— “Şairler evrensel çevirmenlerdir; çünkü evrenin -yıldızların, suyun, ağaçların- dilini insanın diline çevirirler.”
Baudelaire'in bu sözünü alıntılamayı çok severmiş Octavio Paz.
Kendisi Meksikalı bir şair. Nobel ödülü de var. Şiir ve şiir üzerine yazdığında insanı etkileyen coşkulu bir dili de.
1998 yılında öldü. Sessizce.
Durup dururken bu şairle ilgilenmemizin bir nedeni var elbette.
Vuelta dergisi için 1992'de Nathan Gardels'in kendisiyle yaptığı bir söyleşi!
Yaklaşık yirmi yıllık bir metin!
Tamamı NPQ'nun son sayısında yayımlanacak olan bu söyleşi, önyargılarla kaynaşmaya elverişli kara cehaletin, basit siyasî mesajlar uğruna, ne denli acımasız bir yorum terörünün pimi çekilmiş elbombaları haline dönüşebileceğini gösteriyor.
* * *Zavallı İslâm, sadece karşıtlarının değil, yandaşlarının dahi istifade edemedikleri bir hikmet pınarı durumunda.
Sırf ekonomi-politik manevralar yüzünden üzerine bidon bidon zift dökülen bir pınar hem de.
Elbirliğiyle.
Oradan, buradan, cins cins transentellektüelin gayretiyle.
Bilmediği hâlde bilirmiş gibi yapanların... bilgiçlerin... “mış gibi” yapmayı bir yaşantı hâline getirenlerin... kendi yerinde kal(a)mayanların...
Transentellektüel, dinci veya dinsiz, “mış gibi” yapan her zekânın nezdimdeki kaydı!
* * *Gelin, önce hafızalarımızı yoklayalım:
1988: Huntington, Medeniyetler Çatışması tezini deklare eder.
1989: Fukuyama, Tarihin Sonu makalesiyle hemen ardından sahneye çıkar.
Söyleşinin yapıldığı tarih ise 1992.
Nathan Gardels, “tarihin sonunda Doğu'nun Batı'yla buluştuğunu ve fakat gerek kemikleşmiş tektanrıcılığı ve gerekse mutlak olana kesin inancı nedeniyle İslam uygarlığının tek başına dışarıda kaldığı” şeklinde derin (!) bir analiz yapar.
Octavio Paz da bu analize şöyle katkıda bulunur:
— “Günümüzde İslâm, tektanrıcılığın en inatçı biçimini (the most obstinate form) temsil ediyor. Gerçi tektanrıcılığa katedraller, camiler gibi muhteşem yapıtlar borçluyuz, ama nefret ve baskının oluşmasında da tektanrıcılığın rolü var. Batı uygarlığındaki izlerinin –haçlı seferlerinin, sömürgeciliğin, totalitarizmin, hatta ekolojik yıkımın- kökleri tektanrıcılıkta bulunabilir.
Bir pagan açısından, tek bir insanın ya da inancın tüm hakikati kendi eline almak istemesi saçmadır. İslam dışında tüm dünya yine bu yolda yürüyor. İslam ise tek başına duruyor. İslâm, günümüz dünyasındaki en gerici güç! [It is the most reactionary force in the world today.]
Batı uygarlığının en büyüleyici yönü, felsefe ve akıl silahıyla dini eleştirebiliyor olmamızdır. Ondan sonra felsefeyi ya da akılcılığı da yine felsefe silahıyla eleştirebiliriz.
İslam, Yunan geleneğini bizden önce biliyor olsa da -İslam Aristo'nun metinlerini bizden önce çevirmişti- yazgının, uyumsuzluğun uyumunun akıldan üstün olduğu inancını asla reddetmedi. Bilginleriyle bize Yunanlılar'ın bilgisini taşıyan İslam sayesinde Thomas'çı felsefeyi geliştirebildik. Ama İslam'ın böyle bir felsefesi yok. İslam'da inanç bilimle buluşmadığından, İslam şimdi Asya'dan Amerika kıtasına, Avrupa'ya giderek yayılan o devasa görececi uygarlığıyla (the vast relativist civilization) büyük bir çatışma yaşayacak!”
* * *Dikkat! Paz, çağdaş felsefeden bahsetmiyor, yani Bacon'dan, Descartes'tan, Locke'tan veya Hume'dan değil, Thomas'çı felsefeden (teolojiden?) söz ediyor. Thomasçılığın bile İslâm'da muadilininin olmadığını söylüyor.
Pozitivistlerin bile “dindar aklın en büyük soyutlaması” olarak tanımladığı tektanrıcılık, nasıl da bir çırpıda zaaf olarak sunulmuş, hayret doğrusu!
Daha bir yüzyıl önce modern aklın mutlakiyetçiliği karşısında pek gevşek bulunan İslâmî akıl, şimdi postmodern görececilik karşısında gereğinden fazla kesinlikçi (akideci) tasvir ediliyor. Gün, birliğe, tekliğe, kesinliğe karşı olma günü çünkü!
Hakikatin 99 yüzüne de âşina bir medeniyetin çocukları olduğumuzu hatırlatsak, acaba bir işe yarar mı?
Yaramaz! Zira transentellektüelin mücerred hakikatle bir işi olmaz. Anlamaz da zaten. Çelişmezlik ilkesine göre çalışmaz zekâsı! Gözetilmesi gereken tek ilke, bağlamdır. Yeter ki bağlam uygun olsun!
Transentellektüelin zekâsı ne parçadan bütüne, ne de bütünden parçaya doğru hareket eder. Şair zekâsının yönelimi her defasında parçalar-arasıdır. Sadece analojiler kurabilir. Sezgisiyle.
En büyük gücü budur! Pek tabii ki en büyük zaafı da!
Platon'un istiskaline aldanmayın, şiir, siyaset yapmaya en müsait düşünme biçimidir!
* * *— “Ben Doğu uygarlığının ya da Kolomb-öncesi uygarlığın değil, Batı uygarlığının çocuğuyum. Bence, biz Batılılar Doğu'nun bin yıllarca önce keşfetmiş olduklarını yeni yeni keşfediyoruz. Fakat onlar da Batı'nın önceden keşfettiklerini –örneğin demokrasiyi ya da bilimi– yeni keşfediyorlar.”
Ne diyebilirim ki?
İnsanlığın keşfe değil, mükâşefeye ihtiyacı var. Yani tek taraflı keşfe değil, çok taraflı keşfe! Başkasının olduğu kadar kendi haddini de bilmeye!
Not: En nihayet “Ölümün Dört Rengi” bu hafta Kapı Yayınları'ndan çıktı. Ölümün ve yaşamın... ışığın ve gölgenin... beyazın ve siyahın... insanın...