1. HABERLER

  2. MAKALELER

  3. Bilinç Dışından Konuşmanın Sanatı Ve “Jacques Lacan”

Bilinç Dışından Konuşmanın Sanatı Ve “Jacques Lacan”

Mono Kurgusuz Labirent Dergisinin 2009 Yaz ayında yayımlanan "Jacques Lacan" Özel sayısında dergi editörünün Neden Jacques Lacan? sorusuyla başlayan makalesi...

A+A-

Neden Jacques Lacan? Yüzlerce nedenden “bir” tanesi: Çünkü felsefeden bilime, edebiyattan
cinselliğe, arkeolojiden psikolojiye, mitolojiden matematiğe, dinler tarihinden eleştirel teoriye, sinemadan dilbilime, pratikten teoriye uzanan geniş bir alanda derinlikli bir bakışı sunmuş bir düşünür: psikanalizin filozofu, felsefenin psikanalisti. Psikanaliz pratiğinde klasik Ortodoks pratiklerini reddeden bir anlam araştırmacısı ve tüm edindiklerini kendine özgü sistemi doğrultusunda analiz ederek kabul eden bir düşünür. Temel tutkusunun insanı anlamak olduğunu her satırında, her satır arasında gördüğümüz, göremediğimizde sezdiğimiz bir Mutlak Efendi.

Bilinçdışı gibi yapılanmış söz ve yazı dili ile kuru bir teoriden ziyade bilinçakışına, okuyanın ne okuduğuna değil ne anladığına, nasıl alıntıladığına değil neyi nasıl yorumladığına söz bırakan bir sanatçı, bilinçdışından konuşmanın sanatçısı.

Lacan, “Ben, hakikat, konuşuyorum” dediğinde ya da “Ben hep hakikati söylerim: hepsini değil, çünkü hepsini söylemek için, ki başaramayız, sözcükler eksik kalacaktır” ve sonra “Bu imkansızlıktan dolayıdır ki hakikat gerçeğe dokunur” diye eklediğinde bizi bilgi ile hakikatin, bir dış-yakınlığın, ben’in ve Başka’nın daha en başından (ta ayna evresinde aynadaki imgesini kendi zanneden bebek’in ilk tanınma diyalektiğinden itibaren) zorunlu ilişkisinin kıyılarına atar. Bu ilişkide kalma ve eşzamanlı olarak bir bölünme her seferinde vuku bulur, öznenin olayıdır bu. Çıkışı olmayan bu olay kökensel kuruculuktan itibaren bir sahteliğin, kurmacanın üzerine inşa edilmiştir: bebek, aynaya bakar, kendisini görür, parçalanmış beden’i ilk kez bütün ve onun hakimiyeti olarak karşısındadır, fakat tam da bu bütünlük, kendisi zannettiği bir sahtelikle, imgeyle büyük Başka’nın bir parçası olmaya doğru gidişi getirir. Dile doğar doğmaz, dilin içine alınır alınmaz insan yarığın göbeğinde yeniden ayarlanır; artık eksikle yaşamaya ve kendini tamamen parçalanmadan uzakta tutmaya adayacağı uzun bir yaşam onu beklemektedir: ne söyleyeceği, neyin neyi ifade edeceği, söyleminin nereye ulaşacağı ve onu nerede bırakacağı Simgelin yasası tarafından çoktan belirlenmiştir.

Hakikat tam -söylenemeyen, hepsi-olmayan niteliğiyle Simgesel (bilinen şekliyle gerçeklik diye yorumlanabilir) alanın bir çocuğu olarak Gerçeğe dokunur ve tam da bu ifade edilemeyene dokunma nedeniyle tamamlanmışlık hayali bilincin elinden alınır. Ben ile Başka’nın ilişkisinde kurulan hakikatin tamamlanmamış olduğu açığa çıkar böylece çünkü bu tamamlanmamışlık onun özüdür, kurucu bölünmenin sonucudur. İnsan bu tamamlanmamışlık ve buna karşı gösterilen direncin bitmek tükenmek bilmeyen varlığı olmaksızın insan olamazdı. İnsan düşüncesinin dışında, ulaşamadığı, bilincin ve kurulduğu düzenin dışında da bir Gerçeğin varolması, onu her zaman kaçan şeylerle karşı karşıya bırakır: tam bu bilinç-dışı değme ve buna ait sezgiyle insan “hep yaşar” kalır. Çünkü yaşaması için kendisinin olmayan, onu arzusunun dışında kalabilen, sürekli kendisini insana çekebilecek fakat ondan saklanacak bir şeyin varlığına ihtiyaç duyar: insan eksikliğini çektiğini hep arar ve onu hiçbir zaman bulamaz. Kendi dış-yakınlığında hareket ederken, eksikliğini sezdiğine doğru bir çaba, onu tanımaya çalışma mücadelesi içerisindedir fakat bu mesafe, bu uçurum hiçbir zaman aşılmaz ve bu Gerçeğin hiçliği dış-yakınlığın sisli sınırlarındaki belirsiz bir ışık gibi kalır: yaklaştıkça uzağa giden ve ancak uzaktayken insanı kendisiyle tutan. İşte, Lacan’dan öğrendiğimiz temelde bu: insan, kendisiyle, Başka’sı arasındaki bir ara-uzamda, hiçbir zaman arzusunu tam olarak elde edemeyen bir imgesel ile her zaman ona tabi olduğu simgeselin (diğer bir şekilde söylersek dil üzerinden kurulmuş, kayıt altına alınmış mevcut düzenin) ona dayattığı anlam ilişkilerinde varolur, tam da Gerçeğin dibinde, ama yakın olmak anlamında değil, olumsuz anlamıyla dibinde: bir bataklıkta. Lacan’ın kendi ifadesiyle bu bataklığın yasası şudur:
“Başka türlü söyleyecek olursak, dil bizi Başkasında temellendirdiği gibi aynı zamanda bizim başkasını anlamamızı kökünden önler.”

Makalenin Devamı için Tıklayınız

Bu haber toplam 15632 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.