Türkiye'de Pedagoji Eğitimi ROPÖRTAJ

Pedagog Adem Güneş Türkiyede Pedagoji bölümlerinin kaldırılmasının doğru olmadığını ve bu durumun yarattığı risklere dikkat çekerek çeşitli uyarılarda bulundu.

Ekrem Altıntepe'nin Ropörtajı


MORAL DÜNYASI DERGİSİ - Pedagoji eğitimini Hollanda’da yapan Pedagog Adem Güneş, Türkiye’de üniversitelerde Pedagoji bölümlerinin olmadığını söylüyor. Pedagogların olmadığı bir ülkeyi düşünmenin çok acı olduğunu ifade eden Güneş, bir ülkenin kendi pedagogları yoksa, çocuk terbiyesi konusundaki gelişmeleri dışarıdan ithal etmek zorunda kalacağını, Türkiye için de durumun bundan farklı olmadığını belirtiyor.

Pedagog Adem Güneş, Türkiye için yeni bir metod olduğunu söylediği “terapi hikayeleri” ile çocuklarda var olan “korku”, “yalan söyleme”, “hırsızlık yapma”, “ergenlik problemleri” gibi sorunları çocukların bilinçaltına hikayelerle inerek davranış değiştirmenin mümkün olduğunu ifade ediyor. Güneş, Nesil Çocuk yayınları arasında çıkan “Terapi Hikâyeleri-1 / Korku” kitabı üzerine yaptığımız söyleşide çok ilginç açıklamalarda bulundu.
    Türkiye’de pedagog yetişmediğini, çünkü üniversitelerden Pedagoloji bölümünün kaldırıldığını kaydeden Güneş, Türkiye’de Pedagoji kelimesine farklı bir anlam yüklenerek “eğitim bilimi” haline getirildiğini, oysa Pedagoji’nin “çocuk bilimi” olduğunu söylüyor.
   
Geçtiğimiz ay “Terapi Hikayeleri” isimli bir kitabınız çıktı. Korku yaşayan çocuklara yönelik özel olarak hazırladığınız bir kitap bu değil mi?

Evet... Hikâyelerle terapi, Türkiye için yepyeni bir uygulama. Bugüne kadar terapi metotları arasında, renklerle terapi, müzikle terapi, oyunla terapi, neo terapi gibi yöntemler biliniyordu. Nesil Yayınları’nın ve değerli Ömer Faruk Paksu Beyefendi’nin de destekleri ile Türkiye yepyeni bir metodla tanışmış oldu.

Nedir peki “hikayelerle terapi”?
Anormal davranışlar sergileyen çocukların davranışlarını yeniden düzenlemek için hikâyeler içine sıkıştırılmış bilinçaltı telkin yöntemidir. Bu yöntemle çocuk bir yandan heyecanlı bir hikaye dinlerken, diğer yandan farkında olmadan bir bilinçaltı terapi sürecinin içine giriyor. Böylece çocuk, bilinçaltına yerleşmiş bulunan ve kendisini anormal davranışlara sürükleyen dürtülerden kurtulma şansını yakalıyor.

Çok ilginç...
Hem ilginç hem de çok başarılı bir yöntem... Hikâyelerle bilinçaltına inmek anne-babalar için hem kolay hem de çok keyif verici bir uygulama. Kolay, çünkü terapi hikâyelerini uygulamak için ekstra bir bilgiye gerek yok. Yapılması lazım gelen şey, bir uzman tarafından hazırlanmış hikâyeler okunarak çocukların bilinçaltına inmek. Dolayısıyla anne-babanın uzman olmasına gerek yok... Ellerinde hazır bir iksir var, bunu çocuklarına hikâye tadında içiriyorlar...

Sadece korku yaşayan çocukların terapisine yönelik mi olacak terapi hikayeleri...
Hayır... Şu an 10 ayrı davranış problemine yönelik kitaplar hazırlıyoruz.  Terapi hikâyelerinin ikincisi “sosyal fobi” yaşayan gençlere yönelik oldu. Önümüzdeki günlerde kitabevleri raflarında yerini alır sanıyorum... Diğer konular da sırayla geliyor. Örneğin yalan söyleme, hırsızlık yapma, ergenlik problemleri gibi on ayrı konu okuyucu ile buluşacak inşallah.

