Mutluluğun anahtarı yaratılış kodlarında

Mutluluğun anahtarı yaratılış kodlarında
Günümüz insanı günlük koşuşturmacalar içinde ruh dünyasını ihmal ediyor, kendini dinlemiyor. Mutsuzluk, toplumun ortak hastalığı. Peki saadet nerede?

Tûba Kabacaoğlu - [email protected]

AKSİYON - Günümüz insanı günlük koşuşturmacalar içinde ruh dünyasını ihmal ediyor, kendini dinlemiyor. Mutsuzluk, toplumun ortak hastalığı. Peki saadet nerede? Eşiniz sizin “her şeyiniz” ise niçin sorun yaşıyorsunuz?

İstanbul Fatih’te sessiz bir ofis. Buram buram ahşap kokan odada bir masa iki de koltuk var yüz yüze bakan. Karşınızda da sizi dinlemek için hazırlanmış, daha önce hiç tanımadığınız biri. Uzun zamandır içinizi dökememişsiniz adam akıllı. Çünkü ağzınızı her açtığınızda birileri tarafından susturulmuşsunuz. Aynı düşünceler, sıkıntılar ve hatalar içinde boğulmaktan sıkılmış yorgun birisiniz artık. Belki uğrayacağınız son durak burası. Ya da yeni bir hayata başlayacağınız ilk yer...

Psikolog Yasemin Uçal’ın (40) ofisinden bahsediyoruz. Belli ki günümüz insanının kafası oldukça karışık ve iç dünyası karanlık. Nereye gideceğini, ne yapacağını bilmiyor. Anlamlar dünyasındaki objelerle uğraşırken manayı unutuveriyor. Dış dünyayı kavrama, anlama çabasındayken gönül yolculuğunu ihmal ediyor. Oysa yaratılan her varlık hem dünyasını hem de sonsuz hayatını düşünmekle mükellef değil mi?

Madde ve mana arasında sıkışıp kalan günümüz insanının en büyük sorunu kendi iç yolculuğuna çıkamamak Uçal’a göre. Bu kanaatten yola çıkarak “Kendinize hoş geldiniz” isimli ilk kitabını hazırlamış. Çiçeği burnundaki bu kitap psikoterapi öykülerinden oluşuyor. 15 yıllık psikolog, günümüz insanını en çok rahatsız ve mutsuz eden konulara yoğunlaşıyor. “Aile terapilerine bir sonraki kitabımda yer vereceğim.” diyor. 159 sayfalık eser, diğer psikoterapi öykü kitaplarından içeriğiyle de konuların işlenişiyle de ayrılıyor. Hatta bu özellikleri sebebiyle bir “ilk” de denilebilir. Kitapta öykü kahramanının hayatı, sıkıntıları detaylarıyla anlatılıyor ve terapi ortamının danışana nasıl yardımcı olduğu görülüyor. Her öykü ve sorun değerlendirilirken İslami ölçüler göz önünde bulunduruluyor. Yasemin Hanım, “Piyasadaki psikoterapi öykü kitaplarında manaya çok da yer verilmediğini görüyorum. Dinlediğim her sıkıntı İslam’ın güzelliklerini hatırlatıyor bana. Çünkü hepsinin anahtarı orada.” diyerek hastanın ruh halinin onların psikolojisini etkilediğini belirtiyor.

Kitabın ana teması, ruhun ancak manayla beslendiği takdirde huzur bulacağı tezi üzerine kurgulu. Kitapta insanın, yaşama amacını sorgulaması, hatalarını gözden geçirmesi tavsiye ediliyor, hangi sorunların üstesinden gelemediği üzerinde düşünmesi isteniyor. Böylece terapiye muhtaç birinin bu muhasebeyi yaparak iç yolculuğa çıkması temin ediliyor. Kitapta anlatılan kahramanların öyküleri gerçek. Fakat isim, çocuk sayısı, meslekleri, memleketleri, nerede yaşadıkları birer hayal ürünü.


ELBETTE MÜSLÜMAN DA DEPRESYONA GİRER

Yasemin Uçal, “Müslüman depresyona girmez.” düşüncesine karşı çıkıyor. Ve “Elbette girer.” diyor. Ona göre, Müslüman biri sadece mutlak yalnızlığı yaşamaz. Onun bir yaratanı vardır. Yaratıcı, her an kulunun yanındadır. Herkesin depresyona girebileceğini belirten Uçal, günümüz insanının başlıca problemlerinin “mahrumiyet, kurgu ve deneyim, birinin her şeyimiz olmasını istememiz” olduğunu söylüyor. “Hayatınız boyunca Yaratıcı tarafından herhangi bir mahrumiyete maruz bırakıldınız mı?” sorusunu hastasına sorduğunu belirten Yasemin Uçal, yoksunluğu sıkıntı ya da sorundan ayırarak izaha başladığını belirtiyor. Ona göre insanlar gerçekleşmesini istediği umudun adını da yoksunluk koyabiliyor: “Oysa mahrumiyet beklenilen bir şey olmadığı gibi ötelerde kaybedilen, ömür boyu telafi edemeyeceğimiz ve hiçbir zaman sahip olamayacağımız imkansızlıklardır. Akıl yoksunluğu, ebeveyn yoksunluğu ya da merhamet yoksunluğu gibi.”

Aslında hayatımıza atılan her yoksunluk çekirdeği varoluşun hikmetini filizlendiriyor. Mevcut olan her ne ise onu önce mahrumiyetle fark ediyoruz. Yoksunluk taşıdığı anlamın tam tersine dünyamıza çok şey kazandırıyor. Kişi mahrum kaldığı oranda nelere muhtaç olduğuna dair iç görü kazanıyor. Asıl sorun, mahrum olduğumuz neyse orada yatıyor. Ciğerimizi acıtan neyse asıl sorun bu oluyor. Günümüzün en büyük mahrumiyetlerinden biri de anlaşılmaya dair. Oysa önemli ve anlamlı bir duruş dinlemek. Yasemin Hanım, yoksunlukları bulup onların farkına varmanın önemi üzerine duruyor terapi öykülerinde. İçe doğru yolculuğu tavsiye ediyor, “Beklediğiniz ve umduğumuz şeylerin adı umuttur, dert değildir. Bu ayrıma varmak gerekir.” diyerek…

Kitaptaki bir diğer dikkat çekici başlık kurgu ve deneyim üzerine. Öykünün kahramanı üniversite mezunu 30’lu yaşlardaki Zehra. Babasıyla çocukluğundan bu yana sorunlar yaşamış. Hiçbir zaman huzurlu ve mutlu bir ailesi olmamış. Karşısına çıkan her erkek ona hiç sevmediği babası gibi gelmiş. Hep yanlış yapmaktan korkmuş. Hayatın içine bir türlü girememiş ilerleyen yaşına rağmen. Hep kıyıda köşede silik bir kişilikle yaşamayı tercih etmiş. Kendi ve çevresi için bir şeyler yapmak istese de vazgeçivermiş hemen. Evlenmeyi çok istemiş ama bunu hiçbir zaman gündeme getirememiş… Zehra Hanım, terapiler sayesinde önce güven, sonra sevgi ve heyecan duymaya başlıyor. Hatta arkadaşı vasıtasıyla tanıştığı biriyle evlenme sürecine giriyor. Karar verirken eski korkaklığından eser kalmıyor. Çünkü hayatı kurgulayarak değil de bilakis elini taşın altına koyarak yaşamaya başlıyor. Şimdi hayatı dokunarak, hissederek, içine çekerek yaşamanın tadını çıkarıyor.

Zehra Hanım hayatı kurgusal yaşayanlara bir örnek. Onlar, “Şunu yapmalıyım, böyle olursa daha iyi olur” diyor ama ne kendisi ne de başkaları için harekete geçmiyor. Psikologlar iç yolculuğa çıkmalarını istediklerinde ise “Ben bilmiyorum, hatırlamıyorum, öyle olmuş olabilir, ne söylemem gerekiyor?” gibi cevaplar veriyor. Yasemin Hanım, dindar kimliğin bu ruh halinin kılıfı olduğu görüşünde. “Nasip değilmiş, Allah bir çözüm bulur” diyerek kişi, eksikliklerini örtüyor. Kendini hiç sorgulamıyor. Halbuki İslamiyet ilk önce “oku” ve “çevrendekileri öğren” diyor. Hayatı tecrübî yaşayanların ise gözü kara oluyor. Gelecek kaygısı duymuyor, aklına geleni çekinmeden yapabiliyor. Bazen daha çok zarar görebiliyor ama hayatın içinde hatta merkezinde yaşıyor. Kendi benliğiyle barışık oluyor. Dolayısıyla acılarına da, suçlarına da kolaylıkla dokunup ifade edebiliyor, kısa sürede sıkıntılarının üstesinden geliyor.

KİMSE “HER ŞEYİMİZ” OLAMAZ

Herkes birilerini sevmek, birileri tarafından sevilmek ister. Fakat bazen severken sıkabilir, hep daha fazlasını isteyebilir. Yasemin Hanım birçok evlilikte yaşanan önemli bir ayrıntıdan bahsediyor. “Bir kişi her şeyimiz olamaz.” diyor. Ona göre kendini eksik hissedenler, kendi eksikliklerini etkin ve yetkin eşini “her şeyi” yaparak örtmek istiyor. Çünkü biri her şeyimiz olduğunda hayatımız kolaylaşıyor. Mutluluk daha kolay geliyor, yaralar çabuk sarılıyor. Oysa birini “her şeyimiz” seçmek kulluğa ve insan tabiatına aykırı. Mesela bir anne genç kızının her şeyi olmaya çabalıyorsa onun hayata tutunma muhtevası azalıyor. Ya da eşimiz bizim her şeyimiz olduğunda kendimizi biraz daha emniyette hissediyoruz. Ama Yasemin Hanım tüm bunları “problem” olarak tanımlıyor. Koca sadece “koca” olarak kalmalı. Yani, hem arkadaş, hem anne-baba, hem dost, hem de meslektaş olamaz diyor. Hanımların alışveriş, temizlik, akraba ziyareti gibi eylemleri yapmak için eşlerini beklemelerini de eleştiriyor Uçal.

Yasemin Hanım Türkiye’nin son 15 yılda hayli değiştiği, sorunların ise kaotikleştiği kanaatinde. Mesela eskiye oranla mahremiyetler rahatlıkla ifşa ediliyor. Bunun sebebi olarak da farklılaşan toplum yapısını ve medyayı gösteriyor. Çünkü aileler kendi ahlâklarını korumaya çalışsalar da dışarıdaki hayatlar çocukları da yetişkinleri de olumsuz etkiliyor, tüm hatalara “olabilirlik” hissi veriyor. “Nesiller yetiştirecek anne-babalara büyük iş düşüyor.” diyor Uçal. Artık kadınların daha çok kim ne giyiyor, çocuğunu hangi okula gönderiyor, nerede okuyor, hangi arabaya biniyor gibi marka takıntılarıyla uğraştığını belirtiyor. Erkeklerin olumsuz yönde değişmesini de ticaret ahlâkının bozulmasına bağlıyor. Çünkü haksız kazanç direkt ailenin maneviyatına tesir ediyor.

Madem psikoloji bizim ruh dünyamızla, duygularımızla ilgileniyor, mutluluğun anahtarını sormamak olmaz… Yasemin Uçal uyarıyor: “İslam dini bize ısrarla mutlu olmayı değil, huzurlu olmayı tavsiye eder. Mutluluk sürece yayılmaz, anlıktır. Huzurun sonucu ruhsal dünyaya yansır, sakinleştirir, çatışmaları çözer, uzun sürelidir. Bir olaya huzurla bakanla kaygıyla bakan arasında büyük fark vardır. Allah ruhsal kodlarımızla (fıtrat) gönderiyor dünyaya. Kodlarımıza uygun bir yaşantımız olmadığı müddetçe huzuru bulmamız çok zor. Artık içimize dönmeliyiz.”

Bu haber toplam 8081 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.