Emekli Koca Sendromu (EKS) Nedir?
Sosyal Hizmet Uzmanı Şadiye Dönümcü Bianet.org sitesinde, Komşusu ile yaptığı sohbet esnasında tuttuğu notlardan yararlanılarak Emekli Koca Sendromu'nu yazdı.
Emeklilik yaşamına adaptasyonun zorlu bir süreç olduğunu göstermesi açısından oldukça önemli tespitlere yer verilen sohbetin ayrıntıları şöyle:
Şadiye Dönümcü / Sosyal Hizmet Uzmanı
Tam 29 yıl sabahın köründe çıkıp, akşamın karanlığında geldim eve. Ev- evlilik -iş hepsi bir arada. İki çocuk büyüttüm kreşlerde, kulüplerde. Anacığım yaşarken cumartesi öğle sonralarını da ona ayırırdım.
Hep yapacak bir şeylerim olduğundan doğru dürüst "oh be" diyemezdim; ne evde, ne işte. N'aparsam yapayım yine de bir şeyler eksik kalırdı. Anacığım "Kızım koltuğa emanet gibi oturuyorsun; sırtını bir yasla" derdi.
Arkadaşlarım gibi iki- üçer hafta değil, üç-beş gün yıllık izin kullanırdım; ihtiyacım olur diye. Çocuklar okulu bitirsin, işe girsin, askerliğini yapsın, evlensinler deyip çalışmağa devam ettim; akranlarım yıllar önce emekli olduğu halde.
Severdim çalışmayı. İşyerinde kafamla çalışırken, evde yorulan bedenim dinlenirdi. Çalışan kadınlar -sadece- evinde çalışan hemcinslerine görece iki kat değil, çok daha fazla kat yorulup yıpranıyor. Zamanımızı daha iyi yönetsek de evde ayrı, işte ayrı kişiler oluyoruz sanki.
Eşim Doğu "Ben yaş haddine kadar çalışırım" derdi hep. Keyfi yerindeydi çünkü; makam arabası, telefon, çifte sekreter, dolgun maaş, yılda altı ikramiye, yurt dışı seyahatler. Niye emekli olsun ki...
Oysa ben son iki yılı "Güney -küçük oğlum- askerden dönsün, ertesi gün emeklilik dilekçemi vereceğim" diye kendimi oyalayarak geçirdim.
* * * *
Tam 29 yıl çalıştıktan sonra, tam 54 yaşındayken, işimle ilgim kesildi. İkramiyemi ve ilk emekli aylığımı aldığım an; orta yaş döneminden yaşlılık dönemine geçiverdim sanki.
* * *
Çalışma yaşamı, işim yani, kimliğimin önemli bir bölümünü kaplıyormuş meğer. Hayattan değil, işten emeklilik günlük yaşamımın akışında bir sürü şey -fiziksel, ruhsal, sosyal, ekonomik vb.- değiştirdi. İlk yıl kendim için oluşturduğum günlük, haftalık, aylık hatta yıllık planlarım bir şekilde işledi.
Zamanımı yönetmekte zorlandım; önceden bir saatte yaptığım işi iki-üç saate yayar oldum. Azalan gelirimle, gereksinimlerimi karşılayabilmek için öncelik sıralamamı değiştirdim. Bazı insanları hayatımdan çıkardım, bazılarıyla ilişkilerimi askıya aldım. Hayatıma yeni ve güzel insanlar da girdi.
Gün oldu; kendimi hiçbir işe yaramayan dümdüz bir insan olarak görüp, mutsuz oldum. Gün oldu; eskiden ancak yılda bir kez yaptığım su böreğini haftada bir yaptığım için kendimi kutlarken buldum. İki-üç gün dışarı çıkmayıp, evde pineklediğim de oldu. Kendimi hiç yapmadığım şeyleri yaparken buldum. Mesela... Yüklükteki yün şilteden, yorganlar yaptırttım. Yaz sonunda kış için kırmızı büber közledim, tarhana yaptım, reçeller kaynattım. Belediye'nin tel kırma kursuna gittim.
Evin bodrum katını, kendim için, kitap okuduğum, sanal aleme daldığım, nakış yaptığım, sudoku çözdüğüm, kendi kendime sığındığım bir yer olarak düzenledim.
Benden destek bekleyen aile büyüğüm ya da küçüğüm -oğullarım yani- de olmayınca ihtiyaç fazlası boş zamanım oldu, şahsıma özel. İleride babaanne olursam işe yarar, zaman bolluğu. Yine erken kalkıyorum yataktan. Eskisi gibi süslenmiyorum. Hep giysime uygun renkte oje süren ben, şimdi cila bile sürmüyorum. Kuaföre nadiren, spora ise daha sık gidiyorum.
