ÇAĞDAŞ DÜNYADA KUTSAL VE DİNDIŞI
ÇAĞDAŞ DÜNYADA KUTSAL VE DİNDIŞI
Mircae ELIADE
Türkçesi
Mehmet Ali KILIÇBAY
Birçok kereler tekrar ettiğimiz üzere, dindar insan dünyada kendine özgü bir konumu üstlenmekte ve, tarihsel-dinsel biçimlerin önemli sayıda olmalarına rağmen, bu kendine özgü tarz her zaman tanınabilir nitelikte olmaktadır. İçine daldığı tarihsel bağlam ne olursa olsun, homo religiousus mutlak bir gerçeğin olduğuna, bu dünyayı aşan, fakat orada tezahür eden ve bu nedenden ötürü onu kutsallaştıran ve hakiki kılan kutsal'a her zaman inanmıştır. Hayatın kutsal bir kökene sahip olduğuna ve insan varoluşunun dinsel olduğu ölçüde, yani hakikate katıldığı ölçüde tüm bu olabilirlikleri güncelleştirdiğine inanmaktadır. Tanrılar insanı ve dünyayı yaratmışlar, medenileştirici kahramanlar Yaradılış'ı tamamlamışlar ve bütün bu tanrısal ve yarı-tanrısal eserlerin tarihi efsanelerde muhafaza edilmiştir. İnsan kutsal tarihi yeniden güncelleştirirken, tanrısal tavrı taklid ederken, tanrıların yanına, yani hakiki ve anlamlının içinde yerleşmekte ve burada tutunmaktadır.
Bu dünyada varolma tarzını dindışı bir insanın varoluşundan ayıran herşeyi görmek kolaydır. Herşeyden önce şu olgu vardır: dindışı insan aşkınlığı reddetmekte, "hakikat"in göreliliğini kabul etmekte ve hatta varoluşun anlamından şüphe duyduğu olmaktadır. Geçmişin büyük kültürleri de dindışı insanları tanımışlardır, hatta belgelerin ortaya henüz birşey koymamış olmalarına rağmen, kültürün daha geri aşamalarında böylesine insanların varolmuş olmaları olasılık dışı değildir. Fakat, dindışı insan yalnızca çağdaş Batı toplumlarında tam anlamıyla serpilebilmiştir. Çağdaş dindışı insan yeni bir varoluşsal konumu üstlenmektedir; kendini Tarihin öznesi ve ajanı olarak kabul etmekte ve aşkınlığa her türlü başvuruyu reddetmektedir. Başka bir anlatımla, çeşitli tarihsel konumlar içinde kendini açığa çıkarttığı haliyle insanlık durumunun dışında hiçbir insanlık modelini kabul etmemektedir. İnsan kendini kendi yapmaktadır ve kendini tam anlamıyla, ancak dünyayı ve kendini kutsallıktan arındırdığı ölçüde yapabilmektedir. Kutsal onun özgürlüğünün karşısındaki asıl engeldir. Ancak kökten bir şekilde demistifie olduğu zaman kendi olabilecektir. Ancak sonuncu tanrıyı öldürdüğünde gerçekten özgür olabilecektir.
Bu felsefi tavır alışı burada tartışmak bize düşmez. Ancak, farketmemiz gereken nokta, çağdaş dindışı insanın son tahlilde trajik bir varoluşu üstlendiği ve varoluşsal tercihinin yücelikten yoksun olmadığıdır. Fakat bu dindışı insan, homo religiosus'un soyundan gelmektedir, o da bu adamın eseridir, ataları tarafından üstlenilen konumlarından itibaren oluşmuştur. "Doğa"nın, tanrının eseri Kozmos'un laikleşmesinin ürünü olduğu gibi, dindışı insan da, insan varoluşunun bir kutsallıktan arınma sürecinin ürünüdür. Fakat bu durum dindışı insanın öncelinin zıddında, tüm dindarlıktan ve insan-aşırı tüm anlamlardan "boşalmaya" çabalayarak kendini oluşturmasını gerektirmektedir. Kendini, atalarının "batıl itikatlarından kurtardığı" ve "arındırdığı" ölçüde tanıyabilmektedir. Başka terimlerle, dindışı insan bunu istesin veya istemesin, dindar insanın davranışından gelen izleri hala muhafaza etmektedir, ama bunları dinsel anlamlarından arındırmış olarak. Ne yaparsa yapsın, onun mirasçısıdır. Geçmişini nihai olarak ilga edemez, çünkü bizzat onun ürünüdür. Kendini bir dizi olumsuzlama ve red ile oluşturmaktadır, fakat reddettiği gerçeklerin tasallutuna uğramaya devam etmektedir. Kendine ait bir dünyüyü sahip olabilmek için, atalarının yaşadıkları dünyayı kutsallıktan arındırmıştır, ama bu noktaya gelebilmek için, onu önceleyen bir tavrın tersini benimsemek zorunda kalmıştır ve bu tavrı varlığının en derin yerinde yeniden güncelleşmeye hazır bir şekilde hissetmektedir.
