Çocuklarda mahremiyet eğitimi

Çocuklarda mahremiyet eğitimi
Eskilerin “Hayâ Duygusu” dediği şimdilerde ise “Mahremiyet Eğitimi” olarak bilinen ve çocuk terbiyesinde çok önemli bir konuma sahip olan mesele, maalesef günümüzde ihmal ediliyor.

Pedagog Adem Güneş / MORAL DERGİSİ


Eskilerin “Hayâ Duygusu” dediği şimdilerde ise “Mahremiyet Eğitimi” olarak bilinen ve çocuk terbiyesinde çok önemli bir konuma sahip olan mesele, maalesef günümüzde ihmal ediliyor. Günümüz anne babaları kendi çocukları açısından hayati önem taşıyan “Mahremiyet Duygusu”nun nasıl kazandırılacağı konusunda yeterince bilgi sahibi değiller.

Hangi yıldı hatırlamıyorum. Kayseri’de bir arkadaşın yanında misafirdik. İkindi vaktinde çaylarımızı yudumlarken arkadaşımız, “Eğer arzu ederseniz, falanca semtte filanca isimli bir zat yaşar. İlmi ve imanı ile ün salmıştır. İsterseniz hava kararmadan, bu bilge zata bir ziyarette bulunalım mı?” diye sorduğunda “Hay hay, neden olmasın” diye karşılık verdik.

Kayseri’nin meşhur bağ evlerinin arasında, tozlu yollarda, bir süre yolculuk yaptıktan sonra, seksen küsur yaşına rağmen hâlâ dimdik ayakta duran bu nur yüzlü, bembeyaz sakallı muhteremin evine ulaştık.

Kendisi, asma dallarından yaptığı şadırvanın altında, tahtadan yapılmış bir sedirin üzerinde oturuyordu. Bizi görünce kendi büyüklüğüne yakışır bir nezaketle ayağa kalktı ve bahçe kapısından kendisine selam veren bizlere, “Buyurun” diye içeri davet etti.

Kendisine, geçerken uğradığımızı, bir çay içme süresince hal hatır sorup sohbet etmek istediğimizi iletince, memnun oldu.

Yaşlı zat gayet sakin, yılların birikimi ile büyük bir olgunluk ve vakar içerisinde bizlerle tek tek tanışmaya başladı. Uzun süren tanışma faslından sonra, söz, döndü dolaştı, çocuk terbiyesine geldi dayandı.

Yaşlı zat, konuşmasını devam ettirmeden önce hepimizi şöyle bir kere daha süzdü. Acaba içimizde sohbetin derinliğini kaldıramayacak biri var mı diye göz ucu ile herkesi yokladı.

Sonra, elinde tuttuğu tiryaki bardağındaki çayı usulca dudaklarına değdirdikten sonra sakin bir üslupla konuşmasına devam etti: “Sizi tenzih ederim. Kusura bakmazsanız eğer günümüz anne babaları hakkında düşüncelerimi söyleyeyim” dedi ve konuşmasını sürdürdü: “Maşallah günümüz anne babaları her konuda her şeyi biliyorlar, ama konu asıl kendi meselesi olan “aile hayatı” konusuna gelip dayanınca, çok cahil olduklarını gözlemliyorum. Babalar baba gibi değil, anneler de ana gibi değil artık. Öyle olunca toplumda hasta ruhlu yeni bir nesil yetişmeye başladı.” diye tespitlerini bizlerle paylaştı.   

Şırıl şırıl bir havuzun kenarında sedire dizilmiş bizler, üç aşağı beş yukarı kendisine hak verdiğimizi söyledik.

“Günümüz anne babaları mahremiyet eğitimi nasıl verilir bilmiyor!”

Yaşlı zat, bizim “çokbilmiş” hâlimizi yine olgunlukla dinledikten sonra, tekrar devam etti: “Evvelden, çocuklar yetiştirilirken bir “mahremiyet” eğitimi vardı. Mahremiyet eğitimine anne babalar çok önem verirdi. Şimdiki anne babalara bakıyorum, çocuklarını bu önemli konuda ihmal ediyorlar.” diyerek iç çekti.

Konu gayet ilgimi çektiği için, “Nasıl yani biraz açar mısınız?” diye merakla kendisine yöneldim.

