İnanç kişinin psikolojisini nasıl etkiler

İnanç kişinin psikolojisini nasıl etkiler
Özellikle ölümcül hastalıklara yakalananlar üzerindeki araştırmalar inancın iyileştirici gücü olduğunu gösteriyor. İnancın hastalığı yenmedeki gücü nasıl işliyor?

Dini hayat yaşamanın, dini yaşama her alanda taşımanın yolu nedir? Din psikolojisi bu konuda ne gibi referanslar sunar? İnanç kişinin psikolojisini nasıl etkiler? Zorluk ve felaketlerle karşılaşanlar hangi psikoloji ile ayakta kalabilirler? Mekke’de boykata maruz kalan müminler hangi duygularla dirençleri kırılmadan inançlarında dönmediler. İslamiyeti seçen yabancılar hangi psikoloji içindeler? Din bilim çatışır diyenlerin dayanakları var mı? İnanç ile hayat arasındaki bağ nedir? Tanrı geni tartışmaları anlamlı mı? Darwine inanmak zorunlu mudur? gibi sorularla Conversion to Islam, Müslüman Olan İngilizler Üzerine Psiko-sosyolojik Bir İnceleme, Freud ve Din, Üç Yusuf Bir İslam, Deprem ve Din, Milenyum Tarikatları, Sekülerizm Sorgulanıyor, Laik Ama Kutsal, Hayatı Sevmek, Darwin’in Çöküşü, İslam Tehdidi Efsanesi çalışmalarının sahibi Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Köse’nin kapısını çaldık.

Prof. Köse önemli açıklamalarda bulundu, ciddi tespitlerini bizlerle paylaştı.

- İnancın kişi üzerindeki etkisi nedir?

İnanç, insanoğlunun hayatı anlamlandırmasını sağlayan bir araçtır. Mesela ahiret inancı kişinin bir işine yarar. Çünkü insanın ölüm korkusunu yenmesini sağlar veya onu iyi işler yapmaya sevk eder. İnançlar ve ibadetler bir değer taşırlar, çünkü insan hayatı için pratik değeri olan işlevsel özellik taşımaktadırlar. James bu konuda şöyle bir örnek verir. Kaplıcaya giden ve kaplıcanın romatizmasına iyi geldiğini düşünen bir kişi için kaplıcanın romatizmaya iyi gelmesi görece bir gerçekliktir. Doktorlar kaplıcanın romatizmaya iyi gelmediğini söyleseler bile, o kişi için bu gerçeklik değişmez. Bu açıdan bakıldığında da inançlar veya ibadetler, hariçten bakanlar için belki anlamsız şeyler olarak görülebilir, ancak onlara inanan müminler için gerçekliktir.

- Bu etki kişilere göre farklılık gösterir mi?

Elbette farklılık gösterir. İnanç olumlu şekilde yönlendirilmediği takdirde olumsuz sonuçlara bile yol açabilir. Mesela herhangi bir günah işlediğinde cehenneme gideceği saplantısından kurtulamayan ve tövbelerinin kabul edilmediğini düşünen bir kişi için inanç ruhsal rahatsızlıklara kaynaklık edebilir. Birkaç yıl önce fakültedeki odamda otururken bir telefon geldi. Santral görevlisi telefonda benimle konuşmak isteyen bir kişi olduğunu söyledi. Bağladı, konuşmaya başladık. Bir bayandı telefondaki. Çocuğuna Allah’tan bahsederken “Allah Baba” ifadesini kullanmış. Daha sonra, Allah’a “baba” demenin din literatüründe şirk yani ortak koşmak olduğunu duymuş. Kadın şirke girdiğini, artık cehennemlik olduğunu düşünüyordu. Kendisiyle uzun süre konuştum. Aşırı şekilde günahkarlık saplantısı içindeydi. Bilinçli bir günah işlemediğine ikna etmek için her türlü yolu denedim. Sonunda, günahkar olmadığına zar-zor ikna olmuş göründü ve görüşmemiz sona erdi. Az sonra telefonum tekrar çaldı. Bu kez telefondaki santral görevlisiydi. “Hocam, görüşme nasıl geçti, kadını ikna edebildiniz mi?” diye sordu. Meğer daha önce de birkaç kez aramış ve başka öğretim üyeleriyle de görüşmüş, bu arada derdini santral görevlisine de anlatmış.