Daha önce söylediğimiz üzere, saf haliyle dindışı insan, çağdaş toplumların kutsallıktan en fazla arınmış olanında bile, oldukça nadir bir olgudur. "Dinsiz"lerin çoğu, bu konuda halâ dindar bir şekilde davranmaktadırlar. Söz konusu olan yalnızca, çağdaş insanın koskoca bir yapıya ve büyüsel-dinsel bir kökene sahip "batıl itikatlar"ı veya "tabular"ı değildir. Asıl önemlisi, kendini dindışı sayan ve böyle olduğunu iddia eden çağdaş insanın halâ koskoca bir gizli mitolojiye ve çok sayıda yozlaşmış ayinselliklere sahip olmasıdır. Daha önce zikrettiğimiz üzere, yeni yıla girerkenki coşkuları, laikleşmiş bir şekilde, bir yenilenme ayininin yapısını sunmaktadırlar. Aynı olgu bayramlar ve evlilik veya doğum, yeni bir işe girme, toplumsal yükselme vb. nedeniyle de farkedilmektedir.
Çağdaş insanın efsaneleri, bayıldığı gösterilerde, okuduğu kitaplarda gözlenmiş mitolojileri hakkında koskoca bir kitap yazılabilir. Şu "rüya fabrikası" sinema birçok efsanevi temayı ele almakta ve kullanmaktadır: kahramanla canavar arasındaki mücadele, katılmaya ilişkin kavga ve sınamalar, örnek tip ve imgeler ("Genk kız", "kahraman", cennet manzarası, cehennem vs.) Okuma bile mitolojik bir davranış içermektedir; bunun nedeni yalnızca ilkel toplumlardaki efsane anlatımı veya Avrupa'nın kırsal cemaatlerinde henüz canlı olan sözel edebiyatı ikame etmesi değil, aynı zamanda ve özellikle çağdaş insana, efsanelerle gerçekleştirileninin benzeyen bir "zamandan çıkış" sağlamasıdır. İster polisiye bir romanla zaman "öldürülsün", ister yabancı bir zamansal evrene nüfuz edilsin, okuma çağdaş insanı kişisel süresinin dışına atmakta ve onu başka ritmlerle bütünleştirmekte, onu başka bir "tarih"in içinde yaşatmaktadır.
"Dinsizler"in büyük çoğunluğu asıl anlamıyla dinsel tavırlardan, ilahiyatlardan ve mitolojilerden kurtulabilmiş değildir. Bunlar bazen koskoca bir büyüsel-dinsel yığının içine boğazlarına kadar gömülmüşlerdir, ama bu karikatür oluncaya kadar yozlaşmıştır ve bu nedenle de zorlukla teşhis edilmektedir. İnsan varoluşunun kutsallıktan arınma süreci birçok kereler halk büyüsü ile taklitçi dinsellik melezlerine ulaşmıştır. Çağdaş kentlerde kaynayan, sayılamayacak kadar çok "küçük dinler", sahte-gizli yeni maneviyatçı veya sözüm ona bilinemez kilise, tarikat ve okulları aklımıza getirmiyoruz, çünkü tüm bu olgular hâlâ dinsellik küresine dahildirler, hatta hemen her zaman sahte biçimlenmenin şaşırtıcı veçheleri söz konusu olsa bile. Mitolojik yapıları ve dinsel fanatizmleri kolaylıkla farkedilen çeşitli siyasal hareketler ile toplumsal kahinlikleri de ima etmiyoruz. Tek bir örnek vermek için, komünizmin mitolojik yapısını ve insanın kaderine ilişkin anlamını hatırlatmak yeterlidir. Marx, Asya-Akdeniz dünyasının büyük ölüm sonrası kader efsanelerinden birini ele alıp, uzatmaktadır; yani Doğru'nun ("seçilmiş", "kutsanmış", "masum", "haberci": peygamber"; günümüzde proleterya) kendi ölümüyle insanlığı kurtarmaya yönelik rolü, böylece onun ızdırapları dünyanın varoluşsal statüsünü değiştirecektir. Aslında Marx'ın sınıfsız toplumu ve bunun sonucunda tarihsel basınçların yok olmasının en kesin önceli, Altın Çağ efsanesinde bulunmaktadır; bu efsane birçok geleneğe göre, tarihin başını ve sonunu karakterize etmektedir. Marx, koskoca Musevilik-Hristiyanlık Mesih ideolojisinin bu saygın efsanesini zenginleştirmiştir: bir yandan proleteryaya tanıdığı peygamberane rol ve kendini feda ederek insanlığı kurtarma işlevi; öte yandan da İsa ile Deccal arasında olan ve birincinin nihai zaferiyle sonuçlanan mahşeri çatışmaya kolaylıkla yaklaştırılabilecek olan, İyi ve Kötü arasındaki nihai mücadele. Marx'ın tarihin mutlak amacı konusunda Musevi- hristiyan kaderci umudunu kendi hesabına geçirmesi de (örneğin Croce ve Ortega y Gasset) ayrılmaktadır; bu gibi düşünürlere göre tarihin basınçları insanlık durumunun özüne ilişkindirler ve asla tamamen yok edilemezler.