Yaşlı zat, “Şimdiki çocukları gözlemliyorum, kıyafetlerini değiştirirken çok rahat davranıyorlar. Örneğin şu oturduğumuz yere bir çocuk gelse, annesi, o çocuğun kirlenmiş elbiselerini çıkartıp, temiz elbise giydirecek olsa, çocuk hiç utanma hissine kapılmıyor. Gözümüzün içine bön bön bakarak karşımızda soyunabiliyor, giyinebiliyor. Bu çok yanlış... Anne babalar buna dikkat etmiyor. Çocuklarına mahremiyet bilinci vermiyorlar” dedi.

Yılların tecrübesini bizlerle paylaşan bu yaşlı zatın sözleri tek tek zihnimde karşılık buluyordu.

Mahremiyet bilinci

Konuşma derinleştikçe, mahremiyet eğitimi konusunda anne babaların nasıl yanlışlar içinde bulunduğunu tek tek örneklendiriyordu; “Ya da bir başka örnek vereyim size. Çocuk, artık aklı erecek yaşa gelmiş, yani yedi sekiz yaşına gelmiş ama bakıyorsunuz ki, banyo yaparken, “duş” denen bir fıskiyenin altında anne babası ile kucak kucağa banyo yapıyorlar. Olmaz ki böyle, böylesi bir davranış çocuğun kazanacağı mahremiyet duygusu adına bir cinayettir.  Çocuk, belli bir yaştan sonra anne babasını kıyafetsiz olarak görmemesi gerek.” dedi ve hiç unutamayacağım şu örneği verdi: “İşte böyle yetişen gençler, mahremiyet nedir bilmiyorlar. Mahremiyet hissi öyle bir şeydir ki, bir genç kız çocuğunun iffetli yaşaması için en kıymetli silahıdır. Oturduğumuz sedirlere bir grup hanımın oturduğunu düşünün. Ve işte şu karşıda gördüğünüz çalıların arasında da bir çift hain göz, burada oturan kadınları gizlice seyrediyor olsun. Burada oturan kadınlardan birinin eteği şöyle hafifçe yana doğru açılsa da, şu çalılar arasında burayı gözleyen kişinin bakışları, bu kadının açılan eteğinden hafifçe görünen tenine değecek olsa, eğer bu kadının mahremiyet hissi pekişmişse, tenine değen o bakışı hisseder ve irkilerek eteğini toplar. Bizim buralarda tedirgin olunca “estağfurullah” denilir...  Eteğini toplayan bu kadın “estağfurullah” diyerek şaşkın gözlerle etrafına bakar ve kendini toparlar. İşte bu hâl, mahremiyet bilinci ile yetişmiş bir hanımın hâlidir. Ama eğer, bu hanım, çocukluk yıllarından mahremiyet eğitiminden nasibini almamışsa, ne kendine yönelen hain bir çift gözü fark eder, ne o bakışlardan rahatsız olur, ne de eteğini toplama ihtiyacı hisseder” dedi.

Bu yaşlı zatın seksen kusur yıllık hayat tecrübelerini dinlerken kendimi üniversite amfisinde pedagoji dersi veren bir profesörü dinler gibi hissettim.

Temel davranış refleksi

Evet, bu yaşlı zat çok haklıydı. Günümüz anne babaları çocuk terbiyesinde “mahremiyet” duygusunun verilmesini ihmal ediyorlardı.

Mahremiyet eğitiminde ihmale uğrayan çocuklar ise her an bir çift hain gözün tuzağına düşmeye adaydır. Kendisine yönelebilecek tehlikelerden habersiz, o masum çocuklar, her an tuzaklara düşmeye aday olarak sokak ortasında kendilerini korumaktan aciz, şen şakrak oyunlar oynamaktadır.

Bir insanın bütün bir hayatında iz bırakacak böylesi korkunç bir tehlike karşısında anne babaların hâlâ bilinçsiz olması akıl alacak gibi bir şey değil. Bu konuda “N’olur hocam yardım edin, ateş düştüğü yeri yakıyormuş” diye kapımızı çalan anne babaların, “bize bir şey olmaz” diyerek mahremiyet eğitimini önemsemeyen anne babalar olduğunu üzülerek görüyoruz. 

