Çirkinlikle Güzellik Arasındaki Ayırımı Kim Yapıyor?

Çirkinlikle Güzellik Arasındaki Ayırımı Kim Yapıyor?
Bir şeyin ya da bir bireyin güzelliğini belirleyen ne? Çirkin olduğuna kim karar veriyor? Güzellik ve çirkinlik sadece estetiksel olarak mı tanımlanmış?

Çirkinlik Ve Güzellik Nedir?

Bir şeyin ya da bir bireyin güzelliğini belirleyen ne? Çirkin olduğuna kim karar veriyor? Güzellik ve çirkinlik sadece estetiksel olarak mı tanımlanmış? Kadın ya da erkek bireylerin güzelliklerinin tanımlanmasında ne etkili olmuş? Bunun gibi pek çok soru sorabiliriz ancak bu kavramlarla ilgili en başta söylememiz gereken mutlak olmadıklarıdır, toplumdan topluma, kültürden kültüre, dönemden döneme güzelin ya da çirkinin ne olduğunun farklılık gösterdiğini bilmek aynı zamanda işimizi de kolaylaştıracaktır.

Örneğin; Hıristiyan dünyası canavarın, kötünün ya da çirkinin tanrının yarattığı olması nedeniyle güzel olduğunu düşünmüştür. Antik Çağda özellikle kadın güzelliği, vücudun kötü amaçla kullanılması olarak algılanmış, Rönesansta çirkinlik felsefi bir anlama dönüşmüştür. Öyle ki bu dönemin sanatsal kavrayışında çarpık vücutlular adeta zafer kazanmıştır. Benzer bir şekilde bir dönemin tanrıçaları doğurganlığı ve bereketi simgelemesi açısından, oldukça kilolu olarak tasvir edilirken başka bir dönemde tam tersi olmuştur. Bir Orta Çağ filozofu orantı ve uyum konusunda gotik bir katedralin boyutlarını benimserken, bir Rönesans insanı gotik olanı barbarca ve iğrenç olarak görebilmiştir.

Sanırım bu kavramların ne olduğu sorusu kadar bu kavramları belirleyenin ne olduğu sorusu da oldukça önem arz ediyor, genel olarak bu tarz durumsallıkların çeşitli dinsel, sanatsal ve kültürel pratiklerle birlikte, iktidar, ekonomik nedenler, etniklik gibi çeşitli belirleyenleri var.

Bu gün anladığımız anlamda özellikle insanın güzelliği algısı, Helenistik dönemin basmakalıp imgeleriyle oluşmuş görünüyor. Çünkü müzelerimiz beyaz mermerin beyazlığının da yardımıyla idealize edilmiş bir güzelliğin tasviri olan Apollo ve Afrodit heykelleriyle dolu ve bu heykeller ideal orantı olarak bilinen, tüm figürün bölümlerinin doğru vücut oranlarına bölündüğü Canon adı verilen bir sisteme göre yapılmış. Bu sistem yüz toplam uzunluğunun onda biri, baş sekizde biri, gövdenin uzunluğu dörtte biri olması gibi oldukça sistematik bir algıya dayalı. Böylece bu güzellik sisteminin dışında kalanlar çirkin olarak adlandırılmış. Bu algıya dikkatle baktığımızda güzel olanın öncelikli olarak beyaz olması gerektiği ve Canon oranına uygun olması gerektiğini görüyoruz, bu da bize neden Afrika kökenli siyahȋ olanların “çirkin”, “pis”, “kirli” olarak algılanıp toplum içinde öteki konumuna yerleştirildiklerine dair bir fikir veriyor. Aynı şekilde neden özellikle kadınların belli ölçülere sahip olmaları gerekiyormuş da bu ölçülerin dışında kalanlar “çirkin” olarak algılanıyormuş? Bunun da cevabı hakkında bir yorumda bulunabiliyoruz.