- İnanç ve din pratiğinin uygulamasının kişi üzerinde ne gibi psikolojik etkileri olur?
İnanç ve ibadetlerin gereklerini yerine getiren ve böylelikle kutsalla ilişki kurduğuna inanan bireylerin aynı zamanda davranışlarında ve toplumsal ilişkilerinde pozitif bir yönelime sahip olmaları beklenir. Yani kişinin kutsal alanla pozitif ilişki kurması çevresi ile de aynı paralelde ilişkiler geliştirmesi daha muhtemeldir. Bu yönelim kişiyi daha iyi bir insan yapar ve ona toplum için yararlı olma motivasyonu sağlar. Böylece kişi kendisini hem yatay hem dikey bir ilişki içinde hisseder. Kendisini değerli görür. Bu değerli olma duygusu ona ruhsal tatmin sağlar ki, zaten psikolojinin hedefi de insanların psikolojik tatmin sağlayarak mutlu olmalarıdır.

- Dindeki vecd duygusu ve cezbeyi din psikolojisi açısından yorumlar mısınız?
Din psikolojisi böyle bir halin olabilirliğini kabul eder, ancak bu halin yaşanması sadece bireyi bağlayan bir gerçekliktir. Uyuşturucu alan kişinin zihinsel hali nasıl değişiyor ise, düşüncenin bir alanda yoğunlaştırılması ile de böyle bir halet-i ruhiyeye geçilebilir. Bu durum dini düşünce veya ruhsal alanda gerçekleştirilirse vecd veya cezbe dediğimiz olgu gerçekleşir. Bugün bu kabil olaylara İslam dünyasından çok, Evanjelik Protestanlık’ta özellikle de ABD ve Latin Amerika’da rastlıyoruz.

- Mekke müminlerinin uygulanan her türlü zulme ve hatta boykota karşı direnişini din psikolojisi açısından nasıl yorumlarsınız?
Bu durum, grup psikolojisinin verdiği bir güç olarak yorumlanacağı gibi, Allah’a olan inancın verdiği gücün insanların sıkıntılarla başa çıkmalarını kolaylaştırdığı şeklinde de yorumlanabilir.

- Hz. Ömer üzerinden sormak istiyorum. Tüm karşıtlığına rağmen daha sonra İslamiyet’in kahramanı oluşunu ve Kabe’ye onunla gidilişi nasıl bir psikolojinin sonucudur?
Bu, doğrudan güçlü olmanın verdiği bir güvendir. Nihayetinde Hz. Ömer o toplumun değer verdiği, aynı zamanda da gücünden çekindiği bir insandı. Zaten onun Müslüman olması ile diğer Müslümanlar İslam’ı seçtiklerini korkmadan beyan eder hale geldiler. Hz. Ömer’in kişiliğine değinecek olursak, her hiddetli kişiliğin ardında açığa çıkmayan, bir gölge olarak duran gizli bir yumuşaklık vardır. Hz. Ömer de böyle bir kişilikti. Kız kardeşinin Müslüman olmasına, onun eşiyle birlikte Kur’an okumasına kızmış, onları hırpalamıştı. Ama Kur’an’ı işitmesi onun bu gölge yanını ortaya çıkarmıştı. Belki de kız kardeşine gösterdiği aşırı hiddetten dolayı, suçluluk psikolojisiyle aniden Müslüman olmaya karar vermişti. Çok zor fikir değiştirmesi beklenen insanlar bazen çok kolay ve çok çabuk bir şekilde fikir değiştirerek çevrelerini şaşırtabilirler.

- Dinin verme, paylaşma ve infak emri insan psikolojisinde neleri onarıyor?
Eğer kişi başkalarına infak ederken yardım ederken empati duygusunu harekete geçirebiliyorsa, merhametin en yüksek mertebesi Allah’a atfettiğimiz Rahman ve Rahim sıfatlarında tecelli eder. İnfak etmek nihayetinde Allah adına yaptığımız bir şeydir. Bu bilinçle gerçekleştirilen paylaşma ve yardım Allah’ın huzuruna çıkacağına inanan insanı mutlu edecektir.

- Türkiye’de din psikolojisi nasıl anlaşılıyor? Bu kavram yaygın mı?
Türkiye’de din psikolojisi 1950’lerden beri kullanılan bir kavramdır. İlahiyat fakültelerinde din psikolojisi dersleri okutulmakta, bu alanda araştırmalar yapılmaktadır. Bu fakültelerde din psikolojisi anabilim dalları vardır. Ancak, bu bilim dalı diğer bazı disiplinler gibi popülerleşememiştir. Bunun en temel nedenlerinden birisi psikoloji alanını kendi tekelinde gören ve dini yok sayan psikologlardır. Açıkçası, üniversitelerin psikoloji bölümleri dini araştırmaya değer bir alan olarak görmemektedirler. İlahiyat fakültelerindeki din psikologları önemli çalışmalar yapma eğilimindedirler. Ancak, tabiri caizse ülkemizdeki “bilim piyasası”na hakim olan yanlış bilim ve laiklik algısı nedeniyle birçok araştırma alanına girememektedirler.

