gidermiştir.
Nasıl hipnotize olunur?
Araştırmacılar hipnoza neyin yol açtığını daha iyi anlar duruma geldiler. Hipnotize sırasında beynin ön (frontal) loblarının daha az aktif bir hal aldığı sanılıyor. Bu bölgeler insanın kendi istek, ihtiyaç ve güdülerine dair farkındalık durumu yaratır. Bu işlev devreden çıktığında nedenini anlamadan bazı şeyler yapmaya ve hissetmeye başlarsınız. Alkolün frontal lobun aktifliğini azalttığı, bu nedenle alkol alan kişilerin hipnotize edilebilirlik testinde daha yüksek puan kaydettiği biliniyor.
Bazıları zorluk çekerken bazılarının neden bu duruma kolay geldiği sorusunda ise kalıtımın etkili olduğuna dair veriler var. Bu konuda kaydedilen derecenin ömür boyu aynı kaldığına ve IQ skoru gibi beynin temel özelliklerinden biri olduğuna inanılıyor.
Hipnozla ilgili araştırmaların bir kısmı ise bu yöntemin ağrı kesici ilaçlar yerine kullanılması konusunda yoğunlaşıyor. Ayrıca hipnozla stresin ve kanser hastalarının kemoterapi sonucu yorgunluklarının azaltılması, hassas bağırsak sendromu hastalarının tedavisi ve hatta öğrencilerin yeni beceri öğrenmesini kolaylaştırma üzerinde duruluyor.
2000’de ise araştırmalar farklı bir seyir almaya başladı. Hastaları iyileştirme yerine psikologlar sağlıklı insanlar üzerinde bazı ruhsal hastalıkların belirtilerini yaratmaya ve bu yolla bu hastalıkları daha iyi anlamaya çalışıyor.
İlk araştırmalardan biri, bilinen bir “histerik felç” vakasını sağlıklı bir insan üzerinde oluşturmayı amaçlamıştı. Bu hasta hiçbir fiziksel rahatsızlığı olmadığı halde bir bacağını oynatamıyordu. Araştırmacılar sağlam deneği hipnotize ederek benzer bir etki yaratmaya çalıştı. Bu sırada bu kişinin beyin taraması yapıldı. Tıp dergisi The Lancet’te yayımlanan sonuçlar bu kişinin beyninde “histerik felç” hastasınınki ile aynı türden aktivite gösteriyordu.
Kuruntular
O günden bu yana psikologlar erotomani (sevilme kuruntusu) ve Capgras sendromu (sevdiklerinizin yerine kötü ikizlerinin geçtiği kuruntusu), aynada kendini tanımama gibi farkı türden kuruntular üzerinde duruyor.
Hipnoz yoluyla benzer kuruntuların sağlam insanlarda da oluşturulabileceği yapılan deneylerde görüldü. Hipnoz sona erdiğinde bu belirtiler de ortadan kalkıyordu.
Böylece, ciddi ruhsal hastalıkları olan hastalar üzerinde denenmeden önce bazı tedavi yöntemleri bu şekilde bilinçli yaratılan kuruntulu hastalar üzerinde uygulanarak işe yarayıp yaramadığı görülebilir.
Fakat bazı uzmanlar “histerik felç” gibi vakalarda işe yarayabilecek bu yaklaşımın, şizofreni gibi ciddi ruhsal hastalıkların karmaşık ve korkunç psikozlarını sanal hastalar üzerinde yaratmada başarılı olamayacağı kanısında.
Walsh da zaten bu hastalıkların her yönüyle hipnoza uygulanamayacağını kabul ediyor; bu hastalıklara bakışta hipnozu farklı ve tamamlayıcı bir açı olarak görüyor.
Walsh hipnozla beni kontrol altına almadan önce, hareketlerini başkalarının kontrol ettiğine inanan bazı hastaların tecrübelerini paylaşıyor. Bunu anlamama yardımcı olmak için 16. yüzyıl ressamı Caravaggio’nun iki ünlü resmini gösteriyor. Bu resimlerde bir melek Aziz Matthew’a bir şeyler yazdırırken ve tanrının sözlerini fısıldarken görülüyor.
Walsh bu resimlerin bedenlerinin ele geçirildiğini düşünen hastaların halini iyi anlattığı kanısında. Bu hastalar ya başka bir varlığın kendi hareketlerini kontrol ettiğine ya da başka birinin düşüncelerini kendi kafalarına soktuklarına inanıyor. Bu düşüncelere şizofreni ve psikotik depresyon gibi ruhsal hastalıklar ya da Şamanizm gibi başka ruhları yönlendirme inancı taşıyan kültürler yol açıyor olabilir.
Hipnoz sırasındaki düşünceler
Walsh hipnoz sırasında benim de bu tür şeyler hissedeceğimi belirtti. Beni bir beyin tarayıcısı içine yerleştirip 20’den geriye doğru sayarak hipnoz durumuna soktu.
