İğneyi kendimize çuvaldızı yalanlara
YUSUF KENAN / YENİ ŞAFAK
Uzak bir hayal, yaşanan bir rüya onun yalnızlığı, hiçbir canlının görmediği; eski bir kitap, hiçbir elin değmediği; yırtık bir defter onun yalnızlığı hiçbir kalemin yazmadığı, yazmayacağı... Fatma Belgin yazmasaydı öyle de kalacaktı Leyla'nın yalnızlığı. Belgin, yazdığı ikinci, yayınladığı ilk romanı olan İğne'yle batırdı yalnızlığı tenimize.
Romanın yalnız ve mutsuz kahramanı Leyla, aşk yarasıyla canı yanan ve aşka inandığı için mutsuz olan bir karakter. Yazar, Leyla'yla sorguluyor aşkı. Ve her terk edilişte batırıyor aşkın iğnesini okurun kalbine. Aşk yalnızlık demek Leyla için. Aslında Leyla, aşkın yalnızlığıyla değil kandırılmışlığın acısıyla savruluyor boğulmuşluklara. Kaybediyor inancını. Aşk, kaybediyor. Günübirlik yaşamaya, hazza, çıkara, basitliğe, emeksizliğe yeniliyor aşk. Zaman aşk zamanı değil, diyor Leyla. İnsanların unuttuğunu çarpıyor yüzümüze. Ve insanlardan usanıp ve uzaklaşıp şişme bir adamda arıyor aşkı."Bay Doğru" adını koyuyor Leyla, şişme adamın adını. Önce kirlenmemiş nefesiyle dolduruyor içini ve çıkarıyor üstünden yalnızlığını. Çıplak kalıyor kandırılmış ruhu.
Yazar, burada öyle bir gerçeklikle yüz yüze bırakıyor ki okuru çarpılmamak elde değil: İnsanoğlu, kendinde kaybettin sen aşkı. Şimdi nerelerde arıyorsun? Aradığın şeysin, haberin yok! İnsanoğlu, ilk önce yalnız bıraktın kendini, sonra yalnızlığınla boğdun kalbini. Kısır bir döngü içinde dönüp duruyorsun. Her geçen gün kendinden uzaklaşıyorsun. Aşktan yani. Aşksızlık hiçliktir. Sen hiçliğe koşuyorsun insanoğlu...Suskunluklar söylenmişlerin hepsidir. Bay Doğru, hep susuyor. En güzel cevabı veriyor insanlara. Leyla onda buluyor kaybettiğini. Yazarın, "insan"a sitemini simgeliyor bu suskunluk. Doğru, unutulan bir gerçek olarak batıyor zihnimize. Gözlerde, sözlerde doğruyu buluna aşk olsun! İçimizden gelen bir ses diyor ki...İç konuşmalar oldukça geniş yer kaplıyor romanda.
Yazar, zıtlıkları, farklıkları,"acaba?", "belki"leri aynı bedende (Leyla'da) bu iç konuşmalarla oldukça başarılı bir şekilde veriyor. Romandaki bu "İç Ses", aslında aşkı, doğruyu kaybeden insanın çelişkisini gözler önüne seriyor. Leyla'nın iç sesiyle mücadelesi belki de insanın kaybettiklerinden geriye kalan tek gerçeklik. Gerçeğe, aşka dair son bir nefes belki de. Olaylar, çok basitmiş gibi görünse de Leyla'nın yaşadıklarının derin izlerini bu iç seste duyabiliyoruz: Hiçbir şey göründüğü ve yaşandığı kadar değildir. İğne'deki mekânlar da (Şişli, Beyoğlu, Etiler...) anlatılanlar da yazarın çok akıcı diliyle capcanlı duruyor karşımızda. Her ne kadar yazdıklarının tamamının kurgu olduğunu söylese de yazarın anlattıkları o kadar hayattan ki, yaşananlar anlatılanların kopyası sanki. Yaşanan, ama anlatıl(a)mayan gerçeklerin cümlelerde hayat bulması. Fatma Belgin, gazeteciliğini üslubuna çok güzel yansıtmış. Kitabın heyecanla ve yorulmadan aynı zamanda düşünerek okunmasını sağlayan bir tarzda yazılmış olması onu daha değerli kılıyor. Kitabı bitirince Özdemir Asaf'ın çocuklara (hepimize) yazdığı bir şiir geldi aklıma:"Yalan bile söylerken / Prensibim doğruluk/İsterim ki ben/ Sen de öyle ol çocuk"aşka, kandırılmışlığa, yalnızlığa dair düşülen notlar iğne iğne batarken kalbimize yeniden düşünmek düşüyor hepimize.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.