RECEP YETER/ Yeni Şafak Pazar
Çarşıdan alınamayan, mektepte okunamayan bir bilim dalı İlm-i Sima. Yani yüz bilimi ya da firaset… Sadece akıl ve duyu organlarıyla bilinemeyen, ancak sezgi gücü ile ulaşılan bütün bilgi alanlarını kapsayan firaset, 'bilen' için insanların yüzündeki maskeleri kaldırmaya yarayan muhteşem bir hazine… A. Sait Aykut da bu işi bilenlerden biri…
Birkaç hafta önce bu sayfalarda okuduğunuz Azmi Ofluoğlu röportajımda bir ayrıntı vardı. Ofluoğlu'nun ofisinin duvarında asılı olan ve birbirine benzeyen üç farklı yüzün resmedildiği bir tablo. Tabloya uzun uzun bakan ve 'artık iki yüzlü insanların bile sayısı azaldı' diyen Azmi Bey'in sözleri kulağımda çınlamaya devam ediyor. Bir insana ait yüzlerin sayısının epeyce arttığı, herkesin artık daha fazla maskeye sahip olduğu bir zaman diliminde, insanları yüzlerinden tanımak neredeyse imkansızlaşıyor. İşte bu noktada aklımıza, epeyce deruni bir bilim geliyor. İlm-i Sima, ya da firaset… Yani yüz okuma bilgisi… Bu bilgiye sahip ender insanlardan biri olan A. Sait Aykut'un ifadesiyle 'görünen alametlerle görünmeyen ahlak ve karakterlerin nasıl ortaya çıkarılacağının ipuçlarını bize sağlayan bilgi'… Eğer, aynada ruh elbisenize bir de bu gözle bakmaya cesaretiniz varsa, buyrun yüzleşin…
"GÖĞSÜ GENİŞ OLAN ASLAN GİBİDİR"
A. Sait Aykut, firaset ilminin İslam kültürünün klasik kitaplarında rasyonel mantık içinde iki dayanağı bulunduğunu söylüyor: Uzun zaman içinde elde edilen tecrübeler ve hayvanlara yapılan kıyas. İnsanın görünen bedeninin, görünmeyen ahlâkî ve ruhî yapısını yansıtması sonucunun uzun süren gözlem ve çıkarımlara dayandırıldığını ifade eden Sait Aykut, hayvanlara yapılan kıyasa ise göğsü geniş olanın cesarette aslana benzetilmesini örnek veriyor ve ekliyor: "Göğüs, yürek, ciğer gibi organlardaki sıhhat ve genişlik birçok kültürde cesaretle ilişkilendiriliyor." Firaset ilminin tabii, riyazi ve ilahi olmak üzere üç bölümde ele alındığını, tabii kısmının İslam dünyasına İslam'dan önceki kültürlerden geçtiğini söylüyor. İlk ve orta çağlarda hükümdarların kendilerine görev verecekleri kimselerin seçiminde bu ilmin verilerinden faydalandığını dile getiren Sait Aykut, Müslüman filozofların da Kur'an-ı Kerim'in Hicr Sûresi'nin 75. ayetindeki “Şüphesiz bunda derin bir kavrayışa sahip olanlar için ibretler vardır.” ifadelerine dayanarak bu tür eserlere ilgi duyduğunu anlatıyor. Aykut, İslam dünyasında konu ile ilgili ayrıntılı eser yazan isimleri şöyle sıralıyor: 932'de vefat eden Ebu Bekir Zekeriyya er-Razi, 872'de vefat eden Kindi ve son olarak da 1209'da vefat eden Fahreddin Razi.
HERKES ELDE EDEBİLİR AMA…
Peki bu ilme herkes sahip olabilir mi, ya da her isteyen kişi karşısındaki kişinin yüzüne bakarak çeşitli tahlillerle bulunabilir mi? Sait Aykut, sonradan firaset ilmine sahip olmanın belirli yöntemleri bulunduğunu, bunların başında ise sürekli ibadet, nefsanî arzuları terk etme ile elde edilen firaset kabiliyeti geldiğini dile getiriyor. Aykut'a göre yoğun bir egzersizle ruhun parlatılmasını gerektiren bu yöntem, keskin bir zekâ ve üstün sezgi gücüne sahip kişilerin sıkı bir perhiz ve çile sonucu firaset sahibi olmalarına imkan sağlıyor. Hatta firasetin benzer yöntemleri uygulayan budist rahiplerde ve Kızılderili Şamanlarında da görüldüğü kaydediliyor. Sait Aykut, ilahi firasete ilişkin olarak da şunları söylüyor: "Peygamber Efendimiz “Müminin firasetinden sakınınız, çünkü o Allah'ın nuru ile bakmaktadır.” buyuruyor. Alimler, bu hadisi şerifin İlahi firasetin en büyük göstergesi ve işareti olduğunu savunuyor" Said Aykut'un bir başka dikkat çektiği nokta ise bugüne kadar biriken firaset ilminin kaynaklarına bakarak sıradan birinin tespit yapmasının yanlışlığı… Firaset illminde dile getirilen tespitlerin uydurma şeyler olmadığını vurgulayan Aykut, diğer yandan da bu tespitlerin umumileştirilmemesi gerektiğini söylüyor ve ekliyor: "Bir insana, bu bilim şöyle diyor diye sadece bir uzvunun şeklinden dolayı hüküm vermek yanlış. Bu durum hem o ilme karşı saygısızlık, hem de suizanna kapı aralama açısından mahzurludur. Onun için bu kriterleri herkesin kullanması doğru değildir."