Kız olsun veya erkek olsun, çocukların, kendilerini bu türlü “hasta ruhlu insanlar”dan koruyabilmesi için nasihat vermek yeterli değildir. Hatta çok defa; “Aman, oğlum/kızım, dışarıdaki kötü adamlara dikkat et, seni alır kaçırır...” türünden korku dolu nasihatler çocuğun ruhunda derin yaralar açılmasına da neden olmaktadır. Bir yandan sosyal yönü kuvvetli çocuk yetiştirmek için uğraşılırken, bir yandan da böylesi nasihatler çocukların içe kapanmasına ve sosyal çevreden korkmasına neden olabilir.

Temel Davranış Refleksi

O halde çok iyi bilinmelidir ki, çocukların mahremiyet eğitimi tek başına nasihat ile veya korkutmalarla olabilecek bir şey asla değildir.

Çocukların kendi bedenlerine yönelecek tehlikelerden kurtulabilmesi için verilecek olan asıl mahremiyet eğitimine biz, “Temel Davranış Refleksi” diyoruz.

Temel Davranış Refleksi’ni eskiler “Hayâ Duygusu” olarak da kullanmışlardır.

Ancak, üzülerek belirtmek gerekirse, günümüz anne babaları kendi çocukları açısından hayati önem taşıyan “Temel Davranış Refleksi”nin nasıl kazandırılacağı konusunda yeterince bilgi sahibi değiller.

Halbuki Temel Davranış Refleksi gelişmiş bir çocuk kendisine yönelecek bir tehlikenin, tehlike olduğunu fark etmese bile, ani bir refleks ile o tehlikeden kendisini koruyabilir. Çocuk, kendisine yönelen anormal davranışın ne anlama geldiğini bilmese dahi ciddi rahatsızlık duyar ve o an o ortamdan uzaklaşmak ister.  

Temel Davranış Refleksi hangi yaşta ve nasıl verilmelidir?

Temel Davranış Refleksi, çocuklara, en kolay olarak 4 – 7 yaş arasında kazandırılır. Bu yaş aralığındaki çocuklara aşağıdaki yol ve yöntemler izlenilerek bu refleks kazandırılır.  

“Bedenim bana aittir” bilinci

Daha bebekliğinden itibaren kendisini rahatlıkla yetişkinlerin eline bırakan bebeğin ilerleyen yıllarda kendi bedeninin farkına varması ve çevresindeki yetişkinlerden ayrı bir birey olduğunu hissetmesi gerekir. Kendi bedeninin kendisine ait olduğu hissini kazanamayan ve kendi bedeni üzerinde başkalarının bir şeyler yapabileceğini düşünen çocuk rahatlıkla taciz tuzağına düşebilmektedir. Anne-babalar, çocukları 4 yaşına gelmeye başladığı andan itibaren çocuklarına vücudunun kendisine ait olduğu bilincini vermelidir. Bu bilincin oluşturulmasında en temel faktör anne-babaların çocuklarının bedenleri ile yapacakları tasarruflarda çocuklarının onayını alma yönünde eğilim göstermektir. Örneğin, terlemiş bir çocuğun atleti izin alınmadan aniden çıkartılmamalı, altını ıslatmış bir çocuğun pantolonu kızgınlıkla ve öfkeyle değil, çocuktan izin alınarak çıkartılmalıdır. Çocuk zamanla kendisinden izin alınmadan bedenine yapılacak müdahaleleri hisseder ve rahatsız olur.

“İzin verirsem dokunabilirsin” bilinci

Bu bilincin oluşturulması için anne baba, çocuğunun vücudunu hoyratça kullanmaktan kaçınmalıdır. Ebeveynlerin çocuklarını öperken “Seni öpebilir miyim?” diye izin istemeleri bu bilincin oluşmasında etkilidir. Çocuğun güçsüz bedeninin, herkes tarafından izinsiz kullanılmasının çocukların kendi bedenlerini koruma refleksini kıracağı unutulmamalıdır.

“Dokunulması yasak olan yerlerim” refleksi

Çocuklar dört yaşından itibaren vücutlarının belli bölgelerine dokunulmasından rahatsızlık duymaya başlamalıdır. Özellikle genital bölgelere dokunulması çocukta ani tepkiye neden olmalıdır. Bu bilincin kazandırılması için dört yaşından itibaren çocukların genital bölgelerine temas azaltılmalıdır. Eş, dost ve akrabalar tarafından çocuk, cinsel organlarına dokunularak, öperek, vurarak sevilmemelidir.