Siz yurtdışında yaşıyorsunuz değil mi?
Evet Hollanda’da... Zaten biliyorsunuz, Türkiye’de olmuş olsaydım pedagog olmam imkânsızdı.

Nasıl yani? Türkiye’de olsaydınız neden pedagog olamazdınız, anlamadım!
Evet, olamazdım; çünkü 1980’li yıllarda Türkiye üniversitelerinde Pedagoji bölümleri kaldırıldı. Bu tarihten sonra Türkiye’de pedagog mezun olamadı.

Şu an Türkiye’de pedagog mezun olamıyor mu?
Evet, maalesef, şu an Türkiye’de bir tane bile mezun pedagog bulamazsınız. 

Peki neden?
Bilemiyorum. Bir şey de söylemek istemiyorum... Ama pedagogların olmadığı bir ülkeyi düşünmek bile çok acı. Eğer bir ülkenin kendi değerleri ile yetişen pedagogları yoksa, çocuk terbiyesi konusundaki gelişmeleri dışarıdan ithal etmek zorunda kalır; ki Türkiye için de durum bundan farklı değil. Türk Pedagoji literatürünü takip etmeye çalışıyorum... İnanın içim daralıyor... Teorilerin birçoğu Batılı kaynaklardan alınmış, Türk kültür ve değerleri ile doku uyuşmazlığı yaşayan tesbitler ve uzman tavsiyeleri hemen dikkat çekiyor. Ben belki yurtdışında olduğum için trajediyi daha iyi gözlemleyebiliyorum... Ama Türkiye’den bakınca olayın vahameti çok görülemiyor maalesef... 

Peki, yetkililer bilmiyor mu bunu?
İşin ikinci trajikomik yanı da bu ya... Ben bu eksikliğin yetkililer tarafından bilindiğini zannetmiyorum... Yani Türkiye’de sadece Pedagoji kaldırılmamış, aynı zamanda Pedagoji kelimesine farklı bir anlam da yüklenmiş. Örneğin şu an Türkiye’de Pedagoji denilince akla “eğitim bilimi” geliyor. Hâlbuki eğitim bilimi Pedagoji’nin altında bir alt branştır. Türk Dil Kurumu sözlüğüne bir bakın lütfen, Pedagoji’nin tarifinde “eğitim bilimi” yazıyor. Hâlbuki kelimenin aslı Yunancadır ve “Paisagogein” dir. “Pais”, çocuk demek ve “Agogein” de bilim demektir. Yani Pedagoji “çocuk bilimi”dir. Pedagoji’nin tarifini “eğitim bilimi” olarak yapmak tarihi hatadır. Siz kalkar koskoca Pedagoji bilimini sadece “eğitim bilimi” diye tarif ederseniz, bir kültür katliamı yapmış olursunuz.

Kültür katliamı mı?
Bakın, Pedagoji’nin asıl uğraş sahası normal ve anormal davranışlardır. Bir ülkede çocukların normal ve anormal davranışları üzerine oluşmuş bilim dalını kaldırırsanız, o ülkenin din, ahlak, kültür ve evrensel kabul gören değerlerini de katletmiş olursunuz.

İnanın kafam karıştı... Pedagoji’nin bir toplumun geleceği ile ne ilgisi var?
Şöyle izah edeyim... Normal davranışlar nedir? Normal davranış, belli “norm”lar içinde kalan davranışlar demektir. Peki “norm” nedir? Yargılama ve değerlendirmenin kendisine göre yapıldığı ölçü birimi demektir... Yani, norm demek, din demek, kültür demek, örf ve âdet demek, bölgesel ve evrensel kabul gören değerler demektir. Eğer bir insan bu değerlerin dışında hareket ediyorsa, bu kişiye “anti norm” anlamına gelen “anorm”, ya da “anormal” diyoruz... Yani bir çocuğun davranışının “anormal” olup olmadığının tesbitinde işte bu normları esas alıyoruz.