Fakat, gizlenmiş veya yozlaşmış dinsel tavırlar yalnızca "küçük dinler" veya siyasal mistiklerde ortaya çıkmamaktadırlar; bunlar aynı zamanda kendilerini samimiyetle laik, hatta din-karşıtı ilan eden hareketlerde de görülmektedirler. Böylece, çıplaklık veya mutlak cinsel özgürlük yanlısı hareketler, "Cennet özlemi"nin, düşüşten önceki Cennet durumunun, yani günahın olmadığı ve ten ile bilinç mutlulukları arasında kopuşun olmadığı durum ile bütünleşme arzusunun teşhis edildiği ideolojiler olmaktadır.
Çağımızın dindışı insanının bir sürü eylem ve hareketinde, katılma senaryolarının hala ne denli sürmekte olduklarını farketmek ilginç olmaktadır. Tabbi ki, belli bir katılma tipinin yozlaşmış olarak yaşamaya devam ettiği konumları bir kenara bırakıyoruz; örneğin savaş ve en başta da bireysel savaşlar (özellikle uçaklararası), günümüzde savaşçılar artık katıldıkları "sınamaların" derin anlamını farketmiyor ve bunların katılma ayinine yönelik yükleminden hiç de yararlanmıyor olsalar bile, bunlar geleneksel askeri erişkinliğe geçiş "sınamaları" ile özdeşleştirilebilecek maceralardır. Fakat psikanaliz gibi tamamen çağdaş teknikler bile, hala katılma ayinine ilişkin örüntüyü muhafaza etmektedirler. Hasta kendinin çok derinliklerine inmeye, geçmişini diriltmeye, travmalarıyla yeniden karşılaşmaya davet edilmektedir ve bu tehlikeli işlem biçimsel açıdan, katılma ayinlerindeki "Cehennem"e, larvalar arasına inişe ve "canavarlar" ile çarpışmaya benzemektedir. Tıpkı erişkinler topluluğuna girmeye aday yeniyetmenin sınamalardan muzaffer bir şekilde çıkması, tamamen sorumlu ve ruhani dengelere açık bir varoluşa katılabilmesi için "ölmesi" ve "yeniden doğması"nın gerektiği gibi, günümüzün analiz edileni de, larva ve canavarların işgali altındaki kendi "bilinçaltı"yla boğuşmak ve böylece sağlığına, psişik bütünlüğüne ve kültürel değerler dünyasına kavuşmak zorundadır.
Fakat, katılma insani varoluşun varlık tarzına o kadar sıkı sıkıya bağlıdır ki, çağdaş insanın çok sayıda hareket ve eylemi hala katılımsal senaryoları tekrarlamaktadırlar. "Hayat kavgası", "sınamalar" ve bir yeteneği veya bir kariyeri engelleyen "güçlükler", birçok kereler katılımsal sınavları bir bakıma tekrarlamaktadırlar; genç bir insan maruz kaldığı "darbelerin" manevi, hatta fiziki "elem" ve "işkencelerin" ardından "kendini kanıtlamakta", olanaklarını tanımakta, gücünün bilincine varmakta ve manevi olarak erişkin ve yaratıcı (tabii ki çağdaş dünyada anlaşıldığı anlamıyla manevi) olmaktadır. Çünkü her insani varoluş bir dizi sınama, "ölüm" ve "yeniden dirilme"nin tekrarlanan deneyiyle oluşmaktadır. Ve işte bu nedenle, dinsel bir ufukta, varoluş erişkinler topluluğuna katılma ile ihdas edilmektedir; hatta denilebilir ki, insan varoluşu tamamlandığı ölçüde, bizatihi bir erişkinler arasına katılmadır.