-Çok iddialı değil mi bu söyledikleriniz?
Örneğin, 2 yıl önce Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde yaptırdığımız bir yüksek lisans tezi gazeteci Emin Çölaşan’ın yazdığı aleyhte bir yazı ile soruşturmaya uğradı. Otistik çocukların anne-babalarını din psikolojisi açısından inceleyen bir araştırma idi bu. Anne-babalara Batı’da uygulanan bir anket uyguladık. “Anne-babalar çocuklarının başına gelen bu hastalığı bir ceza olarak mı görüyorlar, bu hastalığı kabullenmeleri için din kendilerine yardımcı oluyor mu?” gibi soruları esas alan nötr bir çalışma idi. Yani hiçbir önyargısı yoktu, olamazdı da zaten. Anne-babalar çocuklarına böyle bir hastalık verdiği için Allah’a kızıp inançsız hale de gelebilirler veya daha da dindarlaşabilirler; bunu bir imtihan olarak görebilirler.

-Başka örnekleriniz var mı?
Yakın zaman önce ALS hastalığından futbolcu Sedat vefat etti. Sedat’ın eşinin bir röportajdaki sözleri dikkatimi çekti. “Bu hastalık bizim için bir imtihan ve bu imtihandan başarı ile çıkacağımızdan hiç şüphem yok”, demiş yıllar önce. İşte bu ifadeler din psikolojisinin konusu. Futbolcu Sedat’ın eşi tam tersi şeyler de söyleyebilirdi: “Allah’a isyan ediyorum, neden bize bu belayı verdi?” diye sorgulayabilirdi de. Bu ifadeler de din psikolojisinin konusu. Bu konu Batı’da “Dini Başaçıkma” başlığıyla incelenen bir konu. Sayısız araştırma var. Otistik çocukların anne-babalarını incelerken biz yeni bir bakış açısı falan getirmedik. Sadece Batı’daki çalışmaları kopya ettik. Ama Emin Çölaşan “Otistik Çocuklara Bilimsel Anket! Anne-Babalara Ahiret Soruları” şeklinde aleyhte bir yazı yazdı 17 Haziran 2007 günü ve bu çalışma soruşturma geçirdi. Yine 2 yıl önce kanserli hastalar üzerinde benzeri bir çalışma yaptık. Yüksek lisans öğrencilerimden birisi kanserli hastalarla mülakatlar yaptı. Onların psikoterapi seanslarına katıldı tıp fakültelerinde. Ama çoğu zaman çekindi kimliğini açıklamaktan. Çok üzücü bir durum, maalesef... “Din tacirleri” diye bir ifade var. Ben de onun karşıtını türetmek istiyorum “laiklik tacirleri” diye. Maalesef bunlar bizim bu konularda araştırmalar yapmamızın önündeki en büyük engel.  

- Din psikolojisi uzmanlarının çalışma alanları nedir?
İnanç ve inançsızlık psikolojisi, dini tutum, dini davranışlar, dini duygu, dini tasavvur, dinin birey üzerindeki yansımaları, dini tecrübe, ibadet psikolojisi, din değiştirme psikolojisi, mistik tecrübe, tasavvuf psikolojisi, gelişim dönemleri ve din gibi alanlar.

- Hastane ve hapishane gibi yerlerde görev üstleniyorlar mı?
Amerika ve Avrupa’da papazlar, hahamlar manevi rehberlik (pastoral care veya spiritual care) adıyla bu tür hizmetler vermektedir. Ancak Türkiye’de bu tür uygulamalar bulunmamaktadır. 1995 yılıydı sanırım. Zamanın sağlık Bakanı hastaneler için böyle bir teşebbüste bulundu. Gazeteler sağlık bakanını tabiri caizse “tefe koydular”. “İmam Doktor” falan gibi dalga geçen manşetler attılar. Bakan da geri adım attı. Türkiye’nin Batı gibi olmasını isteyenler, bunu sözde değil özde istemedikleri müddetçe bu tür teşebbüslerden sonuç almak mümkün değil gibi. Daha açık söyleyeyim, laikçiler gerçekten laik olmadıkları müddetçe bu konularda yol almamız mümkün değil.

