Aşk, soruya muhtaç bir cevaptır
MURAT MENTEŞ / STAR GAZETESİ
[email protected]
İlginç romanlarıyla tanınan Alper Canıgüz, yeni kitabı Gizliajans’ta ne anlatıyor? Uzayda aşk var mı? Uzayın geri kalanı ile dünya arasında ne gibi farklar mevcut? Reklam yazarlığı, roman yazmaya benziyor mu? Saçmalık zihin açar mı? Edebiyat eğlenceli olabilir mi? Herkes ‘kişisel gelişim’ kitapları okursa ne olur? Anlatılan hikaye mi, anlatım biçimi mi daha önemlidir?..
Tatlı Rüyalar’da, uyuduğunda başka bir hayata geçen birini, Oğullar Ve Rencide Ruhlar’da 5 yaşında bir dedektifi, Gizliajans’ta ise uzaylıların ülkemizdeki faaliyetlerini anlatıyorsunuz. Üç romanınız- da da alışılmadık fikirler var.
Üniversitedeyken Faruk Birtek’in verdiği bir sosyoloji dersinde bir arkadaşımız kalkıp uzun bir sosyal analiz yapmıştı. Faruk Bey kendisini baştan sona dinledikten sonra şöyle demişti: ‘Söylediğin her şeye sonuna kadar katılıyorum, ne var ki bunlar hiç ilginç değil.’ Enteresanlık bilimin dahi ölçütlerinden biriyken bunu edebi eserlerden esirgememek gerekir diye düşünüyorum. Hep söylerim, yazarlık söyleyecek bir sözü olmaktan ziyade söyleyecek ilginç bir sözü olmakla ilgilidir.
Gizliajans’ın başkahramanı Musa da sizin gibi bir reklam yazarı. Gizliajans otobiyografik yönler taşıyor sanki.
Romanda otobiyografik unsurlar olduğu doğrudur ancak bunlar Musa’nın reklam yazarlığıyla değil, kahramanın yaşadığı aşk hikayesi ve acılarıyla ilgili olanlardır.
Gizliajans’ın türü ne?
Italo Calvino’nun aynı isimde bir kitabı olmasa, Gizliajans’ı gönül rahatlığıyla kozmokomik bir öykü diye isimlendirebilirdim. Şu haliyle kozmo-absürd romantik komedi demek yanlış olmaz sanırım.
Romanlarınızda olaylar sınırsız bir saçmalık zemininde gerçekleşiyor. Neden böyle?
Sanatçılar insanlığın hayal gücüdür. Jules Verne 20’inci yüzyılı çok iyi öngördüğü için bugün dedikleri bire bir çıkıyor değildir. Bilakis o 20’inci yüzyılı bu şekilde gördüğü için bugün böyle bir dünyada yaşıyoruz. Saçmalık, delilik aklımızın ufkunu geliştiren şeylerdir. Bu yüzden bütün iyi sanatçılar aklın dar muhitinden cinnetin geniş sahralarına uzanmıştır. Hatta kimileri bu kadarıyla yetinmeyip oraya yerleşmeyi tercih etmiştir.
Garip bir durum var. Bir yandan romana ilgi artıyor, öte yandan edebiyat sinema, televizyon ve internet tarafından geride bırakılıyor. Siz bir yazar olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Romana olan ilginin artıp artmadığını pek kestiremiyorum açıkçası; umarım öyledir ama. Kendi adıma, hayatta işitmekten en büyük zevk aldığım övgü, roman okumanın ne kadar güzel bir şey olduğunu hatırlattığımın söylenmesidir. Şükür, bunu birkaç kez duydum. Edebiyatın, yeri başka hiçbir şeyle doldurulamayacak bir mutluluk kaynağı olduğunu unuttuğumuz doğrudur. Bunda muhakkak ki, televizyon, internet falan gibi ‘rakipler’ kadar biz yazarların da sorumluluğu vardır. Bakın geçenlerde K dergisinin ilanına şöyle bir başlık atmışlardı: ‘Sizi kandırdılar. Edebiyat eğlencelidir.’ Bence hayli yanlış bir yaklaşım. Kim kandırdı? Ne yaparak kandırdı? Niye kendini savunuyorsun? Bu şekilde kimseyi ikna edemezsiniz. Komiğim diyerek komik olamazsınız, kaliteliyim diyerek kaliteli olamazsınız, eğlenceliyim diyerek de, haliyle, eğlenceli olamazsınız. Böyle tebligatname gibi bir başlık yerine, hakikaten edebiyata dair eğlenceli bir başlık atmak çok daha ikna edici ve doğru olurdu. En azından ben, romanlarımı böyle bir yaklaşımla yazıyorum diyeyim.
Hayatta sıkıcı olan en çok sıkılır
Kitabınızda, Samanyolu Mutluluk Okulu çerçevesinde kişisel gelişim olgusunu alaya alıyorsunuz. Neden? İnsan kişisel olarak gelişemez mi?