Sonuç olarak, "dinsiz" insanları çoğu hala sahte dinleri ve yozlaşmış mitolojileri sürdürmektedirler. Dindışı insanın homo religiosus'un soyundan gelmesi ve kendi tarihini yok edememesi, yani onu bugün olduğu haliyle yapan dindar atalarının davranışlarını iptal edememesi nedeniyle, bu durumda şaşılacak bir yan bulunmamaktadır. Üstelik, dindışı insanın varoluşunun büyük bir bölümü, ona varlığının derinliklerinden, şu bilinçaltı adı verilen bölgeden gelen damar atışlarıyla beslenmektedir. Yalnızca rasyonel bir insan, bir soyutlamadan ibarettir; gerçekte böyle birine rastlanmamaktadır. Her insani varlık aynı anda hem bilinçli faaliyetleri, hem de irrasyonel deneyleri tarafından meydana getirilmektedir. Öte yandan, bilinçaltının içerik ve yapıları, mitolojik imge ve çehrelerle şaşırtıcı benzerlikler sunmaktadır. Bu sözlerle mitolojilerin bilinçaltının "ürünleri" olduklarını söylemek istemiyoruz, çünkü efsanenin varoluş tarzı, tam da kendini efsane olarak ifşa etmesi, örnek olarak zuhur ettiğini ilan etmesidir. Bir efsane, Madame Bovary'nin bir zinanın "ürünü" olduğu kadar, bilinçaltının "ürünü"dür.
Ancak, bilinçaltının içerik ve yapıları, hatırlanamayacak kadar eski varoluşsal durumların, özellikle de kritik durumların sonucudur ve işte bu nedenden ötürü, bilinçaltı dinsel bir hare sunmaktadır. Her varoluşsal bunalım aynı anda hem dünyanın gerçekliğini, hem de insanın dünyadıki varlığını yeniden soru haline getirmektedir; varoluşsal bunalım sonuç olarak "dinsel"dir, çünkü kültürün geri aşamalarında "varlık", "kutsal" ile karışmaktadır. Daha önce gördüğümüz üzere, dünyayı kuran, kutsal hakkındaki deneydir, ve en ilkelinden olanı da dahil, her din herşeyden önce bir varlıkbilimdir. Başka bir anlatımla, bilinçaltının sayılamayacak kadar çok varoluşsal deneyin sonucu olduğu ölçüde, çeşitli dinsel evrenlere benzemezlik edemez. Çünkü din her varoluşsal bunalımın örnek çözümüdür; bunun nedeni yalnızca sonsuza kadar tekrarlanabilir olması değil, aynı zamanda aşkın bir kökene sahip kabul edildiği ve bunun sonucunda insanaşırı başka bir dünyadan gelen bir ifşa olarak kavranmasıdır da. Dinsel çözüm yalnızca bunalımı halletmekle kalmamakta, aynı zamanda varoluşu, artık ne gerekli, ne de özel olan değerlere "açık" hale getirmekte ve böylece insanın kişisel sorunları aşmasına ve nihayette de ruh dünyasına girebilmesine olanak vermektedir.