Yeni hayatımın ilk yılında buna benzer şeyler oldu. Üç yıl mutlu mesut günler geçirdim, düzen oturtmuştum kendimce.
* * *
Derken eşim Doğu, hiç istemezken, hiç beklemezken kadrosu boşalsın diye emekli olmağa zorlandı. Hiç de hazır olmadığı bu yeni yaşam karşısında çok bocaladı Doğu. Kendini yeniden yapılandırmayı beceremedi.
Hobisi olmayan, spor adına yürüyüş bile yapmayan, kahve-kulüp alışkanlığı olmayan, televizyon seyretmeyen, salata bile yapamayan, sınırlı sayıdaki arkadaşıyla bile kurallı görüşen Doğu Bey; erkenden kalkıp takım elbisesiyle, kravatıyla yaptığı kahvaltı sonrası gazete keyfini bitirince ahlayıp, oflamağa başladı evin içinde. Asabi, tahammülsüz ve çekilmez bir adam oldu; yıllardır tanıdığım ya da tanıdığımı sandığım adam. On-on beş yaş aldı sanki iki-üç ayda.
Yılların bakanlık başmüfettişi olan kocam, emekli olup da denetleyecek yer, denetleyecek insan bulamaz olunca; evi, karısını denetlemeğe başladı.
* * *
Evde 24 saat mutsuz, yapacak hiçbir şeyi olmayan ya da yapacak bir şey bulmayan Doğu'yla olmak beni zorlamağa başladı. 32 yıldır evli olduğum adamla, evdeki tekaüt adam birbirinden öyle farklı ki...
Hiçbir zaman ev işlerinde bana destek olan, evin dış işlerini yüklenen, çocukların sorunlarıyla ya da okul durumlarıyla ilgilenen bir koca, baba olmadı. Önce karıştırmadım onu bu işlere. Sonra karışmıyor diye yakınır oldum. Daha sonra baktım yapmak istese de beceremiyor. Para işlerini de aldım üzerime. Bir denge kurduk evde. Bunaldığımda yardımcı tuttum. Zaman kazanmam gerektiğinde fütursuzca taksi kullandım. Hatta son yıllarda mutfak alışverişini bile sanal ortamda yapar oldum.
Doğu bana karışmadı; ben ona. Az renkli ama sakin ve huzurluydu evliliğimiz. Tartışma nedenlerimiz genellikle oğullarımızla ilgili konular olurdu. Onlarla yüz yüze konuşmayıp, benim üzerimden iletişim kurmağa çalışması beni de, oğullarımı da çıldırtırdı. Artık onlar da yok. Ayrı yaşamlarını kurdu ikisi de.
Diyeceğim şu ki; dengesizlikler bile dengeye dönüşüyor evlilikte kıdem alınca. Yaş kıdemi alındığında ise insanın değil bir yıl önceki hali, bir ay önceki hali bile farklı olduğundan dengeleri tutturmak zorlaşıyor.
Mesela... Benim tahammülüm azaldı. Hayat elimden kaymağa başladı artık. Kolesterol, şeker, tansiyon, boyun kireçlenmesi gibi şeyler günlük yaşamımı şimdilik az engellese de yarın n'olacağını bilemiyoruz.
Diyeceğim şu ki; kocamın tekaüt olması yıllardır süren ev düzenimizi de, 7/24 evde olmamla birlikte yaptığım revizyonu da etkiledi.
Mıymıy, mızmız ve hep isteyen bir adam var evde. Komşuya geçecek olsam kahve içmeğe; "N'apcan gidip? Oturuyoruz işte!" diyor. Markete gidecek olsam; "Boşver şimdi! Yarın gidersin" diyor. Çamaşır asarken, ütü yaparken yanımda. Yemek yaparken ayak altımda. Daha doğrusu hep ayağımın altında.
"Gel yürüyüşe çıkalım" derim, gelmez. "Sinemaya gidelim" derim gitmez. Birlikte bir şeyler yapalım istiyorum. Keyif alacağı şeyler yapsın istiyorum. Yeni alışkanlıklar edinsin de; evden dışarı çıkıp, ayağımın altından çekilsin istiyorum ama nafile.
Teknik işlerde becerisi az olsa da; "Sami'yle model uçak kursuna gitsen; ne güzel olur" dediğimde bana söylemediği laf bırakmadı. Banka işlemleri dışında çıkmıyor genellikle evden. "Hiçbir işe yaramayan bir adam oldum" diyordu geçenlerde arkadaşı Suat'a, telefonda.