Güzellik ve çirkinliğin yalnızca estetiksel ve sanatsal anlamda değil sosyo-politik anlamda da farklı tartışmalara sahne olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Örneğin ünlü düşünür Marks güzel olanın değerinin para ile ölçülebileceğini savunuyordu, ona göre para her türlü güzel nesneyi satın alabilme ve edinebilme gücünü sağlıyordu, 1844 El Yazmaları Ekonomi Poltik adlı eserinde “Çirkinim ama kendime en güzel kadını alabilirim, bu sebeple çirkinliğin etkisi, hayal kırıklığına uğratan gücü, para ile iptal edilmiştir.”  Diyordu. Güzelliğin ya da çirkinliğin para ile iptal edilip edilmeyeceği tartışılabilir ancak çirkin olanı belirleyen şeyin ekonomik bir sebebi olabileceği de yadsınamaz. Çünkü zarafet her zaman pahalı kumaşlar, renkler ve mücevheratla bağdaştırılmıştır ancak bu ayrıma yol açanın ekonomik etkenlerle birlikte, kültürel etmenleri olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Çünkü bu durum her kültür ya da her birey için geçerli değildir. Bir topluluk bu durumu zarafet olarak değerlendirebilirken, diğeri sonradan görmüşlük, kendini beğenmişlik olarak da niteleyebilir.

Bu konuda üzerinde durmamız gerekenlerden biriside   “güzellik” kavramının daha çok kadınlar üzerinden tanımlanmasıdır ki, özellikle modernizmin güzellik algısı kadınlar üzerinden şekillenmekte, tüketim kültürünün de etkisiyle kadın bedenine müdahale edilmektedir. Debord’ a göre duyumsal dünyanın üzerinde var olmasına rağmen kendini en mükemmel duyumsal olarak kabul ettiren imajlar seçkisinin bu duyumsal dünyanın yerine geçtiği gösteride tam anlamıyla gerçekleşen şey meta fetişizmi ilkesidir, “hem duyumsal şeyler hem de duyum üstü şeyler” tarafından toplumun tahakküm altına alınmasıdır. Kadının güzelliğinin tanımı içinde bu durum geçerlidir, çünkü artık her şey imajlar ve tek tip estetikler üzerinden şekillenmektedir.  

Ayrıca Debord, bu durumun nitel olanı dışlayan ve nicel olana öncelik veren bir anlayış olduğundan da bahsetmektedir. Ona göre nitel olanı dışlayan bu gelişme, bir gelişme olarak nicel bir geçişe boyun eğer: bu nedenle kadının güzelliği yalnızca dışarıdan algılamaya hapsedilmiştir, dardır, kalıpları vardır modern insanın özellikle de kadının doksan-altmış-doksanlık ölçülere boyun eğmesi bu dönemin estetik ve güzellik algısının sonucudur.

Modern dönemde çirkini ya da güzeli belirleyen şey niceliklere ve tekilliklere bağlıdır. Kracauer, Kitle süsü adlı kitabında özellikle kültürfizik alanında, beğenilerde usulca yaşanan bir dönüşümden bahseder, onun burada kastettiği kadının artık matematiksel kanıtlamalar yapan bileşimlere dönüşmesidir ve bu Amerika’dan Hindistan’a kadar yayılır her defasında hınca hınç dolu stadyumlarda aynı geometrik kesinliğe sahip performanslara dönüşür. Ve bu durum ekran sayesinde en küçük köye kadar ulaşır. Ekrana atılan bir bakış, süslemenin binlerce bedenden; mayo giymiş binlerce cinsiyetsiz bedenden oluştuğunu  gösterir. Kendisi de tribünlerle sıra sıra düzene sokulmuş olan kalabalık, bu bedenlerin oluşturduğu desenlerin muazzamlığını alkışlar.

Artık bu kadınlar estetik ilginin odağı haline gelmişler ve birer ekran süsüne dönüşmüşlerdir. Modern dönemde kadın güzelliğinin anlamı budur kadın artık bir nesnedir onun içsel bir özelliği de kalmamıştır, böylece o artık tekil bir kitle süsüne dönüşmüştür.

Foucault’a göre bedene hâkim olma, beden bilinci, ancak iktidarın bedenin kuşatmasıyla elde edilebilmiştir: Jimnastik, idmanlar, kas geliştirme, çıplaklık, güzel bedenin yüceltilmesi…

