PSİKANALİTİK ATEİZM

PSİKANALİTİK ATEİZM
Freud’un Tanrı ve din hakkındaki düşüncelerinin kendi yaşamından izlenimler ve etkiler taşıdığı açıktır. Problemli bir çocukluk devresi geçiren Freud, aslen Yahudi’dir. Ancak dadısı Hıristiyan’dır

PSİKANALİTİK ATEİZM*

FETHİYE POLAT

* "Ateizm (İnançsızlık) Ve Bireyi İnançsızlığa Götüren Nedenler" Bitirme Tezinden bir kesit

İnsan davranışlarını inceleyen ve buradan yola çıkarak psikolojik sistemi oluşturmaya çalışan bilim adamlarının da Tanrı inancı konusunda çeşitli teorileri olmuştur. Tanrı inancıyla ilgili vardıkları olumsuz birkaç hükmü genellemişlerdir. Bu konuda özellikle Tanrı terimi üzerinde negatif tutumları ile bilinen S. Freud ismi çok önemlidir.

Din ve Tanrı kavramlarını psikolojik açıdan çürüttüğünü söyleyen S. Freud’un bu görüşleri 20. yüzyılda çok popüler hale geldi. Hatta bu görüşleri bazı çevrelerce yasa olarak kabul edilmiştir. Hastaları üzerinde psikolojik rahatsızlıkları inceleyen ve deneyler yapan Freud, bu sorunların kaynağında toplumun, mevcut kanunların, aile büyüklerinin ve dinin baskısı olduğunu ileri sürmüştür. Freud’e göre bireyin istekleri bu baskılar sonucunda gerçekleşmemekte, bastırılmakta ve bilinçaltına itilmektedir. Bilinçaltına itilen ve tatmin edilemeyen arzu ve istekler de insan bünyesinde bir takım rahatsızlıklara yol açmaktadır. Freud bu noktada birey üzerindeki baskıların kaldırılmasını ve cinsel içgüdülerin serbest bırakılmasını, herhangi bir sınırlamanın olmamasını istemiştir.[1]

Freud psikanalizin kurucusuydu. “Ama kendisini, hakkında yargıda bulunmaya yetkili gördüğü bir alan daha vardı. Din... Darwin ’le gelişen süreçte insan eşrefi mahlukat olmaktan çıkarılmış, dinlerin kendisine sağladığı imtiyazlı pozisyondan aşağıya çekilmişti. Freud’la ise kutsal kitapların “Tanrı insanı kendi imajında yarattı” şeklindeki öğretisi “insan Tanrı’yı kendi imajında yarattı”ya dönüşüyor ve Tanrı yaratıcı pozisyondan insan zihninin bir yaratığı derecesine düşürülüyordu.”[2]

Freud’a göre “bütün dini doktrinler, insanın arzularından ve gerçekleşmesi imkânsız olan hayali birer yanılgıdır. İnsanlığın en eski ve en güçlü arzusu olan din yine insanın evrensel nevrozu, çocuksu ve nevrotik bir yanılgısıdır.”[3] O’nun din hakkındaki dinin insanları mutlu edemediği ve insanların acılarını dindiremediğini söylemesi ilginçtir. Çünkü insanların en mutlu olduğu anlarda ve yine en üzgün olduğu anlarda bir Tanrı’ya sığındığı, sığınmadığına oranla çok fazla olduğu aşikârdır.

Freud’un Tanrı ve din hakkındaki düşüncelerinin kendi yaşamından izlenimler ve etkiler taşıdığı açıktır. Problemli bir çocukluk devresi geçiren Freud, aslen Yahudi’dir. Ancak dadısı Hıristiyan’dır. Freud’un babasıyla arasındaki ilişkinin negatif yönde olması ve çevresindeki dini yaşamın kendisini tatmin etmemesi ve mutlu olamaması böyle bir varsayımın edeni olabilir. Freud’un dinle ilgili bazı kavramları ısrarla eleştirmesi tek yanlı bakmasından kaynaklanır. Totem, tabu gibi terimler bazı kabile dinlerinin kullandığı inanç şekilleri olabilir. Ancak buradan genellemeye gitmek hatadır. Tıpkı bazı istisna hastalarının tecrübelerinden “din” gibi evrensel bir olguya genellemeler yapmak da hatadır.

Freud’un din ve Tanrı inancının çocukluk evresiyle olan ilişkisini açıklarken, dinin bir yanılsama olduğunu, arzu ve ihtiyacın farklı bir yönde tatmin dilmesinin temellerinin bu dönemde atıldığını savunması yine kendi görüşüyle çürütülebilir. Ateizmin de insanın bir yanılsaması olabileceği ve olgunlaşmanın inançsızlıkla sağlanamadığı söylenebilir. Ayrıca din sadece rahatlama ve huzura kavuşma değil; bir yaptırımlar sistemidir. Bazı insanların dindar olmak ve Tanrı’ya yakın olmak için çok zorluklara katlandıkları tarihi bir gerçektir. Sufiler ve Budistler içerisinde buna çok sayıda örnek verilecek kişiler vardır. Yani dinin bazı hükümleri insanın arzu ve isteklerine ters yönde olabilir ve onları engelleyebilir.

İnsanın benliğinde yaşattığı bir duygu veya bir özlem vardır. En güçlü olayım ve ölümsüzlüğü bulayım. Ama bunların gerçekleşemeyeceği herkesin bildiği ama kabullenemediği gerçektir. İşte bu rahatlamayı sağlayacak ve insana iç huzuru getirecek şey bir inanç sisteminde mevcuttur. Kendinden daha güçlü bir varlığın var olduğunu bilmek ve her anında onunla beraber olmak insana sonsuz bir güven ve mutluluk verir. Yine ölümün bir son değil de bu dünyanın dışında bir yaşamın olduğunu bilmek, ölümsüzlük ve ölüm arasındaki çatışmayı bertaraf eder. İnsan hayatının her anında çocukluk, gençlik, ergenlik, yaşlılık evrelerinde Tanrı’ya ihtiyaç duyar. Ve O’na inanarak yaşamak bazı değerler sahibi olmasını ve faziletli yaşamasını sağlar. Günümüzde insanlar pençesinde kıvrandıkları depresyon ve bunalımlardan bir inanç sistemine dâhil olmakla aşabilirler. Ayrıca psikoloji bir bilim olarak sadece inanç ve inançsızlık kavramlarını tahlil etmek durumundadır. Tanrı’nın varlığı ve yokluğunu araştırmak psikoloji ilminin sınırını aşar.



[1] Topaloğlu, a.g.e, s.64

[2] Ali Köse, Freud ve Din,  İstanbul, 2000, s. 8

[3] Sigmund Freud, L’Avenir d’une Illusion, Fr. Çev. M.Bonaparte, Paris, 1983, s.52, 54, 55.

Bu haber toplam 16814 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.