HAKİM DEDİĞİN SUÇLUYU DUDAĞINDAN TANIR
İnsanların iç yüzlerini yüzlerine, vücud yapılarına göre anlama kabiliyeti demek olan firaset mahkemelerde kullanılsaydı nasıl olurdu? Hakimler suçluyu gözünden tanıyabilir miydi? Sait Aykut, İslam dünyasında firaset ilminin yaygınlaşmasıyla bu tartışmaların da yapıldığını ancak mahkemelerde bütün delillerin tıkandığı noktalarda bu yönteme zaman zaman başvurulduğunu anlatıyor. Aykut, bu yöntemin kullanılmasının tasvip edilmediğini de dile getiriyor. Sait Aykut'un bu bilim dalının Batı'da kullanılmasıyla ilgili verdiği bilgiler ise bir hayli ilginç: Batı hukuk tarihi, fiziki özellikler ve şekil bozukluklarının kişinin şeytani niteliklerini gösterdiğine ilişkin görüşlere sahipken, Ortaçağ'da daha da ileri gidildiğini yazıyor.. Kanunlar, zanlılar arasında en çirkin olanın suçlu olma ihtimalinin fazla olduğunu bile savunur. Batılı bilim adamlarından Giambattista della Porta fizyonomi okulu kurmuş, insan davranışları ile yüz özellikleri arasındaki ilişkileri incelemiş ve hırsızlar hakkında kesin yargıyı bile vermiştir: "Hırsız, geniş dudaklı ve sert bakışlıdır!"
Huylar beldelere ve meskenlere göre de değişiyor
Firaset konusunda söz sahibi bilim adamlarından kabul edilen Fahreddin Razi ise bu konudaki tüm yöntemleri İlm-i Firase isimli eserinde ortaya koyan alim olarak biliniyor. Razi, eserinde çok sıcak memleketlerin, insan derisinin deliklerini genişlettiğini dile getirirken, bunun da beraberinde doğal hararetin azalmasına, ruhun yavaş yavaş çökmesine, kalplerin korkaklaşmasına ve hazmın zayıflamasına yol açtığını yazıyor. Eserde, soğuk ülkelerin halkı daha cesur ve gıdayı daha güzel hazmedici olarak tanımlanırken kuru memleketlerin ahalisi ise mizaçlarında ve beyinlerinde kuru tabiatlı olarak ifade ediliyor. Bedenin uzuvlarına ilişkin şu tanımlar ise bir hayli dikkat çekici:"Alnı buruşuk ve yayılmaya meyilli ise, o kişi öfkelidir. Alnın kırışıklığı çok az ve kısa olan övülmeyi sever. Eğer alın düz ve kırışıksız ise, kavgacıdır. Çok tüylü kaşları olan kişiler meraklı, endişeli ve hüzünlü olur. Gözleri az çökük durumda olan kişilerin nefsi şereflidir. Çünkü aslan böyledir. Her iki gözü berrak ve parlak kişi zevk düşkünü olabilir. Burnu kısa ve eğri olan kişi, kadınlara karşı şehvetlidir. Dudağı kuru olannın rahatsız olma ihtimali vardır. Köpek dişlerinin bulunduğu noktada dudağı ince olan kişi kuvvetlidir. Dişleri zayıf, ince ve seyrek olan kişinin bünyesi zayıftır.Kimin yüzü zayıf ve ince ise, işlere önem verendir. Çok gülen kişi yumuşak, müsamahakar ve işlere ehemmiyet vermeyendir. Az gülen kişi kindar ve muhaliftir. İnsanların işlerine kolay kolay razı olmaz. Kimin boynu kalın ise, o, kuvvetli ve saldırgan, kimin boynu ince ise, ruhen ve bedenen zayıftır. Kimin boynu kalın ve dolgun ise, o, öfkelidir. Kol dize ulaşıncaya kadar uzun ise bu durum, nefsin şerefine, bazen de kibre ve liderlik sevgisine delalet eder. Güzel ve yumuşak olan avuç ve el, süratle öğrenme ve anlamaya delalet eder. Güzel ve küçük ayak, sahibinin iftihar ve sevincine delalet eder." Aykut'un dediği gibi herkesin birbirine bakıp bu tespitleri koyması mümkün değil.