Sosyal psikoloji toplumun ruh hallerini inceleyen bilim olarak bilinir. Bir ölçüde doğrudur da. Ne var ki önemli bir ayrıntıyı dikkate almak gerekir: Sosyal psikoloji, toplumsal şartların kolektif düşünce üzerindeki etkisinden çok, birey üzerindeki etkilerini inceler.
Örneğin siz bu topraklarda değil de Japonya'da doğsaydınız temel kabullerinizde, gözlemlerinizde ve muhakeme becerinizde önemli değişiklikler olacaktı.
Ya da Afrika'da dünyaya gelseydiniz başka bir kültürle yetişmiş; inancı, yargıları, ruhsal reaksiyonları ayrı bir insan olacaktınız.
Bugün Akdeniz kıyısında yaşayan ortalama bir İtalyan'ın Rönesans mayasıyla biçimlenmiş düşüncesi ile "Himalayalar"ın yükseklerinde yaşayan bir Tibetlinin geleneksel anlayışı arasındaki fark, kültürel alışkanlıklardan çok toplumsal ihtiyacın çeşitliliğinden doğmaktadır.
Buna rağmen topluma şekil veren temel ihtiyaçlar pek değişmez. İster kutupta ister ekvatorda yaşasın, her insanın temel gereksinimleri aynıdır. Biyolojik ihtiyaçların standart olmasına karşın, sosyal etkileşimler söz konusu olduğunda ihtiyaçlar aniden değişmeye başlar.
Kültürü yaratan toplumsal ihtiyaç
Toplumların yarattığı maddi, manevi ve düşünsel ürünlerin tümüne "kültür" adı verilir . Kültürel öğeler davranış kalıplarını etkiler, "norm"ları ortaya çıkarır! Toplumsallaşmanın iki temel unsuru ise "ben" ve "ötekiler"dir! Böylece tutumlar, davranışlar, yargılar oluşur. Bu açıdan her toplum kendi ihtiyaçlarının hiyerarşisini yaratır.
"Maslow Piramidi" adıyla bilinen kuram bu gerçeği az çok açıklamaktadır. Abraham Maslow Amerikalı bir psikologdur ve "Maslow Teorisi" ya da "İhtiyaçlar Hiyerarşisi" adıyla bilinen kuramın yaratıcısı bir bilim adamıdır. Söylenir ki 1970 yılında ölümünden önce piramidin zirvesine bir katman daha eklemek zorunda kalmıştır. Bu yeni katman "insanlık idealine katkıyı" esas alır. 1948 yılında ortaya koyduğu bu düşünce aslında bireyi yüceltir ve onu adeta kutsar.
Bu bakımdan şunu da sormak gerekir: Sosyal yaşam sadece ticaretten alışverişten ibaret olmadığına göre, acaba birey olarak insanlığa ne katıyoruz?
Oluşturulan bu resme salt toplumsal açıdan bakınca durum pek değişmez. Çünkü her bir toplum sonuçta kolektif bilinci temsil eder ve tıpkı bir birey gibi algılanır.
Medyaya bak ihtiyacın düzeyini anla
Orijinal "Maslow Piramidi"nin 5 katmanı bulunur:
. Yemek-içmek-uyumak-seks gibi içgüdüsel ihtiyaçlar.
. Can ve mal varlığının korunması ihtiyacı.
· Bir topluma mensup olma, sevme sevilme, yardımseverlik, şefkat gibi ihtiyaçlar.
· Başarı, takdir edilme, yükselme ihtiyacı.
· Topluma entegre olarak kendini geliştirme ihtiyacı.
İşte bir toplum tıpkı birey gibi bu piramidin basamakları arasında gider gelir. Kimi toplum tüm katmanları aşıp insanlığa katkıyı esas alır, kimi de aşağı katmanların içinde kişilik mücadelesi verir.
Acaba toplumun ihtiyaçları hangi basamak ya da basamaklarda yoğunlaşıyor? Toplum liderleri bu süreci nasıl etkiliyor? İhtiyaç algısı her ülke için neden standart değil?
Soruların yanıtları garip bir şekilde o ülkenin medyasında gizlidir: Bir ülkede gazeteler, televizyonlar, radyolar her gün neleri dile getiriyorsa toplumsal gereksinimlerin düzeyi de onlarla eşdeğerdir. Eğer ağırlıklı olarak bilim ve sanat konuşuluyorsa piramidin tepesindesiniz. Yok eğer açlık, gelir adaletsizliği, kaos, anarşi gündemdeyse en alt sırada bir yerlerde!
Maslow'a göre belli bir katmandaki ihtiyacın tümü karşılanmadan bir üst düzeydeki kategorinin değeri algılanamaz. Toplum da birey gibi bu kurala uyar. Kendini güven içinde hissetmeyen bir toplumdan uluslararası arenada ses getirecek ne sanatçı çıkar ne de dünya ölçeğinde bilim adamı.
Parayla satın alınamayanlar
Günlük olaylar ihtiyaç basamaklarını tıkayınca toplumun çoğunluğu piramidin ilk iki katmanı arasında gider gelir. Totaliter rejimlerde ihtiyaçların hiyerarşisi olmaz. Dolaysıyla orada ihtiyaçlar yöneticilerin isteğine bağlıdır. Demokratik toplumlarda ise bireye -dolaysıyla da topluma- gereksinmelerin tümü politikacılar eliyle sunulur. Bir bakıma toplumun özlemleri politikacının elinde ihtiyaç haline dönüşür.
İnsan olmanın erdemi içinde şimdi oturup bir düşünelim! Demokrasiden söz eden birbiriyle kavgalı politikacılar bireylerin ve toplumun gereksinmelerinin ne kadarını karşılayabiliyor? Ve her Allahın günü malum jargonla "medyaya bomba gibi düşen olaylar" şu ihtiyaç skalasında neyi gösteriyor? Yoksa her şeyin ticarileştiği bir ortamda parayla ölçülemeyen değerler "ihtiyaçlar patolojisi" halini mi aldı? Marifet, yalnız ekonomide değil, sanatta, bilimde, sosyal adalette de yükselmektir.
İşin özü şudur: Siyasetin ayarı özellikle 80'li yılların başından itibaren bozuldu. Ayrışanlar ve ayrıştıranlar sayesinde çok şey yitirildi. Maalesef şu sözcükler kavga sever hırçın politikacılar sayesinde ihtiyaç olmaktan giderek uzaklaştı: "Sevme", "sevilme", "değer verme", "toplumsal aidiyet", "yardımseverlik", "şefkat", "merhamet", "hoşgörü", "saygı", "takdir edilme", "birlik", "beraberlik" ve "özgüven." (Bu tanımlar doğrudan ihtiyaçlar hiyerarşisinde yer alan orijinal kavramlardan alındı.)
Sosyal psikoloji toplumun ruh hallerini inceleyen bilim olarak bilinir. Bir ölçüde doğrudur da. Ne var ki önemli bir ayrıntıyı dikkate almak gerekir: ...