Türban, bir 'Simge' midir?

Hilmi Yavuz

Türban ya da başörtüsü sorunu, Başbakan Erdoğan'ın 'Türban, siyasal bir simge olsa ne olur?' sözüyle bir kez daha öne çıktı. MHP genel başkanı Bahçeli de 'Türbanın siyasal bir simge olmadığını' söyledi. Anlaşıldığı kadarıyla TBMM'de AKP ve MHP, Anayasa'da yapılacak bir düzenlemeyle türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasını mümkün kılacak bir uzlaşmaya varmış görünüyorlar.
Gelgelelim, sorunun bir de öteki yüzü var: Bir yanda AKP ve MHP'den oluşan parlamento bloku, öte yanda Yargıtay ve Danıştay'dan oluşan devlet (ya da, bürokrasi) bloku. Yargıtay başkanının, türbanı serbest kılacak bir düzenlemenin, bırakınız Anayasa'da yer almasını, bunu öne sürmenin bile bir siyasal partinin kapatılmasına neden olabileceğini ima ettiğini de unutmamak gerekiyor. Kısaca söylemek gerekirse, ip iyice gerilmiş durumda...

Doğrusu, devletle (devlet, sivil ve asker bürokrasi demektir!) hükümet ve şimdi de MHP'nin desteği dolayısıyla, artık sadece hükümet değil, parlamento arasında türbana ilişkin bu çekişmenin, Türkiye'yi bir bloklaşmaya götürmesi kaçınılmazdı. En az on yıldan beri yazdığım gibi, dar bir idrak aymazlığının ortaya çıkardığı durumdur bu: Kavramlar ve tanımlardan değil, ideolojik bir reel politikadan yola çıkmanın getirip dayattığı bir aymazlık!

Bakınız, en azından on yıldan beri yazdığım gibi, siyasal hayatımızda bizi birbirimize düşüren bu tür bloklaşmaların temelinde, 'simge', 'kamusal alan' vb. kavramların tanımlarının, herkesin üzerinde anlaşabileceği, eski deyişle 'efradını cami, ağyarını mani' bir biçimde yapılmamış olması yatıyor. Yaza yaza, söyleye söyleye dilimde tüy bitti. Türkiye'nin önüne konulup gündemde öne çıkarılan sorunların tamamıyla siyasi sorunlar gibi görülmesinin, bu sorunların tamamıyla siyasi meseleler olarak idrak edilmesinin bizi getirip bıraktığı yerden söz ediyorum. Dar idrak çerçevesi derken kastettiğim de tastamam budur.

'Simge', dilbilimsel bir kavramdır. Dolayısıyla, bu sorunun bir dilbilimciye, bir semioloji uzmanına sorulması gerekir. Ama Türkiye'de maşallah, başta siyasetçiler olmak üzere, herkes çokbilmiştir ve 'simge'nin ne olduğunu, tanımını elbette bilmektedir(!);- bir dilbilimciye sormanın ne gereği vardır! Oysa gerçek anlamda 'bir bilen'e sorulsa, bir işaretin 'simge' olabilmesinin koşullarının ne olduğu anlaşılacak ve o tanımdan yola çıkılarak 'türbanın' önce bir 'simge' olup olmadığına karar verilecektir. Önce, diyorum;- çünkü 'türban' bir 'simge' değilse eğer, o zaman 'siyasal' bir simge olamayacağı da ortaya çıkmış olacaktır.

Bir sorunun entelektüel bir arka planı olduğunun idrakine varılamaması! Türk siyasetinin büyük ve vahim maluliyeti budur! Öğrenmek istiyorum: Sayın Başbakan, sayın muhalefet lideri Baykal, mesela, 'simge'nin dilbilimsel anlamda nasıl tanımlandığını merak etmişler, ya da danışmanlarına bunu sormuşlar mıdır? Onlardan Ferdinand de Saussure'ün 'Genel Dilbilim Dersleri'nin 'simge' ile ilgili bölümlerini okumaları elbette beklenemez! Ama hiç değilse, sorup öğrenmek ihtiyacını hissedip hissetmediklerini merak ediyorum. Hoş, cevabını da bilmez değilim ya...

Bakınız, mesela, 'Haç' Hıristiyanlığın simgesidir. Bir siyasi parti 'Haç'ı, parti bayrağına ve parti rozetlerine taşırsa, bu 'siyasal' bir simge olur. 'Haç', konvansiyonel olarak (uzlaşım yoluyla), Hıristiyanların tümü (evet, tümü!) tarafından 'simge' olarak kabul edilmiştir. Şimdi sormak gerekiyor: Yeryüzündeki bütün Müslümanların, tıpkı 'Haç'ın Hıristiyanlarca kabul edildiği gibi, 'türban'ı uzlaşım yoluyla, bir 'simge' olarak kabul ettiklerini söylemek mümkün müdür; elbette değil! Dahası, bir dinin simgesi, o dinin sadece kadınları için geçerli olabilir mi? 'Haç'ın sadece Hıristiyan kadınlar için bir simge olduğunu söylemek nasıl kargaları bile güldürürse, bir dinin (İslam'ın) simgesinin, sadece o dinin kadınlarına mahsus 'türban' olduğunu söylemek de o kadar gülünçtür.

Dar idrakler Türkiye'yi bloklara ayırıyor, maalesef...