- İnancın hastalığı yenmedeki gücü nasıl işliyor?
İnanç hastalıkları yenmede bir güç olabilir. Bu konuda özellikle ABD’de yapılan araştırmalar var. Özellikle ölümcül hastalıklara yakalananlar üzerinde yapılan araştırmalar inancın böyle bir gücünün olduğunu gösteriyor. Ancak ben, inancın bu konudaki en önemli gücünün insanlara hastalığı kabullendirmesi ve hastalıkla yaşamayı öğretmesi olduğunu düşünüyorum. İntiharları engelleyen de aynı güçtür, diye düşünüyorum.

- Bu dönemlerde sığınma ihtiyacı daha fazla olduğundan mı tesiri daha güçlü oluyor?
Evet, sığınma hissi daha yoğun yaşanıyor. Bu hissi yönelteceğimiz varlık ise Kâdir-i Mutlak bir varlık olmalı. Zaten insan hastalık, travmatik tecrübe, kaza geçirme vb. durumlarla karşılaşınca ahiret hayatına yoğunlaşma ihtiyacı hissediyor. Hayatın, varlığın, varoluşun sorgulanması böyle durumlarda daha net sonuçlar doğurabiliyor.

- Belli bir dönem özellikle işlenen ‘Din ile bilim çatışır’ fikrine bakışınız nedir?
Din kesin bilgiler verir. İnsanların din adına bilgi vermelerini kastetmiyorum bununla. Dinin doğasında olan bir yapıyı kastediyorum. Din kesinlik arz eder. “Bu böyledir” der. Dinin söylediğine inanıp inanmamak size kalmış bir şeydir. Din bunu yaparken de nihai gerçeklikten hareket eder. Yani bilimin sonunda ulaşacağı noktayı baştan söyler. Dinin doğası budur. Ama bilim kesinlik arz etmez. Bilimsel bir bilgi bugün için geçerlidir. Yarın değişebilir. Ben bu konuda “Popper”ciyim. Yani bilimsel bilgide esas olanın “yanlışlanabilirlik” olduğunu düşünüyorum. Dün Newton vardı, bugün Einstein var, yarın bir başkası olabilir. Bugün Darwin var, yarın bir başkası olabilir. Dün Newton varken biz bilim adına “bu artık son noktadır, Newton’dan sonra bir başkası gelmeyecek” diyebilir miydik bilim adına? Hayır… Çünkü bilimin sabit bir noktası yoktur. Dolayısıyla bana göre, “din ve bilim çatışır mı?” sorusu baştan yanlış kurgulanmış bir sorudur, anlamsızdır.

-Bugünlerde tartışılan Darwin konusunu gibi…
Evet bugünlerde Darwin teorisini tartışıyoruz yine hararetle. Bana göre gülünç bir tartışma. Çünkü hiç kimsenin bilim adına birilerine “Darwin teorisine inanmanız” gerekir deme hakkı yoktur. Bunu söylemek bilime en büyük hakarettir. Newton fiziği ortaya çıktığında birileri çıkıp aynı şeyi yapsalardı ve “Newton fiziğine inanacaksınız, bunun ötesi yoktur” deseydi daha sonra Einstein olmazdı herhalde. Dolayısıyla bilimde bir teori ancak bir sonraki teori için vardır. Bu nedenle ben, herhangi bir teoriyi bilimin bir “amentü” maddesi gibi sunanları “dinde içtihat kapısı kapandı” diyen, Gazali’nin her şeyi söyleyip bitirdiğini, tüm problemleri hallettiğini savunan Ortaçağ mollalarına benzetiyorum. Son yıllarda “Tanrı geni” bulundu, inanç insanoğlunun biyolojik yapısında var, şeklinde söylemler ortaya çıkmaya başladı. Hatta Tanrı Geni başlıklı kitaplar yazıldı. ABD kaynaklı bu söylemler bence din taraftarlarına sevimli gelebilir. Ancak, bana göre bu yanlış bir algılamadır. Çünkü buna inanmak dini “biyolojizm”e mahkum etmek ve insan iradesini yok saymak anlamına gelir. Gizli bir Darwinizm içermektedir bu söylem. Oysa dinin temel iddiası, insanoğlunun Tanrı tarafından akıl ve irade bahşedilerek özel bir amaçla yaratıldığı ve kendisine amade kılınan bu dünyada imtihana tâbi tutulacağı şeklindedir. Tanrı genine inandığınız zaman dinin bu öğretisine inanmamanız gerekir.
 
