Modern Zamanların Değer Arayışı
Dr. Aliye ÇINAR*: Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
GİRİŞ
Modern Zamanların doğa ve insan yorumları, mekanik bir bilim ve materyalist ontolojinin kontrolüne bırakılmıştır. Değer ya da etik, biyoloji, psikoloji ve sosyolojideki her hangi bir konu gibi ele alınmıştır. Her var olan değer, bir olguya, her norm, bir gerçeğe, her fikir, bir ideolojiye dönüştürülmüştür. İşte bu makale, bağımsız bir değerler doktrini ya da değerden yalıtılmış bir ontoloji problemini ele alacaktır. Günümüzdeki değer ve anlam krizinin kaynağı irdelenecektir.
Modern düşünce eleştirilirken, bu eleştiri ve farkındalığa çoğu zaman post modern tavır denilmiştir. Elbette bir farkındalık olarak bu tavır önemli olmakla birlikte, modern düşüncedeki pek çok açmaza çare bulmaktan acizdir. Dahası doku itibariyle o da, moderndir. Her şeyden önemlisi post modern düşünce etik kodların içini boşalttığı için, modern düşüncenin ontolojide açtığı çatlağı onarma konusunda çaresiz kalmıştır. Hatta tavır itibariyle böyle bir kaygısının olduğu da söylenemez. Başka türlü ifade etmek gerekirse, Varlık ve değer ilişkisinin sağlanamaması ya da aradaki bağın kopması ciddi sorun olmuştur. İnsanın ahlâki bir varlık olduğu ve modernizmin insanlığın üzerinden geçirdiği değeri ıskalayan ezici silindir dikkate alındığında, bir değerler teorisinden bahsetmenin zorunluluğu kendini göstermiştir. Ancak hakikatle irtibatı kurulamayan bir değerler manzumesi sadece sözde bir çaba olmaktan öteye geçmeyecektir. İşte bu bağlamda mesela Hıristiyan ilahiyatçı Paul Tillich gibi düşünürler Varlık değer ilişkisinin önemine ve aradaki kurulması gereken kopmaz bağın önemine ısrarla dikkat çekmişlerdir. Onun yaşadığı dönem dikkate alındığında (1886 1965) Batı, bir anlam ve değer krizine duçar olmuştur. Tillich’in çabası bir reçete sunma çabasıdır. Burada ifade etmeliyiz ki, değer problemini 'varlık bilgi değer·inµ birliği ekseninde irdelerken, zihinlerde somut karşılık bulması bakımdan çoğu zaman iki büyük düşünürü, biri Batı’yı diğeri doğuyu temsil etmesi bakımından Paul Tillich ve Mevlânâ’yı düşünsel ufuk olarak tercih ettik. İlki, sözünü ettiğimiz ontoloji epistemoloji ve ahlâk arasında var olması gereken organik bağın koparılmasının Batı düşüncesi ve yaşantısında bir değer ve anlam krizine mal olduğuna dikkat çekerek, bu konuda bir restorasyona giderken, ikincisi bir toplumu derinden kavramanın ve inşa etmenin varlık bilgi değer birliğini öne süren bir paradigmadan geçeceğini fark ederek hareket noktası olarak tevhidin farklı bir ifade biçimi diyebileceğimiz bu formülü benimsemiştir.
Esasında varlık bilgi değer· eksenli perspektif ya da paradigma İslam düşüncesinin özünde mevcuttur. Gerek toplumsal, gerek siyasi gerekse de başka nedenlerle gerilemeden dolayı ve de İslam düşüncesine sızmış olan teorik bilginin etkisiyle, bu birlikte zaman zaman bir zayıflamanın olduğu dikkati çeker. Ancak bu konu burada tartışılamayacak kadar girifttir. Tekrar problemimize dönersek, ontoloji ve değer arasındaki bu muazzam örgüden dolayı, mesela 13. yy.’da Mevlânâ bu varlık Bilgi ve değer birliğinin elverişli ve verimli yapısından güç alarak oldukça farklı kültürlerin unsurlarına bir birlik örüntüsü vermiştir. Elbette Mevlânâ gerekli bu zamkın değerden alı nacağını biliyordu. Yapılması gereken, ilkin yabancılaşmamış bir hakikatten söz etmekti. O da bu anlamda Allah’ı nihaî sevgili olarak konumlayarak, bunda sözünü ettiğimiz Varlık değer ve bilginin birliğini ifade etme fırsatını yakalamıştır. Aynı şekilde Tillich’de, sözünü ettiğimiz bağlamda Tanrı’nın hem bizzat varlık olduğunu söylerken, ahlâki yapıp etmelerimizde onun sevgi olduğuna dikkat çekmiştir. Belirtmeliyiz ki, sadece İslam düşüncesinde değil, özde İbrahimî gelenekte söz konusu birlik mevcuttur. Ne var ki, mevcut olan bu birlik özellikle modern zamanlarda zedelenerek koparılmış tır. Makalede bizde özellikle, Modern düşüncenin bu geleneğin kavramlarının asıl sekülerleştirdiğine ve bu süreçte de değerin buharlaştırıldığına dikkat çektik. Elbette, bir çözüm önerisinden önce problemin teşhis edilmesi gere kir. Şimdi modern zamanların neden bir değerler arayışına başladığını an lamaya çalışalım. Bu arayışa geçmeden önce, Varlık, bilgi ve değer ilişkisini irdeleyen bu yazının temelde felsefî bir perspektiften kurgulandığını belirtmeliyiz.
