En büyük psiko-sosyal ihtiyaç: Din
Ali FERŞADOĞLU / YENİ ASYA
İnsanoğlu, bütün yönleriyle incelediği maddenin en küçük parçası kabul edilen atomun içine girince her şeyi halledeceğini sandı. Ancak, mini minnacık parçada nerede ise sonsuzluğa uzanan, muamma yüklü metafizik âlemlerle karşılaştı: Fizikçiler, atomların yapısını, atom-altı fenomenlerin tabiatını keşfettiklerinde bilim adamları şaşkına döndü. Çünkü, maddî dünya, artık, çok sayıda bağımsız nesnelerden kurulu bir makine olarak değil, daha çok bölünmez bir bütün içindeki ilişkiler ağı içindeydi. Atomik fenomenlerin tabiatını kavrama mücadelelerinde bilim adamları, temel mefhumlarının, dillerinin ve tüm düşünme biçimlerinin bu yeni gerçekliği tanımlamaya uygun düşmediğini içleri sızlayarak fark etti.1
Bir şey daha ortaya çıktı: Seküler dünya görüşünün palazlandırdığı enâniyet-egoizm, I. ve II. Dünya savaşlarıyla da medeniyetlerin maddî-mânevî birikimlerini yerle bir etti. Huzur allak bullak oldu. İnsanlık mutsuzluk girdabına düştü. Modern toplumlar, çok pahalı bu tecrübeden sonra şu noktaya ulaştı:
Dinsiz fen, mâneviyâtsız teknoloji; insanın bin bir muamma yüklü mânevî cephesini, sayısız ihtiyaç ve arzularını tatmin edemez, edememiş... Beşer, bilimde ne kadar ilerlerse ilerlesin, teknolojide ne kadar yükselirse yükselsin, hiçbir zaman dinsiz yaşayamaz.2 Baş döndürücü bir hızla ilerleyen teknoloji ve maddî imkânlara rağmen; kâinatın hücûmlarına karşı dayanacak ve sınırsız kabiliyetlerine neşv ü nemâ verecek hak dini elde etmezse hayatını sürdüremeyeceği3 anlaşıldı. Zaten, en bedbaht bir mahlûkun dinsiz insan olduğunu da, “zenginlik, refah ve şöhret zirvesinde” seyredenlerin hazin akıbetlerinden daha güzel anlatan ne vardır?
İşte, acz-i mutlak içinde kıvranan beşer, mutlaka bir kudret ve kuvvete, nokta-i istinada, sığınağa ilticâya mecbur oldu. Bu, sosyal ilimlerin de kesin bir bulgusuydu. Çünkü, güçsüz akrebe, ayaksız yılana mağlûp olmuştu. Bunun yanında bîçâre insanın ömrü gibi aklı, fikri ve ilmi sınırlı. 2000’in üstünde ve 16 frekansın altındaki sesleri duyamaz. Bir tonluk kantarların 10 tonluk yükü, 3-5 gramlık mücevheri tartamaması gibi; akıl-idrak-şuûr-vicdân da, büyük meseleleri tartamaz.
Şu halde, bir sanat sanatkârsız, bir resim ressamsız, bir iş failsiz olmadığı gibi; insanı ve kâinatı yaratıp, onu bütün kâinatla ilgili yapan sonsuz bir akıl, güç, ilim ve sair sıfatlar sahibi olması lâzım. O da Allah’tır. Onun da, yaratılışın gayesini, varlıkların mahiyetini, olayların sebebini bildirmesi; Kendisini tanıtması, emir ve yasaklarını bildirmesi gerekir. O da dindir.
Öte yandan insanın kendisinden farklı özelliklere sahip olmayan “beşere” itaat etmemesi, dinlememesi psiko-sosyal bir gerçektir. Ancak kendisinden üstün bir merci kabul eder. İşte din de, insanın yüce Yaratıcıya, yaratılıştan kardeşleri diğer varlıklara karşı münâsebetlerini tanzim eder, ders verir.
Acıkmamız yemeğin, susamamız ise suyun varlığına işâret eder. Mutlaka her insanda bulunan inanma ve tapınma istediği de sonsuz bir kudret sahibini, bir Yaratıcıyı gösterir. En ilkel kavim ve insanların bile tapındıkları, ibâdet ettikleri, sığındıkları bir şey vardır. Şu halde, yanlış da olsa, inanma ve tapınma; yaratılışımıza yerleştirildiğini gösterir.
Çocuklar da, erken yaşlarda dinî meseleleri merak eder, sorar. Kendisine yardım edecek ve koruyacak sonsuz bir kudrete, kuvvete, dolayısıyla mâneviyata, dine inanmaya başlar. Allah’a karşı hissî bir cazibeye kapılır. Psikolojik ortam ve şartların hazırlanması hâlinde çocuklarda bile dinî inanç ve hayatın erken yaşlarda gelişmesi,4 dinin fıtrî, tabiî olduğunu gösterir. Zîrâ, çocukların, kendilerinde henüz akıl ve sâir melekeler gelişmediği halde dinî, mânevî hayatı kavraması, özümsemesi, kabul etmesi bunu ifâde eder.
Dipnotlar:
1- Capra, 1996, s. 15
2- İnal Savi, Ailede Din Eğitimi, T. DES, Ank., 1981, s. 252
3- Münâzârât, s. 86
4- A. Vergote, Çocukta Din, (çev. E. Fırat) mak. AÜİFD, XXII, Ank., 1978
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.