Batı dünyası, kendisini hep “fobi” duyduğu “öteki” üzerinden tanımlar. Grek ve Romalılardan beri devam eden gelen bu durum, bugünkü batının da karakterini/ruhunu oluşturur. İlginçtir; “barbarlık” sözcüğü Grekçe “yabancı” sözcüğünden gelmektedir. Fobi sözcüğü de Latince Phobos kökünden gelmekte. Phobos, Yunan mitolojisine göre, savaş tanrısı Ares'in yanından ayrılmayan dehşet tanrısıdır. Türk dil kurumunun sözlüğünde “Fobi”; “Belirli nesneler veya durumlar karşısında duyulan olağan dışı güçlü korku, yılgı” olarak açıklanıyor.
Az önce işaret ettiğimiz gibi batının xenofobia (yabancı korkusu), bilinmeze duyulan korkusu yeni değil bilakis kökleri çok kadim dönemlere kadar dayanmaktadır. İslam öncesi dönemde Grek ve Romalıların Akdeniz ve Mezopotamya'ya yönelik korkusu ne idiyse bugünün Avrupa'sının da korkusu aynı minvalde oluşuyor. Yani kendinden olmayan ötekiyi yabancı/barbar olarak görme hali kadim olgudur. Daha sonra onu imagolojik (imgebilim) ve etimolojik (kökenbilim) olarak tanımlayıp satan/şeytan-laştırma o halin bir tezahürdür. Batının hikâyelerine, mitolojisine, filmlerine, sanatına ve tahrif edilmiş dini metinlerine sirayet eden “fobi” tamamen bu ruh halinden neşet etmiştir.
İslam geldikten sonra batının “fobi”si bu kez İslam âlemine yönelmiştir. Kıta Avrupa'sına -Portekiz-İspanya (Endülüs), Malta (Medine) ve Sicilya (Sakilya) Adası- İslam'ı ilk ulaştıran Mağripliler batının ilk “fobi”sini oluşturur. “Sarazen” (Saracenus) olarak adlandırılan Mağripliler, batılı ressamların figürlerinde yeteri oranda nasiplerini almışlardır. Yüzyıllar boyunca pek çok defa yeni fırça darbeleriyle zenginleştirilen “Mağripli öldüren Santiago” tasvirinde değişmeyen tek şey Mağripli figürü olmuştur.
İstanbul'un fethi ile birlikte 15. yüzyıldan itibaren batı, “fobi”sinin merkezine Türkleri oturttu. Bu kez olumsuz tüm tasvirlerin eksenini Türkler oluşturdu. Elinde kılıç, sakallı ve sarıklı barbar öcüler, batıyı yakıp yıkmaya geliyordu. Kalemler ve fırçalar kuşandı artık yeni bir “fobi”nin vahşi figürü tasvir edilmeye çalışıldı.
Böylece “Türk” tasvirleri batının korkulu bir heyulası oldu. Avrupalılar, Türkleri kadim korkuları olan Truvalılarla aynı kökenden göstermeye başladı. Hatta bazı batılı tarihçiler, Türk isminin (Turco) acı çektirmek (a torquendo) veya işkence (a tortura), ellerine düşenlere acı çektiren belalılar anlamına geldiğini yazdı. Diğerleri de, Türk kelimesi üzerinde söz konusu bildik demagoji oyununu yaparak Türklerin “teucri” (Türk) değil, “truces” (kasap) olduklarını söyledi.
“Sarazen”, “Mağripli” ve “Türk” kelimeleri genelde Müslüman kelimeleri ile eş anlamlı kullanıldı. 16. yüzyıldan sonra Müslüman sözcüğü yerine batıda “Türk” revaç buldu. Öyle ki, din değiştirerek Müslüman olanlar için “Türk olmak” (Turn Turk, tornarse turco vs.) terimleri kullanılmaya başlandı. İngilizce “Turcophobia” ve Almanca “Türken Furcht” olarak adlandırılan “Türkofobi”si batının yeniçağında zirveye ulaştı.
İşte bu şekilde Batı dünyasındaki halklar, asırlarca Türk, Arap, İslam, Müslüman, Kur'an ve Muhammed aleyhinde yoğun bir propagandanın etkisi altında kaldı. Hatta Allah Rasûlü Muhammed'e (sav) “Mahound” (köpeğim) lâkabını takmaları da bu fobinin bir eseridir. Bugün birçok ünlü batılı edebiyatçının kitaplarında ve tasvirlerinden bu “fobi”nin tezahürleri hâlâ durmakta ve batının bilinçaltını süslemeyi sürdürmektedir.