Sanırım şimdi anladım. Yani siz Pedagoji bilimini kaldırmakla “norm” tesbiti yapan bir bilim dalını da kaldırmış oluyorsunuz, öyle mi?
Aynen öyle. Yani bir ülkede pedagoji biliminin kaldırılması ile “normlar”ın tarifi de kalkmış oluyor. Hatta daha da ötesinde siz Pedagoji’ye eğitim bilimi derseniz, ikinci bir katliam daha yapmış oluyorsunuz.

Neden?
Çünkü Pedagoji’nin uğraş sahalarından biri eğitime destektir tamam, ama eğitimin bizzat kendisi değildir. Pedagojinin asıl uğraş sahası terbiyedir.

O halde hemen şöyle sorayım, eğitim ile terbiye arasında ne fark var?
Örneğin, ben desem ki, bir baba, kendi gençlik döneminin acı tecrübelerinden ders alarak, çocuğunu öyle bir eğitmiş, öyle bir eğitmiş ki, on dakikalık bir metro yolculuğu sırasında, metroda bulunan en az on kişinin cüzdanlarını çalabiliyor. Hatta daha da ötesi, boşalttığı cüzdanları hiç kimseye hissettirmeden geri yerine bile koyabiliyor. Bu babanın, çocuğunun eğitimine bu kadar önem vermesinin sebebi, kendi çocukluğunda defalarca polise yakalanmış olmasıdır. “Ben senelerimi karakollarda geçirdim, bari oğlum bu konuda iyi yetişsin” diyor. Şimdi sormak isterim, bu baba çocuğunu iyi eğitmiş mi?

Yankesicilik konusunda iyi eğitilmiş diyebiliriz...
Peki, iyi terbiye edilmiş mi?

Hayır... Böyle bir çocuk terbiyeli diyemeyiz tabii ki...
Şimdi anlıyor musunuz eğitim ile terbiye arasındaki farkı? Yani siz çocuk eğitiminde kültürel ve ahlakî değerleri hesaba katarak bir yol takip ederseniz buna “terbiye” diyoruz. Yok, eğer sadece eğitim konusuna odaklanır ve o sahada bilgi ve beceri kazandırırsanız, buna ”eğitim” diyoruz. Siz, Pedagoji’yi kaldırmakla, “terbiye”yi de kaldırmış oluyorsunuz. Geriye kala kala sadece eğitimin kendisi kalıyor ki, sonra da Pedagoji’nin tarifini “eğitim bilimi” diye tanımlıyorsunuz; bu yaklaşım, çocuk yetiştirmede manevi değerlerin yok sayılması anlamına gelir.



Şimdi her şey biraz daha netlik kazanıyor. Bu noktada aklıma hemen bir soru daha geliyor, peki şu an “pedagog” olarak isim yapan kişiler var, bu kişiler hakkında ne söyleyeceksiniz?
Yani kimleri kastettiğinizi bilmiyorum. Ama benim gördüğüm kadarı ile eğitim ile uğraşan birçok değerli kişi kendilerini daha iyi profile etmek için “pedagog’ olarak tanımlıyorlar. Kötü niyetli olduklarını düşünmüyorum, çünkü bir ülkede Pedagoji’nin tarifi “eğitim bilimi” diye yapılırsa, eğitim fakültesinden mezun olan bir eğitmen de kendini doğal olarak “pedagog” olarak tarif edecektir. Bunun yanı sıra bir de Adalet Bakanlığı kadrolarında çocuk suçları ile ilgili bilirkişi raporları düzenlemek ve bakanlığın bu konudaki ihtiyaçlarını gidermek üzere üniversitelerin Psikolojik Danışmanlık Rehberlik bölümü mezunları “pedagog” olarak istihdam ediliyorlar. Hâlbuki Pedagoji, “Rehberlik ve Danışmanlık”tan çok ayrı bir şey...