Abartılı tepkiler verir oldu: Mesela "Kahveni soğutma" dediğimde "Sana ne! İstediğim zaman içerim" diye bağırıyor. Alışkın değilim ben onunla çatışmaya. Cevap verdiğimde tartışma uzuyor; sustuğumda da tansiyonum fırlıyor. "Ben de emekli oldum ama senin gibi" diye başlayan cümleler kuracak olsam "Ben sen değilim" diyor. İnsanın emeklilik sürecine alışması kolay değil; ben de geçtim o yoldan. Ama kişi bir şeyler yapmazsa; dışarıdan verilen destek bir yere kadar etkili.
Sabah çıkıp gitsin; akşam geri gelsin istiyorum. Ne rahatmışım ikimiz de çalışırken, hatta sadece o çalışırken. Tutturulmuş tekdüze giden ve hiç sorgulamadan sürdürdüğümüz bir hayat varken, Doğu'nun emekliliği ters köşe yaptırdı bana.
Günlük konuşmalar dışında sohbetimiz yok. Ben onun horlamasından, o benim geceleri kitap okumamdan rahatsız olunca odalarımızı da ayırdık. Şimdi aynı evin içinde yaşayan iki pansiyoner gibiyiz. O pek farkında olmasa da, bunalımda. Ve beni bunalttığının da farkında değil. Varlığı beni daraltıyor, içime fenalıklar geliyor.
Dilerim bu krizi bir şekilde aşarız; değilse ben dayanamayıp bu saatten sonra boşanırım da vallahi. (ŞD/BB)
** Bu yazı; komşum Firuzan Abla ile yaptığımız sohbet esnasında tuttuğum notlardan yararlanılarak yazıldı.
*** İlgilisine not: Japonya'da emekli olup da tüm gününü evde geçiren kocalarla beraber olan ev kadınlarında görülen depresyon ya da ciltte döküntü, ülser, astım ve yüksek tansiyon gibi rahatsızlıklara sıkça rastlanmaya başlayınca, bir Japon psikiatrist bu tür yakınmaları olan kadın hastalarına "emekli koca sendromu(EKS)" teşhisi koyup, genellikle anti depresan tedavisi verip, psikoterapi de öneriyormuş. Japonların "EKS" adı taktığı bu duruma "ayakaltı sendromu" diyen popüler psikiatristler de varmış. Ben "ayakaltı sendromu" adını daha çok sevdim. (Bianet.org)
EMEKLİ KOCA SENDROMU NEDİR?
Japonyada yaşlı kadınların yüzde 60’ının, "emekli koca sendromu"ndan (EKS) mustarip olduğu ortaya çıktı. Söz konusu rahatsızlık, benzeri şikayetlerle kendisine başvuran belli bir yaştaki kadınları 10 yıldır tedavi eden doktor Nobuo Kurokawa tarafından keşfedildi.
Sendromun belirtileri arasında, depresyon, ciltte döküntü, ülser, astım ve yüksek tansiyon bulunuyor.
Dr. Kurokawa, yaşlı kadınların yüzde 60’ının EKS’den mustarip olduğunu, ihmal edilmesi halinde rahatsızlığın artacağını belirterek, "Kocalar eşlerini anlamaya çalışmazlarsa hastalık tedavi edilemez hale gelebilir" dedi.
SENDROMUN NEDENİ
Erkekler yaşlanana kadar her gün işe gitmek üzere evden ayrılıyor ve akşam geç saatlerde eve dönüyorlar. Bunun sonucunda, erkeklerin ekseriyetle "ev işi yapıp çocuklara bakan birisi" gibi gördüğü kadınlar da evde kendilerine ayrı bir yaşam kuruyorlar.
Ancak "işleriyle evli" erkekler, Japonya’daki emeklilik yaşı olan 60’larına gelip günlerini evde geçirmeye başladıklarında, kadınlar artık neredeyse yabancılaşmış oldukları bir erkekle dip dibe yaşamak zorunda olduklarını fark ediyorlar. Bunun üzerine Japon kadınlarında depresyon ve fiziksel rahatsızlıklar baş göstermeye başlıyor.
Takako Terakawa adlı kadın, bu durumu "Kocamın evde olduğunu düşününce cildimde döküntüler oluşuyor, mideme ağrı giriyor. Bazen onunla aynı odada olmak hasta olmama yetiyor" diye anlattı.
Batı ülkelerinde ilişki bu hale gelince çiftler boşanma yoluna gidebiliyor.
Ancak Japon kültüründe bu kuşaktaki insanların boşanması iyi karşılanmıyor. Bunun yanı sıra Japon kadını boşandığında kocasının maddi imkanlarından faydalanamıyor.
Boşanamayan Japon kadını da EKS rahatsızlığını ölünceye kadar çekmeye mahkum oluyor.
Nüfusu giderek yaşlanan Japonya’da bu rahatsızlığa ilişkin haberlere son günlerde televizyon ve gazetelerde de yaygın olarak yer veriliyor. (hekimce.com)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.