İslam dünyasının etkisiyle Avrupa'da ortaya çıkan “Rönesans”, “Reform” ve “Humanist” dönemlerde yani dini duyguların azalmaya yüz tuttuğu zamanlarda dahi Türk/İslam fobisi hep devam ede geldi. Batının “Türkofibisi veya İslamofibisi” yalnız kültürel önem taşıyan bir sorun olarak kalmadı bilakis daha sonra siyasi hüviyeti daha ağır kazandı. Bugün batının, özelde Türkiye'ye genelde İslam dünyasına yaşanan bunca değişime rağmen hâlâ kin gütmesinin nedeni bilinçaltını işgal eden bu tarihi terakümden gelmektedir.
Unutmamak gerekir ki, Batıda yaşanan Ortaçağ sonrası ortaya çıkan Modern Avrupa, Haçlı Savaşlarının başladığı bir dönemde doğmuştur. Modern Avrupa'nın çocukluk döneminde kendini gösteren Haçlı Savaşları bugünün yaşlı Avrupa'sının belleğinde yaşadığı onca değişime rağmen yer etmeye devam ediyor. Modern sosyoloji ve psikoloji bize ilk çocukluk devresinde meydana gelen şiddetli tesirlerin açık veya kapalı olarak hayat boyunca devam ettiğini hatta bu konuda toplumların da fertler gibi olduğunu söyler. Bugün biliyoruz ki, bu etkilerin meydana getirdiği izler batı dünyasında çok derindir. Öyle ki hayatın, duygudan daha çok düşüncenin şekillendirdiği sonraki devresinde bile akli tecrübe ve çabaların bunları silmesi çok güçtür. Silse sile bile bütün izlerinin ortadan kalkması çok nadirdir.
Şimdi tüm bu anlattıklarımız ekseninde Türkiye-Avrupa Birliği tartışmalarını, Afganistan, Irak, Filistin, Pakistan, Somali işgallerini, el Kaide ve Avrupa'daki karikatür olaylarını yeniden okuyunuz. Hatta yine bu çerçeveye, İslam dünyasındaki katliamları, Ebu Gureybleri, Guantanamoları, Gizli Hapishaneleri, Şark Meselesini, Büyük Ortadoğu Projesini ve Misyonerlik çalışmalarını da katın. Göreceksiniz ki, İslam âlemine yönelik bütün bu tahkir ve tezvirlerin berisinde koca bir tarih yatmakta.
Yine enteresandır, bu olayların körüklenmesinde, geçmişte olduğu gibi bugün de Siyonistler ve Yahudi lobileri büyük rol oynamakta. İslam dünyasında gördükleri iyi muameleye ve Avrupa'da yaşadıkları vahşi katliama rağmen Yahudi kalemlerin ve beyinlerin bu olayların arkasında yer alması dünyada tesadüf edilebilecek en garip paradokslardan biridir.
Her neyse, konuyu uzatmadan şunu söylemek istiyoruz: Bugün kendini yenilemesi ve bilinçaltını temizlemesi gereken batıdır. Eğer batının şuuraltındaki bu imgeler, figürler, kavramlar ve korkular temizlenmez ise, ne Türkiye Avrupa Birliğine girebilecektir ne de İslam dünyasında katliamlar eksik olacaktır.
Not: Bu konuda şu üç kitabın özellikle okunmasını salık veriyorum:
Halil Halid'in 1904 yılında kaleme aldığı “A Study in English Turcophobia” adlı çalışması bu konuda kaleme alınmış önemli kitaplardan biridir. Bu kitap, “İngiliz Türkofobisi Üzerine Bir Çalışma” adıyla Halil Halid'in “Bir Türkün Ruznamesi” adlı hatıratıyla birlikte Klasik Yayınları tarafından tercüme edilmiştir.
Yine Dr. Özlem Kumrular tarafından hazırlanan ve geçtiğimiz yıl Doğan Kitap tarafından piyasaya sürülen “Avrupa'da Türk Düşmanlığının Kökeni: Türk Korkusu” bu konuda yapılan önemli çalışmadır.
Ayrıca ünlü Rus yazar A. Tcherep Spiridovitch tarafından 19. yüzyılın başlarında kaleme alınan “L'Europe sans Turquie” (Türksüz Avrupa) adlı kitap bu konuda okunması gereken kitapların başında gelmektedir. Bu kitap Pınar Yayınları tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir.
Turan Kışlakçı