O halde nedir bu Pedagoji bilimi, biraz daha derinleşir misiniz?
Az önce de izahını yapmıştım. Pedagoji, çocuklardaki davranış sapmalarının normal ya da anormal oluşu üzerinde durur. Yani 18 yaşındaki bir erkek çocuğu kulağına küpe takmak istiyor, bu normal mi anormal mi? Eğer anormal ise bu davranış nasıl normal hele dönüştürülür? Ya da başörtüsü takmasını istediğiniz bir kız çocuğuna hangi yol ve yöntemleri izleyerek onu incitmeden ve kırmadan bunu nasıl gerçekleştirirsiniz? Yahut çocuk terbiyesinde televizyon nasıl kullanılmalı? Ya da, taciz yaşamış bir çocuk hangi davranış sinyallerini verir? Tüm bu ve buna benzer örnekler pedagoji biliminin kapsam alanına girer. Bu sorulara cevap bulabilmek için bir medya pedagojisi oluşmuştur, bir orthopedagoji oluşmuştur, bir transkültürel pedagoji oluşmuştur... 

Bir dakika... Bir dakika... Tüm bunlar benim için çok yeni... Medya pedagojisi, orthopedagoji, transkültürel pedagoji...
Evet, işte baştan beri anlatamaya çalıştığım şey de bu. Örneğin siz Pedagoji’yi kaldırırsanız, ülkenizde medya pedagogu yetişemez. Medya pedagogu olmayınca, hangi çizgi filmin, hangi yaş grubuna hitap edeceğini, hangi müziğin hangi yaş grubuna zarar vereceğini, reklamların çocuk davranışını hangi yönde tetiklediğini nereden bileceksiniz? Televizyonda çıkan bir çocuk dizisinin çocukları katlettiğinin tesbitini ve bilirkişiliğini kim yapacak? İşte “medya pedagogu” bu sahada uzmanlaşmış kişidir. Ya da, işitme engelli bir çocuğun üniversite hayatına kadar geçecek olan uzun süreçte hangi yol ve metodların izleneceğini nasıl tesbit edeceksiniz? İşte “eğitim pedagogu” bu sahada uzmanlaşan kişidir. Örneğin doğuştan yüzde yüz işitme engelli olup da, üniversitelerde okuyan kaç kişi gösterirsiniz bana? Ya da, taciz yaşamış olan bir çocuğun davranışlarını kim görüp de o çocuğun durumunu analiz edebilecek? İşte “orthopedagog” da bu sahada uzmanlaşan kişidir. Anlatabiliyor muyum?

Evet... Siz anlattıkça olayın vahameti daha da netleşiyor. Türkiye’de tüm bunlar farklı branşlardan kişilerin şahsi gayretleri ile doldurulmaya çalışılıyor...
Geçtiğimiz yıllarda çocuk yuvalarında yaşanan skandallar gündeme geldi. Aslında asıl skandal birkaç bakıcının çocukları dövmesi değil, çocukların topluca kaldığı bir kurumda bir tane bile uzmanın bulunmuyor oluşudur. Tüm bunlara bakarak diyebiliriz ki, Pedagoji bölümlerinin üniversitelerden kaldırılmış oluşu, domino taşı efekti oluşturmuştur. En baştaki taşa usulca dokundunuz, bakın nerelerde yıkıntılar oluşuyor.

Siz aynı zamanda Pedagoji’de bir akımın da temsilcisisiniz değil mi?
Evet. Biz “Antropedagoji” ismi ile ortaya koyduğumuz yeni bir düşünce akımını savunuyoruz.

Bu akım bir Türk Pedagog’un başlattığı akımdır diyebilir miyiz?
Evet, öyle diyebiliriz. Şöyle izah edeyim. Pedagoji teoriler üzerine inşa edilen bir bilim dalıdır. Yani önce teori ortaya atılır, sonra bu teorinin pratikte uygulanışı gözlenir. Örneğin denilir ki, “Bireysel düşünen insan modeli en başarılı insan modelidir.” Sonra bu prensip doğrultusunda pedagojik metodlar üretilir. Çocuğun anne ile olan ilişkisi nasıl olursa bireysellik daha kalıcı olur? Ya da, çocuk hangi terbiye aşamalarından geçerse daha çok bireysellikte başarı yakalanabilir? Okulda ailede, çevrede hep bu teoriyi savunan kişilerin tez ve araştırmaları anne babaları yönlendirir.

