Hanefi Avcı hakkında küçük bir psikolojik portre denemesi
Emre AKÖZ / SABAH
Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın olay yaratan kitabı çıktığında, "görevi başındaki bir bürokrat asla böyle bir kitap yayınlamaz" demiştim.
Ama yayınladığına göre üç ihtimal akla geliyor:
1) Bir güç odağından destek ve vaat aldı.
2) Bir zaafı olduğu anlaşıldı. Kullanılıyor.
Kısaca onun da kaseti var.
3) Zihni arıza yaptı; aklı ve mantığı dengeli biçimde çalışmıyor.
Ben şimdilik üçüncü şıkka ağırlık veriyorum.
Sebebini anlatmaya çalışayım:
"Kaç yaşındayım" sorusuna cevap verirken, "54 yaşındayım. Biyolojik olarak 35-40 hissediyorum. Ama yaşadığım olaylar, gördüklerim, aldığım dersler, çektiğim dersler itibariyle 100-150 yaşındayım" diyor Avcı.
Aşırı derecede çalıştığını görüyoruz: "Ne özel hayatım, ne eğlencem ve merakım, ne istirahatım vardı. Sabah uyanınca işe başlar, yorulunca uyur, uyanınca tekrar hedefime yönelirdim."
Şu sözlere dikkatinizi çekerim: "İstanbul'da dört koca yıl çalışmış, her türlü lüks yaşamı sağlayacak imkân ve konuma sahip olmama rağmen bir defa bile ne İstiklal Caddesi'nde, ne Bağdat Caddesi'nde gezmedim. Bir defa bir gazinoya gitmedim. Resmi, mecburi yemeklerin haricinde bir defa bile, lüks değil, sıradan bir restorana gidip yemek yemedim."
Devam ediyor: "Hayatım boyunca hiç 20 gün izin kullanmadım. Hiç kampa, tatil anlayışıyla bir yere gitmedim. Gitmeyi de uygun görmez, gidenlere ise 'görevden kaçıyor' diye kızardım."
Peki, büyük kentin göbeğinde keşiş gibi yaşayan bu kişi, nasıl deşarj oluyor; hayatın yarattığı gerginliği nasıl boşaltıyordu?
Bu tiplerin bazısı bilhassa astlarına bağırıp çağırır. Kötülükten değil, gerilimi atmak için farkında olmadan yapar bunu. Sonra da üzülür...
Ancak Hanefi Avcı onlardan farklı:
"Kimseyi kırmamak, üzmemek için aşırı hassasiyet gösteririm. Aslında bu, bilinçli olarak dikkat ettiğim bir husus değil, bir yaşam biçimidir. Hayatımın temel esasıdır... Birçok astım/arkadaşım benim için, 'Hiç kızmaz, sinirleri alınmıştır' der..."
Evet, belki kızmıyordu Hanefi Bey ama bu ilişkilerden etkilenmediği anlamına gelmiyor:
"Eğer biri benimle konuşurken ses tonunu biraz yükseltirse, biraz kızdığını belli edecek şekilde konuşursa, bir hafta moralim bozulur."
Bunları "Haliç'te Yaşayan Simonlar" adlı kitabında okuyunca, Hanefi Avcı'nın, Mehmet Baransu'nun teybini kırmasına inanın hiç şaşırmadım. (Taraf, 1 Eylül)
Baransu, söyleşi esnasında, pasif bir dinleyici olarak kalmıyor; makul, mantıklı, kurcalayıcı sorularla Avcı'yı köşeye sıkıştırmaya başlıyor.
İddialarının hemen kabullenilmeyip sorgulanması, Hanefi Avcı'yı sinirlendiriyor. Hatta çileden çıkarıyor.
Sonuçta dayanamayıp makam masasının üstündeki teybi fırlatıveriyor.
Hayatı boyunca başkalarını "avlamaya" alışmış, üstelik de soyadı "Avcı" olan bir emniyetçinin, kendini "av" gibi hissetmeye başlaması, tahammülü kolay olmayan, kaldırması zor bir durumdur.
Bu durum aynı zamanda "sinirleri alınmış insan" efsanesinin sınırlarına işaret eder.
Eminim teybi fırlatmasından hemen sonra Hanefi Avcı da pişman olmuştur.
Zaten Baransu'ya, "Saçma sapan konuşuyor ya... Çık! Çık dışarı. Yallah, çık, topla" diye bağırırken, aniden "Lütfen çık..." demesi bu bilinci ve pişmanlığı gösterir.
Ama teyp fırlatılmıştır bir kere!
Delicesine çalışanlara "işkolik" denir. İntihar etmelerini engellemek için Japonya'da devreye psikologlar giriyor.
Japon aklı arıza yapar da, Türk'ün aklı yapmaz mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.