Tüm bunlar, çocukların, askerlerin bedeni üzerinde iktidarın uyguladığı kararlı, inatçı, titiz, bir çalışmayla insanı kendi bedenini arzulamaya götüren hattadır. Ancak iktidar bu etkiyi yaratır yaratmaz, bizzat iktidarın bu kazanımlarıyla aynı hatta, iktidara karşı bedenin talep edilmesi, cinselliğin, evliliğin, erdemin ahlâki normlarına karşı zevkin talep edilmesi kaçınılmaz olarak ortaya çıkar çünkü iktidar beden üzerinde mesafe kaydetmiştir. Bu modern güzellik algısı popüler kültür, gösteri dünyası iktidarlara göre biçimlenir, modern dönem insanı bu iktidarın gözüne hapsetmiştir, tek tipleştirme farklılıkların gözü rahatsız edici boyuta ulaşmasına sebep olmuştur, pozitivizmin her şeyi ölçülüp biçilen bir deney malzemesi gibi algılatan bakış açısı insanın da öyle olması gerektiği sonucunu ortaya çıkarmıştır. Bu da bir göz iktidarına dönüşmüş, göz iktidarının talepleri ise hep aynı estetiksel algı ile şekillenmiştir. İnsan bedeni artık içsel özneliğini kaybetmiş, ölçülü, biçimli bir meta algısına,  arzu nesnesine dönüşmüştür.

Görüldüğü gibi “güzellik” özellikle modern dönemde oldukça tekil ve nicel bir algıya dayalıdır, bu güzellik algısının özellikle kadın bedeni üzerinden oluşması kadını bir iktidar nesnesine dönüştürmüştür.

“Çirkinlik” ve “güzellik” algısı konusunda üzerinde durmamız gereken bir diğer nokta öteki olanın çirkinliğidir. Daha önce siyahi olanların “çirkin” olarak nitelenmesinde bu algının önemli olduğundan bahsetmiştik, benzer biçimde bir toplum içinde egemen olanın dışında kalanın algısı da “pis”, “çirkin”, “kötü” gibi olumsuz sıfatlarla ifade edilmektedir. Çünkü çirkin kelimesinin eş anlamlıları: uzaklaştırıcı, dehşet verici, korkunç, tiksindirici, hoş olmayan, garip, iğrenç, bozuk, kirli, kaba, gibi pek çok ifadeye karşılık gelmektedir.

Örneğin: Cenk Saraçoğlu’ nun “Şehir, Orta Sınıf ve Kürtler” kitabında yaptığı görüşmeler İzmir’ e göçle gelen Kürtlerin nasıl bu algıyla değerlendirildiğine dair örnekler sunmaktadır; “Valla pazarcıları Kürtler kaplamış, ondan bir şey alırken bakıyorsun pis malları doldurmuşlar.” Bu örnekte de görüldüğü gibi egemenin dışında kalanın algısı “pis”, pis olan aynı zamanda çirkin olan kötü olan ve de öteki olan. Bu nedenle çirkinlik ve güzellik kavramı aynı zamanda “etnik” bir boyutta da tartışılabiliyor, egemen etnik gruba dahil değilsen “çirkin” olman kaçınılmaz, çünkü onların steril yaşamını farklılığınla pisletiyorsun, farklı dilinle, kültürünle, estetiğinle, farklı olmanın getirdiği bir “çirkinliğe” ulaşıyorsun.

Bütün bu söylediklerimiz bu kavramların aslında basit anlamlar içeren, günlük dilde söyleyip geçtiğimiz herhangi bir kelimenin çok ötesinde boyutları olduğunu gösteriyor. Bu niteleyici sıfatların özellikle estetiksel tanımlarının tamamen dışsal özelliklere dayalı olması da bir başka eksiklik, çünkü güzel ya da çirkin, kötü ya da iyi bunlar bireyler üzerinden tanımlandıklarında içsel bir boyuta sahipler, Huxley’in Algı Kalıpları kitabında belirttiği gibi çiçekler kolay resmedilir, yaprakları zor…

Önemli olan yapraklara yani derinliğe ulaşmaktır.  Bir şeyleri tanımlarken yalnızca şekilsel ve nicel olarak değerlendirmek son derece yanıltıcı olabilir, çünkü  nitelikler niceliklerin ötesinde anlamlar içerir. Ayrıca mutlak güzel ya da mutlak çirkin de yoktur, dayatılmış, öğrenilmiş, belirlenmiş bir güzellik ve çirkinlik vardır, önemli olan oluşturulmuş olanın değil, sadece olanın güzelliğinin farkına varmaktır, böylece güzellik ya da çirkinlik biçimsiz ve önyargısız olarak var olabilecektir.

Kaynak:Aktüel Psikoloji

Bu haber toplam 22560 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.