Elime bir kalem kağıt verildiğinde görevim, teknisyenin bana söyleyeceği kelime ile üç farklı senaryoya uygun cümleler kurmaktı. Senaryolar ise şöyleydi:1) teknisyen kulağıma kelimeleri fısıldayarak onları doğrudan beynime yazacak, 2) bu kişi elimin hareketini yönlendirecek, 3) bu kişi hem elimi hem de düşüncemi tamamen kontrol edecek.
Birinci senaryonun pek bir etkisi olmadı. Biraz bekledim ve sanki kelimeler birdenbire döküldü; ama benim normalde de dağınık olan düşüncelerimden çok farklı gelmedi.
Fakat Walsh hareketlerimin kontrolünü teknisyenin aldığını söylediğinde değişim çok daha belirgindi. Ellerim titreyerek mekanik bir şekilde yazıyor ve sanki parmaklarım kendi başlarına dans ediyordu. Aynı zamanda teknisyeni beyaz saçlarını arkadan bağlamış pis pis gülen kambur bir adam olarak hayal ediyor ve yanıp söner halde görüntülerini görüyordum.
Walsh teknisyenin hem hareketlerimi hem de düşüncemi kontrol ettiğini söylediği anda ise onun üzerimdeki etkisini çok daha bariz hissetmeye başlamıştım. Yazım hızlanmış ve kendimi sanki yukarıdan izliyormuşum hissi belirmişti. Ara ara teknisyenin düşünce kontrol makinesini yönetme halini işitiyordum sanki. Walsh 20’ye kadar sayıp kendime geldiğimde bu hissin tuhaflığı daha da belirginleşmişti. Ateş içinde bir rüyadan uyandıktan sonraki rahatlama hissi gelmişti sanki.
Walsh’a izlenimlerimi anlattığımda bunların diğer deneklerinkiyle benzer olduğunu söyledi. Biri bu durumu “sanki elim demirden yapılmış gibiydi” şeklinde ifade etmişti. Birçoğu benim gibi teknisyeni görsel olarak gözünde canlandırmış olsa da bazıları da onu daha belirsiz gördüğünü, hatta “sanki görülebilecek bir şey değil de varlığı hissedilen bir şey” olduğunu söylemişti.
Yeni ufuklar
Bugüne kadar yapılan araştırmalar beynin farklı bölgelerindeki bazı ağların bu kuruntuların ardında yattığına işaret ediyor. Bir insan, elinin bir başka varlık tarafından kontrol edildiğine inanıyorsa o kişinin hareketlerini kontrol eden motor bölgeleri ile başkalarının eylem ve güdülerini anlamamıza yardımcı olan bölgeler arasında anormal derecede fazla bağlantılar kurulduğu görülecektir. Tersine teknisyenin yazı sırasında doğrudan düşünce yerleştirdiği söylendiğinde beynin dil bölgelerinde daha az aktivite görülmüştür – belki de kelimelerin oluşturulmasının daha az farkında oldukları için.
Bazı senaryolar uygulandığında ise ‘hata tespiti’ ile ilgili alanlarda bir aktivite artışı görülmüştür. Günlük yaşantımızda bu bölgeler hareketlerimizi ve bunların nasıl gerçekleştirildiğini izler; herhangi bir sorun olduğunda (takılıp düşme gibi) ateşleme yoluyla bunu belli eder. Artan aktiflik durumu, deneklere hareketlerinin kendi kontrollerinden çıktığı hissi verebilir.
Yapılacak araştırmalarda, gerçek hastalar ile hipnozla o konuma sokulan sanal hastaların aynı beyin bölgelerinin aktif hale geldiği görülürse yeni tedavi olanakları üzerinde durulabilir. Örneğin o bölgelerdeki aktiviteyi değiştiren özel ilaçlar bulunabilir ya da beyindeki kısa devreleri düzeltmek için uyarılma yoluna başvurulabilir. Öyle ki hastaların kendi beyinsel aktivitelerini ekran üzerinde görüp düzeltmelerine olanak veren teknolojilerin yakında kullanıma girmesi bile mümkün. Bunun endişe ve dikkat eksikliği vakalarında uygulanması yakın olduğu gibi, gelecekte kuruntular için de kullanılması söz konusu olabilir.
Ruhsal hastalıkların yanı sıra bazı genel olgulara da bu yolla ışık tutulabilir. 17. yüzyılda ABD’de Salem cadı mahkemeleri sırasında görüldüğü gibi kitlesel dini histerilere kapılma olgusunu anlamada yardımcı olabilir. Ayrıca bir fikrin aklımıza düşüp davranışlarımızı nasıl yönlendirdiğini de bu yolla anlayabiliriz.
Bu makalenin İngilizce aslını BBC Future’da okuyabilirsiniz.
Kaynak:BBC Türkçe
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.