- İnanç ile hayat arasındaki bağ nedir?

İnanç, hayatı anlamlandıran bir araçtır. En temel bağ budur bence. Alman asıllı Amerikalı çağdaş sosyolog Peter Berger’in “homeless mind” başlıklı bir teorisi var. Çok hoş bir teoridir. “Evsiz zihin” demek “homeless mind”. Ahiret inancı, metafizik inancı olmayan insanları evsiz insanlara benzetir Berger. Bizler her sabah evimizden çıkıp günlük hayatımızın gereklerini yaparız, akşam olunca da eve döneriz. Gün içindeki tüm yapıp-etmelerimiz akşam eve döneceğimiz için anlamlıdır. Oysa evsiz kişinin gün içindeki eylemlerinin böyle bir anlamı yoktur. Dünya hayatı da tıpkı böyledir. Ahirete inananların dünya hayatları tıpkı evi olan insanların gün içindeki hayatları gibi anlamlıdır. İnanmayanların durumu ise evsiz insan gibidir. Yani onların zihinleri, ruhsal yapıları evsiz insanın durumu gibidir ki, bu da psikolojik rahatsızlıklara neden olabilir. Berger’in bu analojik tahlilini ben çok hoş buluyorum.

- İbadetlerin psikolojik açıdan kişiye kazanımları nelerdir?
Yaratıcıyla, metafizik alanla bağ kurma hissi insanı rahatlatır. Birkaç gün önce anneler günüydü. Etilerde öldürülen ve katili hala bulunamadığı için medyanın gündeminde olan Münevver Karabulut’un annesi mezarın başında Kur’an okurken resmedilmişti gazetelerde. Resmin üstünde annenin şu ifadesi yansımıştı manşete: “Eminim kızım beni dinledi.” Bundan daha büyük psikolojik kazanç olabilir mi? Biz ölünün ruhuna dua okuyoruz. Bu ne demek? “Benim kaybettiğim yakınım, ölümüne üzüldüğüm, ağladığım insanın ruhu yaşamaya devam ediyor ve ben ona dua ile mesaj gönderebiliyorum.” Hangi psikoterapi, hangi Güzin Abla insana bundan daha rahatlatıcı bir duygu sunabilir ki? İnsana yakınlarının, sevdiklerinin ölümünü kabullenmeyi, dolayısıyla böyle bir kayıptan sonra hayatı yaşanabilir kılmayı sağlayan bir başka mekanizma var mı acaba yeryüzünde? Sosyolog Peter Berger, “Yirminci Yüzyılın o büyük icatlarından, endüstri devriminin nimetlerinden hangisi bir yakını kaybetmiş insanı teselli edebilir ki?” diyor. İnanç ve ibadetlerin modern dünyada yok olmak yerine yeni yerler edindiğini ve hiçbir zaman yok olmayacağını, çünkü hayatı anlamlı kılan en önemli şeyin inanç olduğunu anlatırken söylüyor bunları.

- Dua etmeyi psikolojik açıdan değerlendirebilir misiniz?
Dua Tanrıyla kurulan doğrudan bir ilişki durumudur. Kişinin, yaratanın kudretini ve kendi acziyetini idrak ettiği bir andır. Ama aynı zamanda kişiye yalnız olmadığını, kendisini dinleyen, derdini anlatacağı bir varlığın olduğunu hissettiren mekanizmadır dua. Bireyin seküler dünyada kutsalla olan bağlantısını tazeleyen ve dünyanın sıkıntılarına karşı bir sığınak olarak düşünülebilen kutsala açılan bir kapıdır. O kapının açık olduğunu hissetmek insanı her şeyden fazla rahatlatır.

- Ahiret inancının, dirilişe inanmanın insanda sorumluluk anlayışına etkisi var mıdır?
Elbette. Gelecekte bir gün yaptığınız her şeyin hesabını ayrıntılı olarak vereceğini bilmek insanın daha sorumlu davranmasını sağlar. Bu sorumluluk bilinci kişinin gerek bireysel gerekse toplumsal hayatında olumlu davranışlar sergilemesini sağlar.

