Demokratların belirli kişileri veya kesimleri dezavantajlı kılan toplumsal konumların ortadan kaldırılması ya da hiç değilse bu gibi konumlarda bulunanların sorunlarının hafifletilmesi veya giderilmesi için girişimlerde bulunmaları, demokrasinin eşitlik ve özgürlük boyutlarının gereklerinin yerine getirilmesine hizmet eder. Ne var ki, ne demokrasinin gerekleri ne de demokratların mağdurlara sempati duyma eğilimleri, eşitlik isteğinin farklı kaynaklarının veya görünümlerinin bulunduğu ve bunların hepsinin demokratik ideal bakımından aynı değeri taşımadığı gerçeğini gizlemeli. Eşitlik isteği her zaman demokratik değildir. Eşitsizlikte eşitlik isteği demokratik değildir örneğin. Tarihe biraz göz atmak, farklı ülkelerde ve zamanlarda mağdurlar adına yürütülen birçok kolektif hareketin eşitliği eşitsiz bir ilişkide tarafların karşılıklı yer değiştirmesi olarak veya ancak bir eşitsizlikte eşitlik sürecinin sonunda gerçekleşebilen bir amaç olarak gördüğünü bize hatırlatacaktır.
Eşitlik isteği mağduriyetin yol açtığı olumsuz duygularca harekete geçirildiğinde, adalet de olumsuz bir ilke görünümünü alıyor. Mağdur psikolojisi içinde ne eşitliğin olumlu bir ilke olması ne de adaletin bütün boyutlarıyla değerlendirilmesi mümkün. Bu psikolojiden uzaklaşmadıkça eski talion ilkesinden, diğer bir deyişle ‘göze göz, dişe diş’ten ileriye gitmek zor. Bu ilke ‘eşitliksizlikte eşitlik’ anlamına gelen olumsuz mağdur adaletinin bir görünümü. Talion mağdur adaletinin ulaştığı nokta; o da yoksa hani Türkçe’de “boşa gitmez kötüye bir ceza verilince” diye bir söz vardır ya, durum işte oradaki gibi! Mağdurun ‘saldırgan’la özdeşleşmemesi kolay değil.
İlkesel eşitlik
Mağdur psikolojisi demokrasi ‘mücadele’sinin ilkesel eşitlik için değil, belirli ‘güçlülere’ karşı eşitsizlikte eşitlik için yapılmasına yol açıyor. Bunun nedeni mağdur psikolojisine sahip olanların güçlüleri tamamen haksız, mağdurları ise tümüyle haklı görme eğilimleri. Bu kutuplaştırmacı/karşıtlaştırıcı bir psikoloji. Burada ayırt edici olan karşıtlıktan çok unsurlarının birbirinden bağımsız değerlendirilememesi. Bu psikolojidekilerin güçlü hasımlara ihtiyaçları var; zira onlar sadece güçlülerin gerçekten kötü olabileceğine inanıyorlar; güçsüzlere (mesela topluma) atfedilen ahlaki kusursuzluğun nedeni bu! Toplumu özgür birey için tehlikeli gören liberalizmin Türkiye’de bir toplum müdafiiliği görünümü kazanması da bununla ilişkili! Devletin niteliklerini benimsememek toplumu kusursuz görmeye mi yol açmalı? Ya bazı feministlerin tutumuna ne demeli?
Ezilen Türkler de var
Mağdur psikolojisi içindekiler katılmadıkları bir görüş/kesim bakımından ne ondan yana ne de ona karşıt olma şansına sahip değiller. Oysa çatışma değilse de karşıtlık olumlu bir ilke olarak eşitliği dışlıyor: “Ya onlar ya biz”. Bu, mağdur psikolojisindeki hasmı değersizleştirerek eşit olma isteğinin bir işareti. Mağdurun tepkisi algılanan etkinin niteliklerini kazanıyor; sadece hedef farklı. Dolayısıyla mağdurun iradesi özgür değil; o kendini etkilemiş olan güçlülere bağımlı. Davranışları kendine yapılanla aynı türde veya ona benziyor; mağdur özerk değil. Bu yüzden kızgın. Değerlendirmesi etkiden bağımsızlaşıp nesnelleşemiyor ve bu yüzden adil de olamıyor.
