Çocuk İşçiliği Ekranlarda Meşrulaştırıldı
İçkinin, sigaranın, erotizmin çocukların sağlığı düşünülerek sansürlendiği ekranlarda, 16 yaş altı çocukların ruh sağlıkları fantezi ve pembe bir müzik, şöhret dünyası sunularak, meşrulaştırılarak bozuluyor, köşe bucak tahrip ediliyor.
Makyajla, allı kıyafetler, ağdalı acılı şarkılar yada bazen seksüel arzuların tavan yaptığı ritmik dans figürleri ile dünya zamanı yaşı büyütülmeye çalışılan, küçük şarkıcı adaylarının bedenleri son zamanlarda sayısı ve niteliği artan “yetenek” yarışmalarında, ekran karşında sıkça sergilenmeye başlandı. Birbirleriyle amansızca fırsatçı kapitalist market kuralları hafifliğinde rekabet ettirilen bu küçücük bedenler, reyting kuyularından çıkarılan paralar uğruna kanallar tarafından hepimizin gözleri önünde kirletiliyor, kanatılıyor, solduruluyor ve kullanılıyorlar.
Aslında kapitalist kültür ekranlarında fetiş haline getirilen paranın, şanın, şöhretin ruhlarımızın üstündeki duyarsız yansımalarını, Orhan Tekellioğlu yazılarında sosyolojik bir bakış açısıyla dile getirmişti. Bense işin daha çok hukuksal, ahlaki ve mahrem kısmına dikkat çekmek istiyorum.
“Evrensel Okullaşmanın” sanayi toplumundaki çalışma koşulları ile dengelendiği bir çağda yüzyılın başlarında ortaya çıkan çocuk hakları bilinci, 20 Kasım 1989 Cenevre Çocuk Hakları sözleşmesiyle 193 ülkenin imzaladığı evrensel bir yasal yapılanma altında “hukuksallaştı”. Türkiye Cumhuriyeti Anayası’nın 72. maddesi ve türevleri ışığında da “çocuk işçiliği” konusunda birçok çerçeve çizilmiştir ve çocuk “çalıştırmaya” birçok kısıtlama getirilmiştir. Yaş, saat, cinsiyet, toplumsal sınıf, “yapılabilecek” iş standartlarından tutun birçok ayrıntıya kadar belirli hukuksal düzenlemeler ve yasaklamalar getirilmiştir çocuk işçiliğine. Bu kadar hukuksal yazımın varlığına karşın bırakın reel ve pratik hayatta, bize fantezi dünyası diye bize yutturulan ekranlarımızda çocuk işçiliğini alenen meşrulaştırıyoruz. Anayasanın ilgili kanunları çatır çatır çiğneniyor ekranlarda. Son zamanlarda reytingleri kendine doğru çeken, dolayısı ile reklam gelirlerinden elde edilen sıcak parayı da beraberinde getiren “yetenek” ve “şans” yarışmalarında, genç bedenler Türkiye gibi müziğe aç bir toplumda, şarkı söyletilerek çalıştırılıyorlar. Bunun adını ister yarıştırma ister çalıştırma olarak adlandıralım, bu çocuklar ekranlarda saatler boyu kitleler karşında şarkı söyletilerek, post modern bir şekilde sömürülüyorlar. Nede olsa bu kızışmış yarışma ortamının, hele ki konu müzik ise ve işin içinde çocuk masumiyeti varsa, ekran başında sebatkar bir izleyici kitlesi var, dolayısıyla yüklü bir reklam getirisi de var. Bu yarışmaları sunan yada jüri üyesi konumunda olan ünlü müzik insanları da sırf işin içinde müziğin “büyüsü” ve “masumiyeti” var diye, bu çocukların “rızaları” alınmış aileleri (Orhan Tekelioğlu’nun bu çocukların ailelerine yönelik sosyolojik gözlemleri için bkz: “Yaş 15 ve Özallı Yıllar” Radikal 2: 25 10 2009) ile beraber bu yasa dışılığı, bu gözü dönmüş para ve reyting fetişizmini alkışlıyorlar.
Aslında müzik alanında çocuk şarkıcı modası 90’lı ve 80’li yıllardan miras popüler müzik alanına. 80’lerin sonunda popüler kültürün daha çok hakim ideolojiye sebahat eden tarafına düşen Küçük Emrah, Ceylan gibi bir şarkıyla köşeyi dönen, müziğin elemliliğine ve masumiyetine sığınan, çocuk şarkıcı portreleri o kadar uzaklarda değil. “Fırsatçılığın”, “şöhrete itibarın” göklere çıkardığı neo-liberal market prensiplerinin dalga dalga toplumu yıkadığı ve şekillendirdiği 1980 ve sonrası popüler müzik piyasasında, yine prodüksiyon şirketleri ve işletme sahipleri birer işçi gibi bu çocukları çalıştırdı. Müziğin masumiyet sahasında meşrulaştırılan bu fırsatçılık bu kazanma hırsı o günlerden miras sosyal haritamıza. Şimdi o çocuklar büyüdü, ruhlarındaki tahribatın kalıntıları ve yaşanamamış bir çocukluğun acısı yüzlerinde ve cümlelerinin alt yazılarında. Bu acının yüz ölçümünün ülke sınırları dışındaki en iyi örneği, Hollywood’un ağına düşen, erken yaştaki şöhretin fırtınasını uyuşturucu ve çizgi dışı bir duruş ile dengelemeye çalışan, aslında hep çocukluğunu arayan, Macaullay Culcin’dir. Jackson kardeşler ile altı yaşından beri babası tarafından para için zorla şarkı söylemeye mecbur edilen Michael Jackson trajedisi ise başka aşikar bir örnek. Ölmeden önce verdiği röportajlarda çocuk yaştan beri şarkı söylemek zorunda olmanın getirdiği travmanın defalarca altına çizen şarkıcı, çocukluğunu “Neverland” isimli, hiçbir zaman ve mekanda var olmayan bir ülkede aradı.
Şimdi aynı hataya tekrar kucak açılıyor hem de bu sefer aşikar bir şekilde ekranlarımızda. İçkinin, sigaranın, erotizmin çocukların sağlığı düşünülerek sansürlendiği ekranlarda, 16 yaş altı çocukların ruh sağlıkları fantezi ve pembe bir müzik, şöhret dünyası sunularak, meşrulaştırılarak bozuluyor, köşe bucak tahrip ediliyor.
Hem yarışmanın içindeki, sesleri bu dünyaya ait olmayan masum çocukların, hem de ekranları başında onları izleyip aynı “düşü” kurmaya sürüklenen akranlarının. Şarkı söylemenin uçsuz bir “keyfilik” içine sokulduğu, şarkı söylemekten çok, müziğin kolay yol ile getirdikleri -şöhretin getirdiği ve hepimizin sosyal kimliğinde kodlanan iktidar olgusunun yüceltilmesi- ve bir güce yakın durarak kolayca bu getirelerin elde edilebilme olasılığın bir ön kabullenişe ve fetişe dönüştüğü bu sosyal popüler kültür haritamızda, çocuk masumiyeti gözümüzün önünde, ekranlarımızda bozuluyor. Duyarlı, düşünceli, hamasi, her şeyi bilen ve her ahlaki boşluğu doldurmaya çalışan RTÜK kurumu ve yetkilileri de acaba bu devinime şahitlik ediyorlar mı bilinmez…
POYRAZ KOLLUOĞLU / Radikal
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.