NEDEN DEĞER ARAYIŞI
Özellikle 19. yüzyılın ortalarında etiğin ontolojiden bağımsızlaştırılmasıyla birlikle bariz bir şekilde değerler teorisinden bahsedilmeye başlanması şüphesiz bir rastlantı değildi. Bilindiği üzere, Aydınlanma ve Modernizimle birlikte insanın sadece düşünen bir varlık olarak konumlanması Hegel düşüncesinde zirveye çıkmıştır. Ancak söz konusu düşüncenin, özellikle pozitivizm ve materyalizmin trendleriyle eleştirilmesiyle birlikte, doğa ve insan yorumları, mekanik bilim ve materyalist ontolojinin kontrolüne bırakılmıştır. Etik, biyoloji, psikoloji ve sosyolojideki her hangi bir konu gibi ele alınmıştır. Her var olan değer, bir olguya her norm, bir gerçeğe, her fikir, bir ideolojiye dönüştürülmüştür. Bu durumda filozoflar, insan haysiyetinin ve varlığın anlamının dayandığı gerçekliklerdeki değer boyutunu sorgulamaya başlamışlardır. Dolayısıyla da onlar değerler doktrini olarak isimlendirilen bir yöntem geliştirmişlerdir. Elbette teorik olduğu kadar pratik de olan bu değerler, bir sürekliliğe sahiptirler. Değerler kuşkusuz, natüralizmin ifade ettiği gibi, bir varlık düzenine bağlı değildirler. İyi, güzel ve doğru, varlığın dışında bulunur. Onlar, olgu değil, var olan değer karakterine sahiptirler. Materyalist bir zaman anlayışı içinde kalındığı sürece değerler alanına ait ontolojik bir temel ortaya konabilir mi? (Tillich, 1960: 73.) Dahası Varlık la değerin irtibatı nasıl kurulmalı ya da kurulması gerekli midir? Değer ve varlık arasında bir kopma beraberinde başka çözülmeleri de getirmiş midir? Batı’nın bir anlam krizi yaşamasının altında acaba sözünü ettiğimiz kırılma yatabilir mi?
Değerler, varlık içerisinde ve varlık vasıtasıyla gerçekleştirilmeyi isterler. Çünkü Varlık değeri önceler. Değeri önceleyen Varlık, ona ufuk verir. Ufku olmayan bir değerin kendini gerçekleştirmesinden söz edilemez. Varlığın öncelemediği bir değer, zorunluluğu ve yabancılaşmayı beraberinde getirir. Dahası o bir tahakküm talep eder. Oysa doğası itibariyle değer özgürleşme ve dönüşümü kendinde barındırmalıdır. Öte yandan değerler, Varlık için birtür form işlevi de görürler. Bu bağlamda mesela adalet, Varlık’ın gücünün formu olduğu için insanlar arası ilişkilerde insanlığın var oluşu, adaletin yapıları olmadan devam edemez. Doğrusu Varlık değer arasındaki bağın koparılması rasyonelleşmiş bir değerler kümesinden söz etmek anlamına gelecektir ya da değer denen şeylerin rasyonel bir nitelikten öteye geçmediği görülecektir. Bu trend takip edildiğinde örneğin, adalet deyince bir kanun dan bahsedilir olacaktır. Kanun, dışsallaştırılmış bir bilinç; bilinç ise, içselleştirilmiş bir kanundan başka bir şey değildir. Adaletin kuralları, kanun ve bilincin karşılıklı etkileşimleriyle oluşturulur.
Makalenin Devamı için tıklayınız
* Dr. Aliye Çınar, Uludağ Üniveristesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun. Aynı üniveristenin Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden yüksek lisans ve doktora yaptı. Lisans tezini Descartes Epistemolojisinde Tanrı’nın Fonksiyonunu çalışan Çınar, yüksek lisansını, yine Kartezyen felsefesine dönük olarak Leibniz’de Tanrı-Âlem İlişikisi konulu bir tezle gerçekleştirdi. Rasyonel teoloji üzerine olan bu çalışmalarından sonra, buna yönelik olan teolojiyi eleştirel bir biçimde ele alan ve farklı bir öngörüde bulunan sembolizm konusuna yönelerek Paul Tillich üzerine doktorasını yaptı. Paul Tillich’te Din – Sembol İlişkisi adlı doktora çalışması, İz Yayıncılık tarafından varoluşçu Teoloji adıyla yayınlandı.
Paul Tillich’in "Morality and Beyond" adlı eserini, Tillich’den bazı başka makaleleri de ekleyerek Ahlak ve Ötesi ismiyle derleyip çeviren Aliye Çınar, bu alandaki çalışmalarına halen devam etmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.