- İnanmanın kişiyi atalete sürüklediği yanlış kader anlayışının tembelliğe ittiği fikrine ne dersiniz?
Böyle bir şey, ancak dinin yanlış anlaşılmasıyla mümkün olabilir. Tüm dinler mükemmellik peşindedir. Mükemmellik peşinde olmak sürekli çalışmayı, sürekli üretmeyi gerektirir. Ama esas olan “ürettiğinin esiri” olmamaktır. Hıristiyanlıktaki manastır mantalitesi, ruhban sınıfı mantığı Hz. İsa’nın bir dönemde yanlış anlaşılmasının bir sonucudur. İslamiyet “iki günü müsavi olan ziyandadır” anlayışını savunur. “Kıyamet kopmak üzere olsa bile elinizdeki fidanı dikin” diyor Peygamber Efendimiz.

- Din duygusu hayata bağlanmayı mı sağlar, uzak kalmaya mı neden olur?
Din duygusu insanda dinamik bir dengenin kurulmasını sağlar. Hemen ölecek gibi diğer dünyaya hazırlıklı olmayı, hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyayı yaşamayı telkin eder. Ancak insanlar kişisel tercihleri neticesinde yine dini çerçevede kalarak daha zahidane bir hayat tercih edebilir.

- Dinin iyileştirici gücü nedir ve nasıl tesir eder?
Din içselleştirilerek yaşandığı takdirde insanın hayatına anlam duygusu katar. Bu duygu sayesinde kişi hayatın zorluklarıyla başa çıkabilir. Ayrıca bu duygunun sağladığı psikolojik rahatlık gerek fizyolojik gerekse ruhsal sağaltım sürecinde olumlu bir katkı yapar.
 
- Sizin Müslüman olan İngilizler üzerinde çalışmanız var. Buradaki ihtidanın psikolojik dinamikleri nelerdir?
Din değiştirmenin iki temel dinamiği vardır. Birincisi entelektüel, diğeri duygusal. Birincisinde insanlar bir diğer dinin entelektüel yönünden, doktrinlerinden, prensiplerinden zihinsel anlamda etkilenirler. İkincisinde ise, bu etkilenme duygusal düzeyde gerçekleşir. Bence Müslüman olanlarda bu ikisi birlikte bir işlev görüyor. Bireyler yaşadıkları bir travmayı aşmak üzere bir arayışa giriyorlar ki, Batı’da bu travma genelde boşanmayla sonuçlanan ailevi problemlerden kaynaklanıyor. Bu insanlara İslam toplumunun ailevi değerleri, kültürel dayanışma olgusu ve İslam’ın bu alanda getirdiği prensipler hoş görünüyor ilk adımı atarken. Bir mühtedi bana “Kur’an’ı ilk okuduğumda birisi yıllardır beni gözlüyormuş da, yaptığım pislikleri not ediyormuş hissine kapıldım” demişti. İslam’la ilk temaslar genelde kitaplardan çok Müslümanlarla geliştirilen arkadaş ilişkileriyle gerçekleşiyor ilk planda.

-Bu süreç nasıl devam ediyor? Bir nevi kişinin kendini sorgulaması mı?
Evet. Kişi daha sonra entelektüel boyuta geçerek kendi inançlarını sorgulamaya başlıyor.
 “Zaten” diyor, “bana Teslis çok mantıklı gelmemişti, günah çıkarma saçma bir şeydi zaten” falan demeye başlıyor. Bu arada eğer Kur’an-ı okumaya başlamışsa bambaşka bir dünya ile tanışıyor ve büyüleniyor. Kur’an’da hayatın nasıl yaşanacağına dair açık bir kılavuzluk olduğunu hissediyor. Kavramsal bir dünyadan (ki Hıristiyanlık kavramsal bir dindir) pratik bir dünyaya geçiyor. Artık bundan sonra adım atmak kolaylaşıyor.

-Etkilenme mekanizmasında neler var?
Batılıları en fazla etkileyen şeylerden birisi de İslam’da din sınıfının olmaması. “Nasıl Müslüman olabilirim, Müslüman olmak için ne yapmam gerekir?” diye sorduklarında, “Kendi kendine şahadet getirmen yeterlidir” denilince şaşırıyorlar. Çünkü Hıristiyanlıkta veya Yahudilikte alıştıkları kalıbın dışında bir şey bu… Dinin Allah’la kul arasında bir şey olduğunu öğrenmek, İslam’a girmek için bir din adamının onayının gerekmediğini öğrenmek, vaftiz gibi, günah çıkarma gibi mekanizmalara aşina insanlar için çok şaşırtıcı. Dahası, Hz. İsa’nın, Hz. Musa’nın peygamber olarak kabul edilmesi onları rahatlatıcı en önemli unsurlardan…

Bu haber toplam 31214 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.