Geçenlerde, ödül kazanan ve olumlu eleştiriler alan bir ‘yerli’ film izledim. Egemen bir çoğunluğa mensup gösterilen ‘güçlü’ figür hem erkek hem otoriter hem daha varlıklı hem milliyetçi, hem bencil hem ‘duygusuz’ (filmde böyle geçiyor), hem de Türktü; buna karşılık filmdeki ‘mağdur’ karakter hem kadın hem Doğulu hem ‘Çingene’ hem duygulu hem diğergam hem de yoksuldu. Oysa, Türkiye’de bazı ezilen milliyetçiler olduğu gibi, bazı ezilen erkekler, duygusuzlar ve Türkler de var! Türklerin baskın etnisite olduğundan yola çıkarak tek tek Türkleri de ezen kişiler olarak görürseniz, bu en azından ciddi bir kategori hatasıdır.
Güçsüz tamamen masum!
Bu psikolojide güçlüler tümüyle kötüniyetli; güçsüzler ise tamamen masum! Kötülüğün iyilikle paylaşılmadığı inancını getiren mağdur psikolojisi negatif bir ırkçılığın da temellerini atıyor. Mağdur psikolojisindekilerin ve onlarla özdeşleşen ‘demokratların’ kategori hatası yapmamaları zor. Diyelim ki bir ülkede baskın bir topluluk var. Buradan bu topluluğa mensup kişilerin de güçlü veya toplumda her bakımdan üstün oldukları sonucu çıkmaz. Bir toplumdaki ezilen kesimlere mensup kimi kişiler bazı yönlerden egemen kesimden birçok kişiden daha iyi durumda olabilir. Türkiye’de birçok Müslüman birçok Kemalistten, birçok Kürt birçok Türkten, bazı kadınlar bazı erkeklerden, birçok Alevi birçok Sünniden ekonomik olarak daha iyi durumdalar; heteroseksüel Kürtler homoseksüel Türklerden bu bakımdan sosyal olarak daha uygun görülen niteliklere sahip sayılabilir. Birçok Hıristiyan çoğu Müslümandan daha eğitimli. Ünlü sanatçı Çingenelerin sayısı az mı! Ayrıca hem ünlü hem de hali vakti yerinde homoseksüeller de var! Üstelik bu değerler ya bir iktidar türü ya da kaynağı.
Tahterevalli
Mağdur psikolojisindekiler ‘karşıt’ görüşlerin veya kesimlerin iyi ve kötü yanlarını birlikte göremiyorlar; zira kendilerini böyle göremiyorlar. Kendilerini daha iyi ve masum dolayısıyla farklı türden insanlar olarak gören eşitlikçi mağdurların bu algıları eşitsiz bir ilişkinin elverişsiz konumdaki tarafı olmalarından değil, kendilerinin de kötü yönleri olduğunu fark edememelerinden kaynaklanıyor. Mağdur psikolojisindekiler sözü geçen karşıtlıkların unsurlarının olumlu/olumsuz nitelikleri paylaşmadığını varsayıyorlar. Sorun şu ki, bu iki değerlendirme birbirine bağımlı. Tahterevalli oyunundaki gibi, bir taraf ne kadar üstteyse, diğeri o kadar aşağıda! Oysa bunlar birbirinden bağımsızlaştığında başlayacak özerk ve nesnel, bundan dolayı da adil düşünme ve duygulanma. Ancak sevdiğimiz kadar nefret ediyorsak adil nasıl olacağız? Beğendiğim ve beğenmediğim yönleri var diyemedikçe bir görüşe veya kişiye, hakkını nasıl vereceğiz? Bir görüşe veya kişiye hakkını veremiyorsak demokrat nasıl olacağız?
Doç. Dr., MURAT ÖNDERMAN: İstanbul Üniversitesi, SBF
Radikal