Will Ferguson Mutluluk adlı kitabında eğer bir tek kişisel gelişim kitabı gerçekten işe yarar olsaydı hayat mahvolurdu gibi bir fikri işler. Kişisel olarak elbette gelişebiliriz ve aslında başka türlü gelişemeyiz zaten. Ama şehirlilere sunulan bu plastik kişisel gelişim formülleri büyük bir kandırmacadan ibarettir. ‘Hayatta Başarılı Olmanın Yolları’ türünden bir kitap düşünün. Herkes bu kitabı okuyup, içindekileri uygulasa mantıken kimse öne çıkamaz, dolayısıyla da kimse başarılı olamaz, değil mi? Bu tür yaklaşımların ardındaki gizli argüman, bu kitaba, bu kursa, her ne haltsa, para ver, karşılığında diğerlerinin üzerine basabilmen için sana ipuçları vereyimdir.
Kitabınız çok komik. Günümüzde komedi denince akla ilkin stand-up’lar ve sinema filmleri, diziler geliyor. Edebiyat ile mizahın arası eskisine göre açıldı sanki.
Mizahın ne kadar güçlü bir şey olduğundan söz etmeye gerek var mı? İnsanların duygularını harekete geçirmekte bu kadar etkin bir şeyin kullanılmamasını anlamak güç aslında. Maalesef uzun yıllardır bizde edebiyatçı deyince akla, sigara tüttürüp uzun uzun karanlıklara bakan ve hakikaten çok ama çok sıkılan bir tip gelmekte. Belki de bu noktada Bukowski’nin sözlerini hatırlamakta yarar vardır: Hayatta en çok sıkılanlar en sıkıcı olanlardır.
Kitapta bir de aşk hikayesi var. Musa, Sanem’e ilk görüşte aşık oluyor. Aşk böyle bir şey mi gerçekten?
Aşkın nasıl bir şey olduğunu kim bilebilir? Belki de aşk sadece soruya ihtiyaç duyan bir cevaptır.
Hemen herkes, kitabın sonuna doğru bambaşka kişilere dönüşüyor. İnsanların göründüklerinden farklı olmaları ya da büyük değişim geçirmeleri sizce bir tür kanun mu?
Daha ziyade kanun hükmünde kararnamedir. Hemen hemen bütün hikayeler bir değişimi ya da dönüşümü anlatır aslında. Mesela Dönüşüm buna güzel bir örnektir! ‘Gregor Samsa bir sabah uyandığında kendini bir hamamböceği olarak buldu.’ Harikulade bir giriş değil mi?
Kahramanım gurbette bir uzaylı
Siz sanki dünyayı uzayın geri kalanından daha sağlam ya da uzayın geri kalanını da dünya kadar zayıf görmüş ve göstermişsiniz.
David Bowie’nin başrolünde oynadığı Dünyaya Düşen Adam diye bir film vardır. Ait olduğu gezegende yaşam şansı kalmayınca yerleşecek yeni bir yer arayan bir adam dünyaya gelir. Amacı, yeterli birikimi sağladıktan sonra ailesini yanına aldırmaktır. Ne var ki, bunu bir türlü başaramaz. Yalnız ve mutsuz bir uzaylı olarak insanların arasında kalakalır. Tuhaf bir gurbet hikayesi. Benim uzaylılarım da biraz bu adam gibi.
’Edebiyatta ne anlattığın değil, nasıl anlattığın önemlidir’ derler. Buna katılmıyor musunuz?
Şu sıra Sefiller’i yeniden okuyor olmasaydım katılıyorum diyebilirdim. Nasıl anlattığın kuşkusuz çok önemli ama büyük eserlerde ne anlattığının da büyük önem taşıdığını açıkça görüyoruz.
Hangi yazarları severek okursunuz?
Kurt Vonnegut, Vladimir Nabokov, Eduardo Mendoza, Daniel Pennac... Daha pek çok isim sayabilirim. Proust’u da seveceğimi hissediyorum.
Ünlü ve bol ödüllü bir reklam yazarısınız. Reklam ile roman ilişkisi nasıldır?
Roman ile reklamı pek karşılaştıramıyorum açıkçası. Samimiyet ve hayal gücü her ikisi için de faydalıdır, bununla birlikte reklamın eninde sonunda ticari iletişim olduğunu unutmamak gerekir. Bir de edebiyat reklam ilişkisine bakıldığında nedense genellikle iyi reklamcılar iyi şairlerin arasından çıkar, iyi romancıların değil. Umarım ben bir istisna teşkil ederim!
Yeni roman projeleriniz var mı? Bahseder misiniz?
Aklımda yazmaya değer olduğunu düşündüğüm birkaç roman projesi var, evet. Öncelikli olanı, roman üzerine düşünen bir roman. Gerçi biraz erken olacak ama haydi adını da söyleyeyim: Roman Kurtaran Kahraman.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.