Yani önce teori ortaya çıkıyor, sonra pratikte neler yaşanıyor o gözleniyor öyle mi?
Evet, çoğunlukla öyle... Ancak bu durumda yanlış bir teori ortaya atılmışsa, o takdirde, bunun acısı ancak yıllar sonra anlaşılabiliyor. O zaman geriye dönüp bakılıyor ve “şu konuları düzeltmemiz gerek” diyerek yeni bir teori geliştiriliyor. Böylece mükemmele doğru ilerleniyor... Hâlbuki biz diyoruz ki, tarihin derinliklerine inip, oradaki mükemmel insanlara bakılmalı, o kişilerin yetiştirilmesindeki tüm faktörler analiz edilmeli, daha sonra da o faktörlerin günümüz şartlarına uyup uymadığı kontrol edilerek, tecrübe kazanılmalıdır. Böylece, hata yapma riski en aza indirilmiş olur. Biraz önceki örneğe bakarsak eğer, “bireysel insan yetiştirmek” acaba doğru mu? Geçtiğimiz dönemde ortaya atılmış olan bu düşüncenin ürünü olan çocuklar bugün maalesef sokaklarda dehşet saçıyor... “Ego”su çılgına dönmüş insanların gözü ne anne görüyor ne kardeş... Böylesi bir hata neden yapıldı pedagojide? Çünkü tarihi veriler, yani “Antropedagojik” veriler dikkate alınmadı. Hâlbuki “Antropedagojik” yaklaşıma göre bakacak olsak, “bireyselcilik” ya da “kendine güven” hissi daha çok Mısır firavunlarının yetiştirilmesinde görülüyor. Tarihteki örnek insanlara baktığımızda hiçbirinin “ben” vurgusu yapmadığını, “bireysel” düşünmediğini, aksine “kollektif” bir ruh ile hareket ettiğini görüyoruz. İşte bugünün “Pedagoji”sinin daha sağlıklı yol alabilmesi için “Antropedagoji”ye ihtiyacı var. Gidin, tarihin en derin noktalarına fokus yapın, oradan örneğin bir Erasmus’u alın, bir Sokrates’i alın, bir sahabe efendilerimizi alın, bir Fatih Sultan Mehmet’i alın ve inceleyin; o günden bugüne veri transferi yapın ki, hata riskiniz en aza insin...

Böylesi bir akımın öncülüğünün de bir Türk tarafından yapılıyor olması ayrıca bir övünç kaynağı. Son olarak, yeni çalışmalarınızın olup olmadığını sorsam...
Evet var... Şu an Sistem Yayınları’ndan çıkacak olan “Çocuklara Yönelik Tacizler” isimli çok kıymetli bir eserimiz var. Bu eser umuyoruz ki Türkiye’nin her noktasına ve her anne babanın eline ulaşır. Medyada takip ediyoruz, çocuklara yönelik taciz olayları hiç hız kesmeden devam ediyor. Anne baba olarak bu konuda ne biliyoruz, çocuklarda böylesi sinyaller nasıl alınmalı, tüm bunlar bu eser içinde büyük emek sarf edilerek toparlandı. Umuyorum ki yaz tatilinde raflarda olur. Bu arada “Tatil Psikolojisi” üzerine bir çalışmamız var ki, Nesil Yayınları’ndan önümüzdeki günlerde piyasaya çıkacak. Benim için çok özel bir eser oldu bu... Değerli kardeşimiz Editör Özlem Gölcü Hanımefendi’nin büyük sabır ve uğraşlarla ortaya koyduğu bu eser tatile çıkmadan okunması gerekli olan çok hoş bilgilerle dolu bir kitap oldu.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (17)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Röportaj Haberleri