Bilinçaltının içeriği ve yapıları ile dinin değerleri arasındaki bu dayanışmanın tüm sonuçların ıburada geliştirecek değiliz. En samimi dindışı insanın bile, varlığının derinliklerinde dinsel olarak yönlenmiş bir tavrı hala hangi yönde sürdürdüğünü gösterebilmek için imada bulunmamız gerekmiştir. Fakat çağdaş insanın "özel mitolojileri", rüyaları, hayalleri, fantazileri, tam insan tarafından yaşanamadıkları için efsanelerin ontolojik düzenine yükselememekte ve özel bir durumu örnek konum haline getirememektedirler. Tıpkı derin endişeleri gibi, çağdaş insanın düşsel veya hayali deneyleri, biçimsel açıdan "dinsel" olmalarına rağmen, homo religiosus'ta olduğu gibi bir Weltanschaung'la bütünleşmemekte ve bir davranış ihdas etmemektedirler. Bir örnek, bu iki deney kategorisi arasındaki farkların daha iyi kavranılmasına yardım edecektir. Çağdaş insanın bilinçsiz faaliyeti, ona sayılamayacak kadar çok simge sunmakla kalmamakta; bunların herbiri, psyche'nin dengesini sağlamak veya bu dengeyi yeniden kurmak üzere aktarılacak bir mesaja, yerine getirelecek bir göreve sahip olmaktadır. Daha önce görüdğmüüz üzere, simge yalnızca dünyayı "açık" kılmakla kalmamakta, aynı zamanda dindar insanın evrensele kavuşmasına yardım etmektedir. İnsan simgeler sayesinde kendi özel konumundan çıkmakta ve genel ile evrensele "açılmaktadır". Simgeler bireysel deneyi uyandırmakta ve onu dünyanın metafizik kavranışı halinde, bir manevi eylem haline dönüştürmektedirler. Dünya Ağacı simgesi ve kozmik hayatın imgesi olan herhangi bir ağaç önünde, çağdaş-öncesi topluma mensup bir adam en yüksek ruhaniliğe erişme yeteneğine sahiptir: simgeyi anlayarak evrenseli yaşamayı başarmaktadır. Bu dünyanın dinsel olarak kavranışıdır ve bunu ifade eden ideoloji ona, bu bireysel deneyi nemalandırmak, onu evrensele doğru "açmak" olanağını vermektedir. Ağaç imgesi, dindar olmayan çağdaş insanın imgelesel evreni içinde hala sıklıkla ortaya çıkmaktadır; bu imge onun derin hayatının, onun bilinçaltında oynanan ve psiko-zihinsel hayatının bütünlüğünü ve buradan hareketle, öz varoluşunu ilgilendiren dramın bir şifresini meydana getirmektedir. Fakat ağaç simgesi, insanı evrensele "açık" hale getirerek onun tam bilincini uyandırmadığı sürece, işlevini tam anlamıyla yerine getirdiği söylenemez. Örneğin, ona bir derinlik bunalımını bütünleştirme olanağı sağlayarak ve geçici olarak tehdit altında olan psişik dengesini iade ederek, insanı bireysel konumundan ancak kısmen "kurtarmış"tır, fakat onu henüz ruhaniliğe yükseltemememiş, ona hakikinin yapılarından birini ifşa etmeyi başaramamıştır.
Bize göre bu örnek çağdaş toplumların dindışı insanın hala hangi yönde, kendi bilinçaltının faaliyeti tarafından beslendiğini ve onun yardımını gördüğünüz göstermek için yeterlidir. Ancak bu durum, onun asıl anlatımıyla dinsel bir dünya görüşü ve deneyine ulaşmasına yetmemektedir. Bilinçaltı, onun kendi varoluşunun güçlükleri için çözümler sunmaktadır ve bu anlamda din rolünü oynamaktadır, çünkü din bir voruluşu değer yaratıcısı haline getirmeden önce, bu varoluşun bütünlüğünü sağlamaktadır. Bir bakıma hemen hemen denilebilir ki, kendilerini dindışı ilan eden çağdaş insanlarda, din ve mitoloji bilinçaltlarının karanlıklarında "gizil" hale getirilmişlerdir; bu aynı zamanda, böylesine varlıklarda, hayatın dinsel bir deneyini yeniden bütünleştirme olanağı çok derinlerde durmaktadır anlamına gelmektedir. Bir Musevi-Hristiyan bakış açısı içinde, dinsizliğin aynı zamanda insanın yeni "düşüş"üne tekabül ettiği söylenebilir; dinsiz insan dini bilinçli olarak yaşama yeteneğini ve böylece onu anlama ve üstlenme olanağını kaybetmiştir; fakat varlığının derinliklerinde hala bunun anısını muhafaza etmektedir, tıpkı ilk "düşüş"ten sonra ve manevi olarak körleşmiş olmasına rağmen. Atası ilk insanın, Adem'in, dünyada görülebilir nitelikte olan tanrının izlerini yeniden bulabilecek kadar zekayı muhafaza etmiş olması gibi. İlk "düşüş"ten sonra dinsellik yırtılmış bilinç düzeyine inmiştir; ikinci düşüşten sonra daha da aşağılara, bilinçaltının derinliklerine inmiştir: "unutulmuştur". Din tarihçisinin ele alışı burada sona ermektedir. Burada filozofa, psikoloğa, hatta ilahiyatçıya özgü problematik başlamaktadır.
Kaynak : Mircea Eliade; "Kutsal ve Dindışı" Gece Yayınları, Ankara, Aralık 1991, 178-190
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.