Varoluşçu Teoloji'de Tanrı kavramı
HABER7 / İsmail Doğu'nun kitap eleştirisi
Halen Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde araştırma görevliğini yürüten Aliye Çınar, doktora çalışması olarak sunduğu Varoluşçu Teoloji: Paul Tillich’te Din ve Sembol adlı eserinde, klasik teizmin din ve Tanrı tasavvurları ile, Paul Tillich’in dini sembolizm anlayışını ele alarak bir karşılaştırmaya tabi tutmaktadır.
Sadece varoluşu açıklamak için değil, aynı zamanda insanın kendi farkındalığını kazanması için de insan ve evreni izah etme yolunda en önemli referans olma sebebiyle Tanrı, kaçınılmaz bir ölçüttür. Klasik felsefenin faaliyeti, insan-evren-tanrıyı, bir ve aynı realiteye yönelmiş üç ayrı bakışaçısının objesi olarak araştırmaktan ibaretti.
Bunlar arasındaki ilişkiyi dengeli ve tutarlı bir biçimde açıklayan sadece felsefe idi ve onun yegane aracı da akıl idi. Ne var ki, klasik teizmin Varlık olan Tanrı’sını ölçüt alan insan, kendisini sadece akıl varlığı olarak fark edecek ve dolayısıyla da bununla sınırlayacaktır.
Zira böylesi bir Tanrı, düşünceyle özdeş anlamına gelir ve bir ilke olarak karşımıza çıkar. Bu durumda O, artık bir obje demektir. Nietszche’nin, ölmesini istediği Tanrı, işte tam da böylesi bir Varlık’tır.
Eserin oluşumunda asıl faktör konumunda olan Tillich, bu durumun, Tanrı’nın, insanın varoluşunu tehdit ettiği düşüncesinden hareketle, bu durumun, gerçekte ateizmin en derin kökü olduğunu söyler.
Mekanikleşmiş ve statikleşmiş bir insan-evren-tanrı tasavvurunu ele alan rasyonel kozmoloji, rasyonel psikoloji ve rasyonel teolojiyi içinde barındıran klasik teizme bu yüzden başkaldırır.
Tillich’e göre Tanrı, bilinçle özdeş olmayıp, onu kesintiye uğratan bir güçtür. Bu açıdan yaklaşırsak, böylesi bir Tanrı tasavvuru, bizi, kendi öznelliğimizden mahrum bırakır. Rasyonel teolojinin tanrısı, aklı merkeze koyarak bütün bir insan profilinde gedik açmaktadır.
Bu vesileyle akıl, esas ve baskın konumda olduğu için his, irade, eylem gibi insanın diğer yönünü içeren yönler dışarda kalmış olmaktadır. Halbuki akıl, önemli olmakla birlikte insanın sadece bir yönüne işaret eden bir olgudur. İnsanın çok boyutlu olması, aklın bu kompleks bütünlüğü temsil edememesine nedendir.
Varoluşun Varlık etrafında teşekkül etmesi, insanı bir anlamda yabancılaştıracak ve tek boyutlu kılacaktır. Bundan dolayı da Tillich, insanı, nihai ilgili varlık olarak tanımlarken, dini de bu nihai ilginin bizzat kendisi olarak görür.
Bu aşamada teolojik dil ve din dilinin payının inkâr edilemeyeceğini düşünen Tillich, canlı ve dinamik bir dinin dilinin, sembolik bir dil olma zorunluluğuna buradan varmaktadır. Çünkü bahsi geçen yabancılaşmaya çanak tutan dil, lafzi ve kavramsal bir dildir. Zaten sınırlı bir düşünce ve dil imkânına sahip olan insanın, tanrı hakkında konuşma zorunluluğu ve biçimi, din felsefesinde önemli bir problem olarak karşımıza çıkar.
Tillich felsefesinde Tanrı, kesinlikle bir obje değildir. Ona göre iyi bir metafizik, evreni ve insanı algılama tarzında Tanrının algılanamayacağını kabul eden bir metafiziktir. Bu, zihin ve gerçeklik analizinde bir paradigma değişikliğinin habercisidir.
Tillich, din ya da kutsalı, bilincin tarihinde bir evre olarak kabul etmeyip, bilakis onu, bilincin yapısının vazgeçilmez bir unsuru olarak telakki eder. Bundan dolayı da Tillich, insanı, “homo religiosus” (din insanı) olarak nitelendirir. Çünkü ona derinlik boyutunu kazandıran, bu nitelikten başkası değildir. Bu durum, aynı zamanda, bütüncül bir varlık ve doğa anlayışının geri teslim edilmesine bir çağrıdır.
Kitapla ilgili teknik bilgiler ve internet üzerinden sipariş şartları...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.