“Fiziksel baskıya direnme” refleksi

Küçük yaştaki çocuklar kendi güçsüzlüklerini ve çaresizliklerini büyüklerin gücünü keşfettikçe anlarlar. Anne-babalar ve akrabalar, çocuklarına olan sevgi gösterileri sırasında çocuklara kendi güçsüzlüklerini hissettirecek kadar büyük ve orantısız güç kullanmaktan kaçınmalıdırlar. Anne-babalar, çocuğuna kendisine güç uygulandığında karşılık verilmesi gerektiğini öğretmelidirler. Bunun için bazen çocuğun istemediği bazı durumlarda gösterdiği tepki, güç gösterisi ile kırılmamalı, çocuğun direncinin işe yaradığı bizzat yaşayarak gösterilmelidir.

“Vücudum görünmemeli” hissi

Çocuklar yürümeye başladığı andan itibaren, çırılçıplak olarak ortada bırakılmamalıdır. Çocuk, hatırlayabildiği en küçük yaşlardan itibaren kendisini genital bölgeleri giyinik olarak hatırlamalıdır. Özellikle dört yaşından itibaren çocuklar çırılçıplak olarak ev içinde veya ev dışında bulunmamalı, giysilerini kendisinin giyip çıkartmasına izin verilmelidir. Kendisini başkalarının yanında çıplak olarak görmeye alışkın olmayan bir çocuk, elbisesinin birileri tarafından çıkartılmasından ciddi rahatsızlık duyacaktır.

“Banyoda çıplak olunmaması” bilinci

Çocuk, temel davranış refleksi kazanması açısından dört yaşından itibaren anne-babası ile birlikte tamamen çıplak olarak banyoda bulunmamalıdır. Ayrıca çocuklar banyo yaparken üzerinde külotu da bulunmalıdır ki, çocuk, genital bölgelerinin görülmemesi ilkesini pratikte yaşayarak öğrenmiş olsun.

“Tuvalette benden başkası olmamalı” bilinci

Bazı anne babalar, çeşitli nedenlerle ya çocukları ile birlikte tuvalete girmekte veya tuvaletin kapısını aralık bırakmaktadır. Bu davranış çocuğun temel davranış refleksi kazanmasına engel olmaktadır. Her ne sebeple olursa olsun dört yaşına gelen bir çocuk, tuvaletin “özel” bir mekan olduğunu öğrenmeli, tuvalet ihtiyacını gideren birisinin başkaları tarafından görülmesinin uygun olmayacağını bilmelidir. Çocuk genital bölgelerinin görülmesinden rahatsızlık duymamaya, kendisini tuvalette iken gören birisine tepki vermemeye alışmamalıdır.

“Soyunma ve giyinmede yalnızlık” ilkesi

Çocuğun dört yaşından itibaren genital bölgelerinin başkaları tarafından görülmesinden adım adım uzaklaşması gerekir. Bu bağlamda çocukların elbiseleri herkesin içerisinde değiştirilmemelidir. Çocuklar mümkünse elbiselerini kendileri ve kimsenin görmediği bir ortamda değiştirmelidir. Eğer çocuk kendisi elbiselerini değiştiremiyorsa, anne ile ayrı bir odaya gidilerek elbiseler değiştirilmelidir.

“İzin verirsem kabul edilirsin” ilkesi

Anne için çocuk ne kadar büyürse büyüsün çocuktur. O yüzden anne, çocuğunun odasına girerken izin alınması gerektiğini düşünmez. Ancak, çocuk dört yaşına girdiğinden itibaren “izin verirsem kabul edilirsin” ilkesi hayata geçirilmelidir. Anne-baba, çocuğun odasına girerken izin istemeli, her şeye rağmen onun çıplak vücudu ile karşılaşıldığında özür dilenip kapı kapatılmalıdır. Bu davranış kalıbı hem çocuğun kişiliğine saygıyı, hem de çocuğun rahatsız olduğu bir durumda itiraz edebilme becerisi kazandırılması açısından önemlidir.

Çocuklarda mahremiyet eğitimi hakkında daha geniş bilgi  Sistem Yayıncılık tarafından yayımlanan  “Anababaların Korkulu Rüyası Çocuklara Yönelik Taciz” isimli kitabımda verilmiştir.

Bu haber toplam 14580 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum